Sandık kime çalışıyor?

Türkiye demokratikleşme tarihinin geçmişini 1808 Sened-i İttifak’ına kadar götürülebilsek de bu topraklarda halk hiçbir zaman gerçek manada tebalıktan vatandaşlığa terfi edemedi. Bunda teba olmaya devam etmek istemenin de rolü yok değil ama tepedekilerin ve kendisini devletin yerine koyanların da zaten bu yönde gerçek bir iradesi hiç olmadı. Halk kendisine izin verildiği kadar bir alanda top çevirmeyi hep içine sindirdi. Sınırları zorlayanların ise başlarına neler geldiğini tarih sayfaları zaten fazlası ile yazıyor.  

Osmanlıdan Cumhuriyete iktidarlar maalesef kaynağı halkla birlikte şenlendirmek yerine kaynağın başına geçerek kontrol etmek derdine düştüler. İttihatçıların kendi zenginlerini üretmeye çalışması gibi Kemalistler de, Kemalistlerin içinden çıkan Demokrat Parti de, sonra onların yerini alarak iktidara ortak olan askerler de hep kendi zenginlerini üretme yolunu takip ettiler ki bu kısır döngü hiç değişmedi. Kamu kadroları hep bir şekilde kendisini devletin sahibi görenlerce pay edildi. Halka ise rençberlik, işçilik ve alt kadro memurluklar layık görüldü.  

Türkiye’de eğitim yıllarca küçük, mutlu bir azınlığın ulaşabildiği bir ayrıcalık olarak aynı Osmanlı’nın son dönemlerinde olduğu gibi uzun yıllar (1980’li yılların ortasına kadar) bir sınıf atlama aracı olarak işlev gördü. Ezilen sınıfların hasbelkader okuyan çocukları ise aldıkları eğitimle memur ve bürokrat vs. olmanın verdiği şevkle geldikleri yeri unuttular, hatta geçmişlerinden utanır oldular.   

Bu nedenle Osmanlı’dan devraldığımız siyasal mirasın çok da değişmediğini farkedemeyecek kadar geçmişe duygusal bakıyoruz. Geçmişte, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş süreci ile ilgili hararetle konuşmaya yatkındım ama artık çok ilgimi çekmiyor çünkü kimsenin gerçekte ne olduğu ile ilgilendiği yok, herkes kafasındaki -kendisine öğretilen, dayatılan- ile yaşamaktan memnun.  

Örneğin bu topraklarda 1925 ile 1946 arasında gerçek manada hiçbir zaman seçim olmadığını bugünün sağcı Atatürkçüleri ile solcu Kemalistlerine anlatamazsınız. Aynı durum II. Abdülhamit dönemi uygulamaları için de geçerli.  Bırakın o kadar uzağı bugün hararetle savunulan faşist pek çok dayatmanın 12 Eylül Darbecileri tarafından hayatımıza sokulduğunu neredeyse kimse bilmiyor, bilenler de susuyor.  

Türkiye’de oynanan demokrasicilik oyununun da geçmişte bize ABD tarafından dikte edildiğini kimseye anlatamayacağınız gibi. Ortalıkta “Efendim alt yapı hazırdı” diye saçmalayacak o kadar çok aydın var ki bu konuyu konuşmak bile imkansız.  

1950 sonrası dış politikamızı tamamen Batı merkezli hale getirmek ve kendi çıkarlarımızın yerine onların çıkarlarını koymak bizim en büyük hatamızdı, bu kısır döngüden çıkma çabalarımız ise hep darbelerle engellendi. Engellendi ama çıkış arayanlar maalesef yolumuzu demokrasi ile güçlendirmek yerine farklı arayışlara girerek elimizdeki demokrasi kozunu hiç ettiler.  

60 Darbesi sonrası oluşan siyasal iklimde, devletin kaynaklarının başında oturmak bizim siyasilerimiz için hep yetti. Sağ-Sol ayrımı bizde göreceli olduğu için kaymağı hep aynı kesimler yedi. Buna itiraz mutedil Müslümanlardan ve Alevilerden geldi ama onlarda sağcı-milliyetçi-Kemalist iktidar paydaşlarının yaptığı gibi demokrasinin önemini bir türlü kavrayamadılar. Demokrasiyi içselleştirmek yerine farklı yönlere savruldular.  

12 Eylül Darbecileri yarattıkları iklim ile, Alevilerin kendilerini doğuştan sol-Kemalist sanmalarını başarı ile sağladı. Öyle bir tarih üretildi ki, bütün kötülüklerin vebali Osmanlıya yıkılarak Cumhuriyet devrinin yok sayışı ilericilik-çağdaşlık adına kabul gördü.  

Mutedil Müslümanlar ise derinden geldi. 2000 krizi sonrası iktidarı altın tepside buldular. Sonra yerleşik düzene karşı Batı ile iş birliği yaptılar, AB çapası vasıtasıyla “ileri demokrasi” söylemini üreterek kim ne derse desin altın bir 10-12 yıl yaşattılar.  

Ancak, bugün geldiğimiz nokta ise, işte orası biraz meçhul. AB kriterlerine sırtını dönmüş, Rusya ve Çin gibi siyaseten ahlaki hiçbir kıstası olmayan iki devlete yanaşmış durumdayız. Batı ve ABD çok mu iyi? İyi değiller ama en azından onların kötülüğünün bir standardı ve sınırı olduğunu biliyoruz, diğerlerinde ise o da yok.  

Bizim makasımız demokrasi olmalıyken neler konuştuğumuza bakın… Bir yandan birilerini darbe sever diye kınarken öbür yanan darbecileri hayırla yadetmeye devam ediyor ve bunda da bir çelişki görmüyoruz.  

Hakikaten Ahmet Taşgetiren hocamızın dediği gibi “Sandık Bizim Neyimiz oluyor?” Ben bir adım ileri giderek sorayım: Halk sandıkta ne için oy kullanıyor? 

YORUMLAR (12)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
12 Yorum