Korona üzerinden liberalizme vurmak!

İnsan gerçekten çok ilginç bir mahluk, güvenliği tehlikeye düştüğü an bin bir çile ile elde ettiği pek çok kazanımı bir çırpıda teslim etmeye razı olabiliyor.

Korona günlerinde bir histeri gibi ortalıkta dolaşan liberalizm ve kapitalizmin öldüğü, küreselleşmenin sonuna gelindiği tartışmaları sosyal medyada oldukça moda. Bu tartışma etrafında da devletlerin daha da güçlenmesi gerektiği fikri abartılı bir şekilde tekrar dolaşımda.

Halbuki Korona dünyanın birbirinden kopuk olmadığını ve uzak sandığımız yerlerin sandığımızdan da yakın olabileceğini bir kez daha gösterdi.

Çin despotizmine Korona ile mücadelesinde övgü düzenlerin, Çin Totaliter yönetiminin bu virüsün dünyaya bu denli tedbirsiz bir şekilde yayılmasının baş müsebbibi olduğu gerçeğini ise görmezden geliyor.

Görülen o ki, kimileri gelişmeleri, ülkemizde her daim revaçta olan “Bu kadar özgürlük fazla!” diskuru ile ele almakta ve sürecin sonunda daha despotik ve güçlü bir devlet düzeni arzulamakta.

Halbuki süreç bize çok daha farklı şeyler söylüyor. Örneğin özgür basının –burada basının ne kadar özgür olabileceği tartışmasına girmeden- ne denli önemli olduğunu bizzat sahada görüyoruz. Çin’de özgür bir basın olsa idi hem Çin hem de dünya muhtemelen bu virüsün yapabileceklerini çok daha erken görebilir ve bu gerçeğe hazırlanabilirdi, ama öyle olmadı.

Biz açık tartışmaları hep iktidar ya da muhalefet penceresinden takip ettiğimiz için basın özgürlüğünün ve çeşitliliğinin neden gerekli olduğunu bir türlü anlamayacağız.

Demokrasinin ne olduğunu anlamadığımız gibi! Yıllarca önce Merve Kavakçı’nın kürsüden kovulmasını unutmuyoruz ama bugün bir başka milletvekilinin beğenmediğimiz sözlerinden dolayı sille tokat indirilmesini ise içimize sindirebiliyoruz. Milletvekilinin yaptığının yanlış olması ya da olmamasının aslında konu dışı olduğunu bile idrak edemiyoruz; neden? Çünkü biz demokrasiyi sadece muhalefetteyken kullanışlı bir araç olarak görüyoruz, tıpkı basın özgürlüğüne baktığımız gibi…

***

Liberalizmin temel ilkelerinden biri olan devleti küçültme fikrinin de nasıl yanlış anlaşıldığı açık bir konu aslında.

Liberaller sıklıkla devletin küçültülmesinden bahsederler. Devletin küçültülmesinden bahsedilince bizde muhafazakarlar ve solcuların neredeyse tamamının tüyleri diken diken oluyor çünkü onlar kendi sığ ideolojilerini ancak devlet desteği ile topluma dayatabileceklerinin farkında. Ekonomide kritik noktalar dışında devletin olmaması devletin yiyip-içme kaynağı ve kimsenin arka bahçesi olmaması anlamı taşıyor.

Siz toplumu devlete midesinden bağlarsanız ona istediğinizi yaptırma hakkını da elde etmiş olursunuz. Nitekim geçmiş bunun örnekleri ile dolu. Hitler de, Mussolini de işçileri ve işverenleri devlet çalışanına dönüştürüp tüm muhalefeti yok etmişti. Sovyetler en baştan özel sermayeyi yok edip, devleti de işçilerin sırtına kambur yaparak susturmuştu. Ve böylece devletin hatalarına itiraz edecek bir güç bırakmadılar.

Geçen hafta yayınlanan bir istatistik, Türkiye’de çalışan nüfusun 6’da 1’nin devlet çalışanı olduğunu gösteriyordu. Devletin bu devasa kadro ile halka etkin hizmet verdiğini iddia etmek sanırım saflık olur. Bu denli şişmiş kadroların aslında neye karşılık geldiğini geçmişten hepimiz biliyoruz ama bilmezden geliyoruz.

Devletin temel görevi güvenliği sağlamak ve ekonomik işleyişin sağlıklı bir şekilde yürümesini sağlamak olmalı. Belki bir iki stratejik alanda devlet yatırımı olmalı.

Sağlığın da güvenliğin bir parçası olarak kabul etmemiz gerektiğini Korona salgını bizlere açıkça gösterdi. Devlet sağlık altyapısını kurmalı ve desteklemeli nitekim Türkiye de bunu yapmaya çalışıyor..

Eğitim, bu işin bir parçası mı, bence değil; ama Türkiye gibi ülkelerde eğitimi yerele devretmenin ortaya çıkaracağı sorunlar –şimdilik kaydı ile- devlette kalmasını gerektiriyor.

Bizde eğitimin belediyelere devredildiğini bir düşünsenize. Okulların nasıl partizanca kadrolaştırılacağını hayal bile edemezsiniz. Bugün bu işin en azından idari kadrolarda sendikalar üzerinden nasıl götürüldüğü gelecek içinde bir işaret taşıyor, sanırım.

Devletin ulusal güvenliği ilgilendiren konularda tutucu olmasına kimse bir şey diyemez ama günlük rutin işlerde küreselleşmenin savaşın önündeki en büyük engel olduğunu da unutmamak gerekiyor. Sıkı ekonomik ilişkiler savaş ihtimalini en aza indirecektir.

Bizde devlet -devlet gücünü elinde tutanlar- zaten fazlası ile güçlü. Bu nedenle içe kapanmanın, devletin güçlenmesinin sınırlarının iyi hesaplaması gerekir.

“Evde kal Türkiye” diyerek burada duralım şimdilik…

YORUMLAR (14)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
14 Yorum