Kötülüğün sıradanlığı ve ırkçılık

David Rousset, SS kamplarını şu şekilde betimliyor: “SS’in zaferi, işkence kurbanının hiç karşı çıkmadan darağacına götürülmeyi kabul etmesini, kimliğini olumlamayı bırakacak kadar kendinden vazgeçmesini gerektirir.

Bu durumun elbette bir sebebi vardır; SS’Ier kurbanın yenilgiye uğramasını yok yere, sırf sadistliklerinden istemezler. Kurbanını daha darağacına çıkmadan yok etmeyi beceren sistemin... koca bir halkı esaret altında tutmak, itaat altına almak için tartışmasız en iyi sistem olduğunu gayet iyi bilirler. Bu insanların kendilerine söyleneni harfiyen yapıp ölüme gitmelerinden daha korkunç bir şey yoktur”*

Arendt, tersi bir itiraz durumunda yaşanacakları Hollanda Yahudilerinin başına gelenleri örnek vererek anlatır.

“1941 yılında, Amsterdam’ın eski Yahudi mahallesinde, Alman güvenlik güçlerinden bir polis müfrezesine saldırmaya cüret etmelerine misilleme olarak, 430 Yahudi tutuklandı ve önce Buchenwald daha sonra da Avusturya’daki Mauthausen toplama kampında kelimenin tam anlamıyla ölümüne işkence gördü. Tek tek hepsi aylar boyunca ölüp ölüp dirildi, Auschwitz ve hatta Riga ya da Minsk’teki kardeşlerine imrenecek duruma geldi. Ölümden çok daha beter bir sürü şey vardı ve SS de bunların kurbanlarının aklından ve gönlünden ırak kalmamasına bakıyordu”*
*(Hannah Arent, Kötülüğün Sıradanlığı)

***

Egemen bir gücün kurbanlarına zulmü her zaman tek taraflı sonuçlar doğurmaz. Şiddetin ölçüsü ve seyri yukarıda görüldüğü gibi insanlarda farklı etkiler doğurabilir. İnsanlar çaresizleştikçe hayatta kalma iç güdüsü ile ya efendilerinin isteklerine sorgusuzca itaat eder ve tüm kimliklerinden vazgeçerek verilen rolü oynarken çok küçük bir azınlık ise bu duruma ucu sivil itaatsizlikten, şiddete ve teröre kadar gidebilecek yollarla itiraz eder. İkincisindeki seçeneklerin şiddeti ve yönü rejimlerin ve dış dünyanın içinde bulunduğu şartlara göre değişiklikler gösterebilir.

Bu yüzden bulunduğum her ortamda ısrarla ABD tarihin özellikle özgürlükleri gelişimi açısıdan Türkiye’de okunması gereken zorunlu konular arasında olması gerektiğini söylüyorum. ABD bir melek değil ya da birilerinin iddia ettiği gibi her hali ile şeytan da değil ama tüm insanlığa derslerle dolu bir tarihi var ve hala da ders vermeye devam ediyor.

***

Irkçılığın sadece siyahlara has bir durum olduğunu sanmak maalesef topraklarımızın makus talihi. Yıllar önce MHP lideri Sayın Bahçeli HDP’li kadın bir milletvekili ile “Kürt ama Kürtçe bilmiyor” diyerek dalga geçmişti sebebini hiç düşünmeden. Aynı Bahçeli ve onun gibi düşünenler bugün Uygur Türklerine, dün Bulgaristan Türklerine yapılan asimilasyondan şikayetçi idi.

Sanırım Türkiye’de muhafazakar-milliyetçi gelenek içinde yetişmiş ezici çoğunluk için Bahçeli’nin ifadelerinde herhangi bir çelişki yok. Burasının Türkiye olduğu ve Türkçe konuşmanın, Sünni olmanın genel geçer bir şart olduğunu düşünen geniş bir kesim var ve karşılarında da aslında aynı paydada buluşan derece farkı ile Kemalist-sol var. O da Türk ve Sünni olmayı önceliyor ancak dini kamusal alandan dışlamayı tercih ediyor.

Muhafazakar kimlikte, özellikle etnik konularda ilk gediği açan Sayın Erdoğan olmuştu ama içinde bulunduğumuz süreçte kendisinden çok koalisyon ortağının sesi duyuluyor. Erdoğan gayrımüslümler ve Aleviler konusunda da açılımlar yapmak istedi ama gelinen noktadan kimse memnun değil.

En azından Kürt sorununda pek çok şey değişti, sorun -bence çözüme daha yakınız- başka bir mahiyet kazandı. Dün silahlı mücadele diyen Kürtlerin bile büyük çoğunluğu artık bu dönemin bittiğine inanıyor. Ama sonraki adımı bir türlü atamıyoruz.

ABD’de yükselen “Siyah Öfkeyi” güya hepimiz paylaşıyoruz. Eminim bu konuda MHP’liler ile HDP’liler de aynı kanaattedir. Peki, bu yaşananlardan ders çıkarabilir miyiz?

Eminim daha bu cümleleri okurken pek çok kişi için, içi hainlik dolu cümleler kuruyorum. Neden, çünkü yılların bize öğrettiği kabulleri bir çırpıda ABD ya da bir başka yerde yaşanan utanç verici olaylar değiştiremez. İnsanların başka dünyalara bakışları ile içinde yaşadıkları dünyaya bakışları çoğu kez bir değil.

Yıllar önce Bulgaristan Türkü bir arkadaşım şehirde artan Kürt nüfusundan duyduğu rahatsızlığı “Burası Türkiye ve Türkçeden başka bir dil duymak istemiyorum” diyerek gösterdiğinde “Yani, Bulgarlar doğrusunu mu yaptı demek istiyorsun?” dediğimde gözlerindeki öfke sanırım bir yazı ile anlatılamaz.

Yine aynı yüz ifadesini, Kürtçe’nin kanunen yasak olduğunu söyleyen başörtülü bir hanımefendiye “Birileri de sizin başörtülü olarak üniversiteye gitmenizin kanunen yasak olduğunu söylüyor. O zaman itiraz gereksiz mi?” dediğimde de görmüştüm.

Halbuki hepimiz bir zamanlar köle İsaura ile beyazlara, Kızılderililerle birlikte de kovboylara karşı idik.

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum