Sınav Z kuşağının umurunda mı!?
Geçen hafta LGS sonuçlarının (TYTAYT açıklandığında da aynısı olacak) açıklanması ile birlikte suçlamalar da havada uçuşmaya başladı. Kim suçlu? Öğretmen, veli, öğrenci mi yoksa MEB mi?
Halbuki sonuçların üç aşağı beş yukarı böyle olacağını en cahilimiz bile biliyordu. Ama yıllardır özellikle eğitimle akademik düzeyde uğraşanların uzayda yaşıyormuş gibi pratikle alakasız ve uyumsuz söylem ve yorumlarına ise şaşmamak ne mümkün.
Sonuçta eldeki malzeme belli ve hiçbirimiz simyacı değiliz ama ne hikmetse simyacı imiş gibi davranıyoruz.
21. Yy. ile dünya yeni bir çağa girdi ve biz bunu da ıskalamak üzereyiz çünkü olan bitenin farkında bile değiliz. Özel bir şirketin uzaya araç gönderebilmesinin ne demek olduğunu idrakten çok uzağız.
Dünü, bugünü ve yarını okuyamamanın getirdiği bir acizlik…
21. Yy.dayız ama biz hala eğitime 19. Yy.dan kalma değerlerle bakıyoruz. Bugün dünyaya egemen olan eğitim sisteminin temeli Fransız ihtilali ve Sanayi İnkılabı ile atıldı ve -bunu bilmeden- bunun hala geçer akçe olduğunu sanıyoruz. Varsa yoksa ağızlara pelesenk olmuş bir “eğitim şart” cümlesi.
Bugünün dünyasında artık macro çözümlere yer yok ve micro çözümler üretmemiz gerekiyor. Okulların çocuklara ve insanlara her şeyi(?) öğrettiği devir geride kaldı. Uzmanlaşma eskiden bildiğimiz gibi değil artık. İnsanların çok farklı ilgi alanlarında bilgilerle kendilerini desteklemedikleri ve fırsatları doğru okuyamadıkları takdirde başarılı olma şansları yok.
Rekabet geçmişten farklı olarak çok daha sofistikleşti. Öylesine ki artık okuduğunuz okulun da bölümün de çok önemi yok hatta devletler zorlamasa alınan diplomaların da herhangi bir sertifikadan öte bir anlamı yok.
Y kuşağı, X kuşağı tartışmalarında da yaşadığımız kafa karışıklığı aslında birazda burada. Y kuşağı ve önceki kuşak dünyaya hala eski gözlüklerle bakıyor: Macro ideallerin ve çözümlerin revaçta olduğu dönemler. Dolayısıyla Fransız İhtilali ve Sanayi İnkılabının her türlü zihni dayatması ve tabii ki yine bizim ne olduğunu bir türlü kavrayamadığımız pozitivizm ile beyinleri iğdiş edilmiş durumda.
Ortadoğu coğrafyasında Türklerin, Kürtlerin ve de Arapların kaderi bir yazılmış ama bizler geç kalmış milliyetçilik yüzünden birbirimizi yemekle meşgulüz. Buna İran da dahil. Sonuç emperyalizmin(?) oyuncağı olmak
Kürt milliyetçiliğini Türk karşıtlığı üzerine kurulduğu için eleştiren güzide dostlarımız kendi milliyetçiliklerinin de aslında hem Kürt hem de Arap karşıtlığı üzerine bina edildiğinin farkında bile değil. Benim milliyetçiliğim senin milliyetçiliğini döver!?
Bir de milliyetçiliği din sosu ile karıştırınca iş bambaşka bir noktaya evriliyor. Türk olmanın nasıl her şeyi çözdüğünü sanan bir kesim aydınımız var ise aynı şekilde İslam’ı da aynı şekilde gören bir aydın tipi var. Bir de bu iki türün melezi Türk-İslam sentezcileri… Hangisi makbul siz karar verin. Dünyamızın hangi sorunlarına hangi adil ve hakkaniyetli çözüm yolları öneriyorlar, meçhul!
Nerden nereye geldik değil mi? Sınavdan ideolojilere… Aslında eğitimin amacı doğası gereği baştan beri ideolojik bir nesil yetiştirmekti. Milliyetçilik artı uzmanlaşmış iş bölümü. Okullar bizi hem egemen ideolojik anlayışın bir ürünü olarak tasarlayacak hem de homo-ekonomicus olarak piyasaya kazandıracaktı.
Şimdi ise X kuşağı elimizden uçup gitmekte. Biz ve bizden önceki kuşakların beklentileri onları ilgilendirmiyor. Ne devlete, ne millete, ne dine bakışları bizim gibi değil. Zorladıkça daha da ötekileşiyorlar.
Ve ne yazık ki ben de dahil hiçbirimiz çocuklarımız için beylik reçetelerin dışına çıkamıyoruz. Düzeltebileceklerimizi ise düzeltmemekte ısrar ediyoruz. “Japonya’da Şöyle”, “Finlandiya’da böyle”… diye söylenip duruyoruz. Çocuklarımıza sorumluluk vermiyoruz ama sorumlu davranmalarını istiyoruz.
Pandemi döneminde online sınavlarda kopyaya karşı bir kamera yetmez iki kamera diyen üniversitelerimiz var. ÖSYM’nin paranoyası zaten had safhada.
Neden? Çünkü sıkı önlemler almadığımız takdirde neler olabileceğini hepimiz biliyoruz. Yıllarca sınav sorularının çalındığı, adamına göre kadroların açıldığı, eş-dost akraba kayırmacılığının normal sayıldığı, gemisini yürütenin kaptan olduğu bir düzende yaşadık ve yaşıyoruz.
Peki, niye modern dünya bizimle aynı sancıları yaşamıyor? Çünkü biz aldığımız sistemi bile taklit etmeyi beceremedik. Geçmişte öğrencilerimizi çok zorlamakla övünürdük şimdi ise boş bırakmakla övünüyoruz. Daha da kötüsü adabı muaşeretten zerrece habersiz bir nesil yetiştiriyoruz. Z kuşağının bizi asıl ürkütmesi gereken kısmı bu olmalı. Dik kafalı olmalarını değil, saygısızlık derecesindeki içi boş özgüvenlerini sorgulamamız gerekiyor.