Okur-yazar mı, okuma-yazma mı?

Bir evde eğer çok sayıda kitap varsa genelde ev sahibine sorulan ilk soru, kadın erkek fark etmeksizin genelde “Bu kitapların hepsini okudunuz mu?” oluyor. Bir de kadınların birbirlerine “Bunlar da çok toz yapar canım!..” serzenişi var. 

Darbe ile başlayan okul yıllarım yine darbenin derin izleri ile yaralanmıştı. Küçücük bir çocuk olarak Sol-Alevi mahallenin minik bir üyesi olarak komşu Sağ-Sünni mahalleli öğretmenim tarafından bir grup sakıncalı çocukla beraber daha başı küçükken fena halde ezilenler kervanına katılıvermiştim. 

Okuma yazma bilen bir çocuk olarak sınıf tekrarı yaparken erkenden okuma sevdasına kapılmıştım. Ders çalışmaktan çok kitap okumayı seviyordum. Üzerinde yazı olan her şey benim için çok değerli idi. Pazardan topladığım gazeteden yapılma kese kağıtlarını bile özenle açıp okurdum. Ansiklopedileri madde madde okumak ise benim için ayrı bir zevkti ama gelin görün ki tüm bunlar annem için hiç de hayra alamet şeyler değildi. O, 12 Eylül öncesinin karanlık günlerinde okuyan gençlerin başlarına gelenleri gözleri ile gördüğü için hep başıma kötü şeylerin geleceğinden endişelenirdi. Bense ders kitabı arasına sıkıştırdığım romanları okuyarak zaman geçiriyordum. 

Biraz büyüdüğümde de -her gün okula 10-15 km yürüme pahasına- tüm harçlığımı kitaba yatırırken bir süre sonra bu kitapları eve sokmak bir problem haline gelmişti çünkü annem daha fazla kitap görmek istemiyordu. Kitaplar artık önce kömürlüğe giriyor sonra kimse yokken içeri alınıyordu. Yıllar sonra bazı hocalarımın da benim gibi kitaplarını evlerine gizlice soktuklarını öğrendiğimde çok da şaşırdığımı söyleyemem. 

TÜİK 2019 verilerine göre Türkiye nüfusunun %36.5’i lise ve daha yüksek bir eğitime sahipmiş. Ön lisans ve lisans mezunu sayımız 10 milyonun çok çok üstünde, 1 milyondan fazla yüksek lisans ve 200 binden fazla doktoralı insanımız var. 

Halihazırda ön lisansta 3 milyon, lisans bölümlerinde 4,5 milyondan fazla ve yine 297 bin yüksek lisans, 101.202 doktora öğrencimiz var. 

Önümüzde istatistiksel olarak inanılmaz rakamlar duruyor. Bizim ön lisanstaki öğrenci sayımız neredeyse tek başına AB’nin lokomotifi Almanya’dan fazla. 

Peki bu rakamlar kitap okuma ile ilgili bir gelişmeye tekabül ediyor mu? Pek sanmıyorum. “Türk Halkının Kitapla İmtihanı” araştırmasına göre kitap okuma oranımız % 0.1 ile dünyada 81. sırada yer alıyoruz. 

Bu oran bizim yüksek lisans ve doktoralı nüfusumuzun (%1,8) bile çok çok altında. Geçenlerde öğrencilik yıllarımda 28 Şubatçıların isteği ile Gazi Üniversitesinden rektör arkadaşı ile birlikte hem okulu hem de bölümümüzü tarumar etmek için gönderilen bir ismin online konferansına denk geldim. Herhalde o dönem gerçekleştirdiği üstün hizmetler dolayısıyla ödüllendirilmiş ve İstanbul’un çok tanınmış özel bir üniversitesinde hala aktif olarak çalışmaktaydı. 

O çok değerli hocamız gibi 2019 rakamlarına göre üniversitelerimizin akademisyen kadrolarını işgal eden 166.225 akademisyenden acaba kaçı düzenli kitap okuyordur? 

Ben çok rahat bir şekilde bu kadroların içinde on binlercesinin herhangi bir kitabı başından yüzüncü sayfasına bir kere bile okumadığı konusunda iddiaya girebilirim. Daha da ileri giderek bu kadroların yarısından fazlasının öğrencilik yıllarını bir kenara bırakırsak bugüne kadar okudukları kitap sayısının yaşlarını geçme ihtimali olmadığını söyleyebilirim. 

A.N. Turan Hocamızın dediği gibi dünyada eşi benzeri olmayan bir şekilde okuyan-yazan insanlarımız da yazdıkları kitaplarını genelde büyük fedakarlıklarından(!) dolayı eşlerine, ailelerine ithaf ediyorlar. Neden çünkü eşler ve çocuklar bunu hep bir yük olarak kendilerine yansıtmakta. Halbuki gelişmiş dünyada böyle bir algı yok. Düşünsenize işinizi yaptığınız için pişmanlık yaşadığınız bir dünyada yaşıyorsunuz. 

Pek çok değerli hocamızın arşivleri, kütüphaneleri ya emekliliklerinde parça parça ya da vefatları ile birlikte daha önce önlem alınamamışsa hızla ikinci elcileri o da olmazsa çöpü boylamakta. Bazen gezerken çöplüklere atılmış vaziyette değerli kitapları, özenle kesilip biriktirilmiş gazete, dergi sayfalarını ve çeşitli eski evrakları gördüğümde sahiplerinin arkasından bir Fatiha okumadan edemiyorum. 

Bütün bunlar okur-yazarlık ile okuma-yazmanın aynı şey olduğunu sanan bir toplum olduğumuzun çirkin emareleri. Okuma-yazma bilen bir toplum olsa idik zaten baştaki soruyu sorma ihtiyacı hiç duymazdık. 

Kütüphanemdeki kitapların hepsini okuyup okumadığı mı soran pek çok arkadaşımı mazur görsem de güya akademisyen titrini kazanmış isimlerin dahi kaynak kitap ile okunacak kitabı birbirinden ayıramadığını görmek ise gerçekten bir zül. 

Okur-yazar olmak ile adam olmayı da birbirine karıştırmamız da herhalde bu yüzden. 

Eğitim şart değil mi dostlar… 

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum