Madımak’tan Tavşanlı’ya hukuk
Bir sohbet sırasında A. Nezihi Turan hocamız “ahlak mı kuralları belirler yoksa kurallar mı ahlakı?” diye sormuş; ‘Ahlak’ın kuralları belirlediğini söylemiş ancak derinleştikçe ikisi de doğru olmakla beraber kuralların olmadığı yerde geçerli bir ahlakın oluşamayacağı noktasına varmıştık.
Peygamberimiz “Din nedir?” ve “Mümin kimdir?” suallerine “Güzel ahlak” ve “İnsanların kendisinden emin olduğu kişidir” cevabını veriyor. Geleneksel tasavvufun epistemolojik tasavvurunda aşamalandırma şeriat, tarikat, marifet, hakikat şeklinde izah edilir. O halde din şeriatla (Hukukla, kuralla yani, bu yüzden şeriatın kestiği parmak acımaz denir) başlar güzel ahlakla neticelenir.
Kurallar kaynağını nereden alırsa alsın, toplumu ortak bir norma uymaya zorlar. Üçkâğıtçı ve açgözlü biri, toplumda kabul görebilmek için nasıl bu özellikleri törpülemek zorundaysa sapık eğilimleri olan bir kimse de dürtülerini engellemek zorundadır.
Ancak, kuralların işleyişi davranış kodlarını da belirliyor; AB sınırları içinde insanımız trafik kurallarına uyar, hak ve hukuka riayet ederken aynı hassasiyeti Kapıkule’den içeri taşımaması bunun bir göstergesi. Neden? Çünkü AB’de kurallar keyfi uygulanmıyor.
***
Bir ülkede kurallar keyfileşirse varılacak yer; güçlülerin ve vatandaşın izanına kalıyor. Güçlülerin norm ya da normsuzlukları zamanla norma dönüşüyor. Buna itiraz etmek de sanıldığı kadar kolay değil.
AİHM’de temel hak ve özgürlüklerin ihlali konusunda Rusya’dan sonra en çok mahkûm olan ülkeyiz.
Ülkemizde suça ve eylemlere bakış açımız genelde kim tarafından, kime karşı yapıldığına göre değişiyor. Bu yüzden futbol gibi kuralları basit bir oyunda bile anlaşamıyoruz. Ceza sistemimiz, hukuken suç olan bazı eylemleri, bazı özel durumlarda(?) karşılıksız bıraktığı için, vatandaşın bilinçaltında bazı eylemlerin bazı durumlarda serbest olduğu algısını üretiyor.
Aileden sokağa, siyasetten spora, şiddet her hücremize nüfuz etmiş durumda ve topluca cinnetin kıyısında yaşıyoruz.
Tavşanlı’da şantiye yakma, Abdi İpekçi’de Abradoviç’e tükürme, tribünleri ateşe verme ya da HDP bürolarına saldırma arasında temelde hiçbir fark yok. Yine sırf hoşumuza gitmediği için birilerinin konferans düzenlemesi, toplantı yapması ya da fikirlerini açıklamasına izin vermemek gibi. Burada eylemciler, mevcut hukuki yapı ve devletin güvenlik algısının bu tür tekil ya da toplu cinnet ve eylemlere karşı hukuku uygulamayacağını, hatta birilerince sırtlarının sıvazlanacağını bildikleri için bu tür eylemlerden çekinmiyor.
***
Çok yakın bir geçmişte katillerle zafer pozu veren güvenlik görevlileri, bu cinayetlerde açık ihmali bulunan üst düzey bürokratların terfii ülkemizin rutinleri arasındaydı.
Tavşanlı’da yaşananlar biraz da bu çifte standardın ürünüdür ve bu nedenle geçmişin karanlık yüzünü hatırlatıyor. Nasıl, “Bayrak yakıldı” dedikodusu ile şantiye yakılmışsa yıllar önce de “Falancalar cami yaktı” vb. iddialarla Maraş, Çorum, Sivas, Kırıkhan vb. katliamlar gerçekleştirilmişti.
Bu kez can kaybı yaşanmadı ama böyle bir felakete de bir adım mesafede durduğumuz görülüyor. Unutulmamalı ki, 23 yıl geçmesine rağmen Madımak katliamının yarattığı travma hala toplumu etkilemeye ve bedel ödetmeye devam ediyor.
Adaletin tesis edilmediği bir ülkede din ve devletin ayakta kalamayacağını bilmemiz gerekiyor.
Geçmişte bu tür eylemler zamanında engellenmiş ve suçta ısrar edenler kim olursa olsun hakkıyla cezalandırılmış olsaydı bugün kimse bu tür taşkınlıklara cüret edemezdi. Ve dahası ne bir Kürt sorunumuz olurdu ne de Alevilik vb.
2023 hedefi ile yola çıkarken işin sadece köprüler, yollar yapmak, yerli otomobil veya silah üretmekle olmayacağını bilmemiz gerekiyor.