Vahşi devlet kapitalizmi nedir?
Korona günlerinde dün yapılan pek çok yanlışı sadece kapitalizme yıkarak çözemeyeceğimiz çok açık. Ancak ülke olarak kapitalizm konusunda o kadar az şey biliyoruz ki eleştirilerimizin çoğu kuru bir demagojiden öteye geçmiyor.
Sanıyoruz ki kapitalizm ahlaksızlık ve yıkım vazeden bir sistem ve tek amaç kar etmek. Kendi günah ve karanlık yönlerimizi kapitalizme yıkmak ise moda, sanki kapitalizm bize rüşvet al-ver, torpil geç, yolsuzluk yap, işçinin hakkını ye, doğanın canına oku, başkalarına kazık at diyor.
Halbuki kapitalizmin bir takım genel-geçer kuralları var ve bu “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” denildiğinde bizim anladığımız gibi işin özü aklına eseni yapmak değil.
Sömürgecilik ve merkantilizm çağında Batı’da çok büyük bir sermaye birikti ama bu birikimin tek başına Batı’nın önünü açtığını düşünmek ancak cahillikle açıklanabilir. Eğer hazinelerin dolup taşması tek başına yeterli olsa idi geçmiş çağların yağmacı imparatorluklarının hepsi ayakta kalırdı. Bakın tarihin en büyük sömürge imparatorluğu İspanya’dan bugün eser yok.
Asya’nın Atlı kavimleri ile Çin arasındaki mücadeleyi bu açıdan okursanız ne demek istediğimi anlarsınız. Asırlarca Asya’nın atlı kavimleri (Türkler, Moğollar vd.) Çin’in korkulu rüyası oldu. Çin Seddi gibi devasa bir duvarın inşasına bile yol açtı ama sonuçta Atlı kavimler geldikleri gibi gittiler.
Neden, çünkü Atlı kavimler ekonomik süreçlerin nasıl işlediğini anlamak ve yüksek kültür üretmenin önemini yeterince kavrayamadı. Yerleşik güçlü kültürler zamanla göçebe kültürleri içine çekiyordu ve dönüşüm kaçınılmazdı.
Atlı kavimlerin her şeye rağmen yerleşik kültür ve medeniyetlerle aralarında bir ilişki kurmaya çalıştıkları da görülüyor, demek ki onlarda bir şeylerin farkında idi.
Kalıcı zenginliğin ticaretle olabileceği ve bunun için de ticaret yollarının açık olması, malların serbestçe dolaşabilmesi gerekliliğini fark etmişlerdi. Orta Asya’nın Bozkır İmparatorluklarının İpek Yolu üzerindeki mücadelesini bu yönüyle de okumak lazım.
Bu yollar üzerinde egemenlik kurmak demek, sadece vergi almak demek değildi. Tersine ticaretin sürekliliği esastı. Bunun için de çağımızda yaygın olan sigorta sisteminin daha o çağlarda uygulandığını görüyoruz.
Devletler güvenli rotaları kullanan tüccarların mallarına karşı yapılan her türlü taarruzu karşılamayı kabul etmişlerdi. Selçukluların Anadolu ticaret yollarına verdikleri önem hepimizin malumu; bugün Anadolu’nun her tarafında bu dönemden kalma han ve kervansaray kalıntıları en canlı şahit.
İlk İslam İmparatorluklarının sadece savaşçı olmadığı aynı zamanda birer ticaret imparatorluğu oldukları ise genelde unutulur. Bunda suç bizde; geçmişi sadece gaza ve cihat üzerinden anlatırsanız olacak budur.
Halbuki yaşanan çağ içinde İslam coğrafyası erken kapitalizmin tüm doğrularını uygulamış, mevcut ulaşım ağlarını en hızlı ve güvenli hale getirmek ve üretim araçlarını maksimize etmek için ne gerekiyorsa yapmıştı.
Maalesef Moğol akınları sonrası İslam coğrafyasında can güvenliği giderek azaldı. Bilginin doğup dünyaya yayıldığı coğrafya, bilginin köreldiği ve daraldığı bir coğrafyaya döndü. İslam dünyasının kendine öz güveni Osmanlı’nın askeri gücü ile bir süre daha ayakta kalsa da bu da bir yere kadar oldu.
Azalan askeri güç ve değişen ticaret yollarının sonuçlarını yeterince algılayamamak, verimsiz üretim sistemlerini ıslah edememek, küçük ve şahsi hesaplar içinde boğulmak. Zenginliğin kaynağı olarak sadece devletin görülmesi; devletin zaten fakir olan halkın vergilerini kullanarak sermaye aktarımı ile burjuva yaratma çabaları da sonuç vermedi ve hala vermemekte.
Yeni keşfedilen kıtalardan dünyaya yayılan patatesin beraberinde hızlı nüfus artışını getirmesi, altın ve gümüşünün enflasyona yol açması, biz daha manifaktür üretime yetişeceğiz derken sanayi inkılabının kapıyı çalması beklenen sonu yaklaştırdı.
Bütün bunlara rağmen kader önümüze yeni fırsatlar da sunuyor.
Çin, korona ile büyük bir yara aldı ve bu da bizim için bir fırsat. Ama korkarım bu hikayenin sonu da Sovyet İmparatorluğunun çöküşü ile önümüze açılan fırsatları kaçırışımıza benzeyecek. 1929 Buhranının açtığı kapıları da algılayamamıştık.
Çünkü hala saçma sapan kutuplaşmalar ve tartışmalar içinde kendi siyasal kamplarımızı tahkim etmeyi çocuklarımızın geleceğine tercih ediyoruz.
Sahte kapitalizm düşmanlığı yaparken aslında içinde debelendiğimiz vahşi devlet kapitalizminin farkında olmamak, bireye değer vermemek, özgürlüğün önemini anlamamak, gücün ve zenginliğin devletten kaynaklandığı bir sistemde büyümenin imkansızlığını kavrayamamak…