Tatlı Sert’ten Kırmızı Oda’ya

Son günlerde gündeme damga vuran iki dizi var: Masumlar Apartmanı ve Kırmızı Oda. Masumlar Apartmanı açıkçası ruhumu fazlası ile kararttığı için tesadüfen takıldığım bir bölümünden sonra hoşuma gitse de izlememe kararı aldım. Kırmızı Oda ise bana çok farklı şeyler hatırlattığı için ne zaman denk gelsem keyifle izliyorum.  

Tabii iki dizinin senaryosunun psikiyatrist-yazar Gülseren Budayıcıoğlu’nun Madalyonun İç Yüzü romanından uyarlanmış olması da ilginç bir tesadüf. Nitekim daha öncede Buğdaycıoğlu’nun kitaplarından yapılan uyarlama diziler de büyük ilgi çekmişti.  

Peki, bu iki dizinin insanları bu denli sarıp sarmalamasının nedeni ne olabilir? İşin içinde psikiyatri ve psikologlar girince işin renginin değiştiği bir gerçek. Türk halkı bu tür yapımlara aslında geçmişten beri fazlası ile yatkın. Bir zamanlar Üstün Dökmen’in programları reyting rekorları kırardı; yolda, otobüste, kıraathanede Küçük Şeyler hakkında konuşmak çok doğal bir gibiydi.  

Belki bazılarına ters gelecek ama gündüz kuşağında Türkiye’yi kasıp kavuran Müge Anlı’nın Tatlı Sert’i vb. programların bir yönü ile özellikle Kırmızı Oda’ya benzediğini fazlasıyla düşünüyorum.  

Şöyle ki, Kırmızı Oda’da anlatılan hikayelerin dizi formatında değil de canlı yayında bizlere aktarıldığını ve stüdyodaki sunucu ve konukların o kişilere çeşitli sorular sorarak geçmişlerini deştiklerini düşünün.  

*** 

Gerek Kırmızı Oda ve gerekse diğer gündüz programlarının bu denli ilgi çekmesinin sebebi içinde yaşadığımız çağın bizleri giderek tek başına yaşamaya mecbur bırakması ve yalnızlaştırması olmalı. İnsanlar her geçen gün daha az birbirleri ile göz göze, diz dize oturarak sohbet ediyor. Teknolojik aletler vasıtası ile aynı evin içini paylaşan ama çok az iletişim kuran tekil şahsiyetlere dönmüş durumdayız.  

Birbirimizle konuşmak yerine Facebook, İnstagram, Twitter vb. platformlar üzerinden birbirimizi takip etmeyi ve sohbeti yeğliyoruz. Bazılarımız işi o denli abartmış durumdaki, hastalıklı bir ruh hali ile sürekli rol keserek, her anını sosyal medyadan paylaşmadan duramıyor.  

Neyse konuyu dağıtmadan biz Kırmızı Oda’ya dönelim. Aslında Kırmızı Oda ben de dahil pek çok kimsede uzun süredir var olan bir açlığa, biraz da estetik katarak özel bir yemek sunuyor.   

Çocukluğumun en güzel anlarını sayın deseniz kesinlikle akşamları bizde ya da eş-dost evlerinde bir araya gelinen ve saatlerce süren sohbetler olduğunu söyleyebilirim. Hele bazı büyüklerimizin misafir gelmesini ya da onlara misafir gitmeyi dört gözle beklerdik. Kanepenin bir köşesine ya da bir minderin üstünde bir köşede kıvrılıp anlatılanları dinlemek gerçekten büyük bir keyifti. Uykusuzluktan gözlerimiz kızarıp, kendiliğinden kapansa da ısrarla o sohbetleri yataklarımıza kovuluncaya kadar dinlemeye devam ederdik.  

Akşamları erkekli ve kadınlı bu uzun sohbetlerin bir de gündüz kadınlar versiyonu olurdu. Mahallenin kadınları bir araya gelir bir yandan birbirlerini çekiştirirken bir yandan akşam hazırlıklarını yaparlardı. Sekiz on kadının bir araya gelip sarma sardıkları ve daha pek çok şeyi birlikte yaptıkları dönemlerde bu gündüz sohbetleri hemen her gün kaldığı yerden bir başka ev ya da kapı önünde, bahçede devam ederdi.  

Biz çocuklarda eğer birlikte oynayacak bir ekip bulamamışsak bu sohbetlerin bir köşesine ilişir hem karınlarımızı doyurur hem de edilen dedikoduları dinlerdik. Dedikodu deyince insan hafiften bir kötü oluyor değil mi?  

Şimdi geriye dönüp baktığımda o bizim dedikodu dediğimiz şeylerin çoğunun aslında modern insanın para vererek kendini psikiyatristlere dinletmesinin bedava bir şekli olduğunu düşünüyorum. Akşam kocası ile ya da kaynanası ile sıkıntı yaşayan gelin kocasını-kaynanasını ona buna çekiştirirken aslında bir nevi kendisine bir yaşam alanı açıyordu…  

İnsanlar konuşarak yaralarını sağaltıyor ve tekil olarak yaşadıklarını düşündükleri pek çok sıkıntının aslında bazen kıskançlık bazen de gıpta ile baktıkları eş-dost-komşu evlerinde de yaşandığını fark ederek o ayrıksılık sıkıntısından kurtuluyor ve hayata dört elle sarılmak için güç-destek buluyorlardı.    

Bugünün insanı ise maalesef dertlerini, sıkıntılarını, hayallerini, iç çekişmelerini, sevgisini, nefretini, aklınıza gelebilecek hemen her çeşit çelişkili duygusunu dökecek bir yer bulamadığı için kimimiz gündüz kuşağı yapımlarına takılıp giderken kimisi de Kırmızı Oda ve Masumlar Apartmanı gibi yapımlara takılıp gidiyor.  

Başkalarının yaşanmışlıkları farkında olmadan kendi yaşadığımız sıkıntılara farklı pencereler açarken, belki biraz amatörce kendi yaralarımızı sağaltmaya çalışıyoruz. Çünkü içten içe biliyoruz ki teknolojiye mahkum ettiğimiz hayatlarımız büyük oranda birer yalandan ibaret. 

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum