Türk-Kürt-Arap ayrılmaz bir bütün…

Yoksulluk fakirin ayağına vurulan pranga iken zengin bunun edebiyatını yaparmış.

90’lı yıllar ilk gençlik yıllarıma tekabül ediyor. İnşaat ustası bir baba ile ev hanımı bir annenin tek oğlu olarak hayata hep birlikte tutunmaya çalışıyorduk.

12 Eylül’ü tüm çocukluğumla çok canlı bir şekilde yaşamıştım. Geceleri ışıkların söndürüldüğü, pencere kenarında oturulamadığı, serseri bir kurşundan sakınmak için kırlentlerin yerlere serildiği yıllardı.

Henüz televizyon mahallemize gelmemişti ama geldikten sonra izlediğimiz kovboy filmlerini aratmayan vahşi Batı senaryoları Ankara’nın gecekondu mahallelerinde her akşam yaşanırdı.

Ve bir sabah tanklar meydana çıkmış ve iç savaşa dur demişti. Babam neredeyse iki yıl doğru düzgün iş bulamadığı için çareyi gurbete çıkmakta bulmuştu. Tam 6 yıl Suudi Arabistan’da çalışmak zorunda kalmış. İki yıl oradaki kefili tarafından dolandırılmış ve bütün parasına el konulmuştu. Sonraki iki yıl bu sürede yaptığı borcu ödemiş, iki yıl daha çalışıp yeter artık deyip dönmüştü. Ve ben de onunla birlikte inşaatlarda çalışırdım okul olmadığında.

Millet yazın denizin güneşinde yanarken ben inşaat tepelerinde ziftle sıvanmış iskelelerinin üstünde yanıyordum. Hiç unutmam bir gün annem çalışmaktan patlamış ellerimi avuçlarına almış ve –bir erkeğe göre nispeten küçük olan ellerimi avuçlayarak- “Ah evladım, sen oku bu eller ancak kalem tutar!” demişti.

Darbeden sonra Özal’lı yıllar gelmişti. Bugün Türkiye’nin önünü açan adam olarak gördüğümüz Özal o yıllarda bizim felaketimiz gibiydi. Orta direğin ezildikçe ezildiği ve bizim de o dişli içinde öğütüldüğümüz yıllardı.

Türkiye’nin o günlerde bir de darbecilerin hediye ettiği terör olayları vardı. Devlet tüm gücü ile Kürt yok iddiasını dayatırken, tüm Türkiye Doğu’da yaşananları Ertürk Yöndem’in Perde Arkası’nda izliyordu. Her programda teslim olan, kandırıldık diyen ve devletin merhametli ellerine teslim olan teröristlerin itiraflarını ve yapılan katliamları izliyorduk.

Devletimizin o günkü yüce aklı, bir gün “balık avlamak yerine denizi kurutmaya” karar verdi ve 90’lı yıllara damgasını vuran köy boşaltmaları başladı. Çözüm sürecinde ortaya saçılan bilgilere göre 3000’e yakın köy ve mezra boşaltılırken, 312 bin civarında vatandaş göçe zorlandı.

Türkiye yıllarca Perde Arkası ve ana haber bültenlerinden izlediği Kürtleri kanlı, canlı bir şekilde birden bire sokaklarında görmeye başlamıştı. O yıllarda okul ve dershane parası biriktirebilmek için inşaatlarda amelelik yapıyordum. Ve o köylerinden, mezralarından indirilen insanlarla ilk kez oralarda karşılaşmıştım. Dağ gibi adamlar inşaatlara geliyor, karın tokluğuna inşaatların bir köşesinde yatmak ve üç kuruş da çoluklarına çocuklarına gönderebilmek için yalvarıyorlardı. Bazıları vardı ki üç adamın bir günde yapacağı işi tek başına yapıyor ve güneşin doğmasından gecenin yarısına kadar doğru düzgün mola vermeden çalışıyorlardı.

Devlet insanları dağdan indirmeye indirmişti ama indirdikten sonra bu insanların ne yiyip içecekleri ile ne de yaşamlarını nasıl sürdürecekleri ile ilgilenmemişti. İkinci büyük şoku Dörtyol’da askerlik yaparken yaşamıştım. Dörtyol’un varoşlarına yığılmış Kürt aileler banyo, tuvaletin olmadığı iki göz derme çatma barakalarda üç beş aile bir arada yokluk içinde yaşam mücadelesi veriyorlardı.

Hayat boşluk kaldırmıyordu ve Kürt gençlerinin bir kısmı mafyanın eline düşmüş, bir süre sonra da içlerinden çıkan gözü pek tipler kendi mafyalarını kurmuşlardı. Bir yanda terör, bir yanda sefalet, çatışma, rekabet vb. süreçler tıpkı bugün Suriyelilerle aramızda yaşanan toplumsal çatışmalara da yol açıyordu. Hiçbir şey yapmasa da terörist gözüyle bakılan bir Kürtler vardı.

Neden? Çünkü devletimiz denizi kurutmuştu ama insanları topluma entegre etme işini becerememişti.

O gün önlem almayı akledemeyen devlet aklı bugün de Suriyelilere “Üç Cumalık” misafirler gözüyle bakarak ciddi bir hata yaptı. Sınırlarımız için 3.6 milyondan fazla Suriyeli var ve bunların yaklaşık 550 bini bu topraklarda doğmuş.

Ve büyük ihtimal yarın Suriye’de iç savaş bitse de bu nüfusun azımsanamayacak bir kısmı bizimle birlikte yaşamaya devam edecek.

Peki, Türkiye’yi yönetenler ve yönetme iddiasında olanlar bu gerçeğe hazır mı?

Araplarında bu ülkenin bir gerçeği olduğunu kabul etmemiz hepimizin hayrınadır. Türk-Kürt-Arap ayrılmaz bir bütün olacak bir Türkiye inşa etmenin vakti gelmiştir. Böyle bir vizyon ancak sağcı-muhafazakarların hayalini kurduğu Neo-Osmanlıcılığa kapı açabilir.

Maalesef onlar da Kemalistler gibi kafatasçılık yapma derdindeler.

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum