Yavuz Sultan Selim mi İsmet İnönü mü?

Hafta sonu Çorlu Kitap Fuarında “Dervişler, Fakihler, Gaziler - Erken Osmanlı Döneminde Dini Zümreler 1300-1400” adlı kitabın yazarı Prof. Dr. Haşim Şahin hoca ile “Balkanların Fethinde Gazi Dervişler” konulu kısa ama oldukça doyurucu bir söyleşi gerçekleştirildi.

Haşim hocanın soru cevap kısmında katılımcıların bir kısmının Babailer isyanından Çaldıran’a uzanan süreci sanki daha dün olmuş gibi hissederek dile getirdikleri duygusal yaklaşım ve sert yorumlarına karşı yönelttiği soru, en azından benim için oldukça zihin açıcı idi: “Bir tarihçi ve akademisyen olarak mı yoksa şahsi fikrimi mi duymak istiyorsunuz?”

Aslında bu sorudaki ikilem hiçbirimize yabancı değil. Genelde ülke insanı olarak gerek soru sorarken ve gerekse bize yöneltilen sorulara cevap verirken duymak ve duyulmak istenen cevaplar verilir ki bu durum akademik camia için de fazlası ile geçerli. Halimiz çoğu kez politik bir fıkradaki kahramanın durumuna benzer.

Diyarbakırlı bir vatandaş uçağa biner yanına da kelli felli bir herif oturur. Tipinden bölge insanı olmadığı bellidir ve adamı önemli bir devlet görevlisi sanar ve biraz sonra açılan muhabbet de o minvalde yürür. Adamın bölge ile ilgili sorularına sürekli olarak “Allah devletimizi başımızdan eksik etmesin, zeval vermesin. Her şeyimiz var vs.” diye cevaplar.

Sohbet, muhabbet derken yolculuk biter. Adama Diyarbakır’a neden geldiğini sormak çok sonra aklına gelir. Adamın avukat olduğu, bir insan hakları örgütü adına hak ihlalleri ile ilgili davaları takip ettiği ve bir olayla ilgili tahkikat için geldiğini öğrenince başlar makineli tüfek gibi “bize şöyle yapıyorlar, böyle yapıyorlar…” diye sayıp dökmeye…

Adam şaşırarak “Yahu biraz önce uçakta başka şeyler söylüyordun” deyince hemen cevabı yapıştırır “Efendim o benim resmi görüşümdü!”

Türkiye’deki atmosfer pek çok konuda maalesef insanları böyle bir ikircikliliğe itiyor. Ne dini ne etnik ne de ideolojik konularda kimse gerçekte inandığını ya da gördüğünü ifade edemiyor. Maişet derdi ve evlad ü iyal hak, hukuk, adaletten önce geliyor.

***

Alevilerin zihinlerinde Çaldıran dip diri bir şekilde dururken yakın zamanın yok sayılması ile Sağcı- Muhafazakar çevrelerin 1950 sonrasında ülkeyi nerede ise birkaç yıl istisna Sağ partilerin yönettiğini yok sayması ve tüm suçun vesayet, statüko denilerek CHP zihniyetine atılması birbirine benziyor.

Çaldıran Savaşı genelde tarihsel ve sosyolojik bağlamından kopuk bir şekilde tartışılır ülkemizde. Halbuki, Çaldıran Büyük Selçukluları yıkan Oğuz İsyanı, Rum Selçuklu Devletini yıkıma götüren Babailer İsyanı benzeri bir sürecin devamı olarak karşımıza çıkar. Üçünde de devletin kurulmasında büyük rol oynayan konar-göçer Türkmen kitleler kendi kurdukları devlet içinde ötekileştirilmeye bir tepki koyarak Haşim Hocanın deyimi ile yeniden kendi devletlerini kurmak isterler.

Büyük Selçuklu, Rum Selçuklu ve Osmanlı devleti üçü de merkezileştikçe ana kurucu unsurlarından olan bu kitlelere sırtını döndükleri için tepki çekmişlerdi. Son olayda Şah İsmail’in rolünü bu açıdan ele almak gerekiyor, çünkü Şah İsmail olmasa da Anadolu’da devleti zora sokacak büyük bir isyan her an çıkabilirdi ve nitekim daha sonraki Celali isyanları da bunu gösteriyor. Bir de burada Haşim hocanın şu tespiti çok önemli. Bugün Aleviler Osmanlıyı Sünnilikle özdeşleştirirken ve Sünnilerde her şeyi ile sahiplenirken uzun Osmanlı asırlarında pek çok Sünni şeyhin Osmanlı devlet idaresi tarafından siyaseten idam edildiği gerçeği nedense hep görmezden gelinir.

Çaldıran üzerinden her fırsatta Osmanlı ile hesaplaşmaya hevesli olanların Aleviliğin her yönü ile yasaklandığı Cumhuriyet dönemini “eşit vatandaş olduk” olarak görmeleri gerçekten çok ilginçtir. Nedense yakın geçmişi konuşmak uzak geçmişi konuşmak kadar kolay gelmiyor insanlara.

Çok partili hayata geçildiği günden beri ülkede 3 kez açık darbe gerçekleşirken darbeciliğe karşı olduğunu söyleyen Sağ siyaset Kemalizmin Sağ kolundan gelen 12 Mart ve 12 Eylül Darbelerini kınar gibi yaparken 27 Mayıs darbesine şiddetle karşı görünürler. Peki, gerçekten öyle mi?

Bugün herhangi bir Sağcı lider Demokrasi Şehidi diyerek Adnan Menderes’in kabrini ziyaret etmek ile onun ve iki mesai arkadaşının idamına zemin hazırlayan darbenin kudretli ve şahin Albayının kabrini de ziyaret etmek arasında bir çelişki görmez. Belki çok basit olacak ama 28 Şubat’ın sağcı yalaklarının bizzat Ak Parti eli ile en yüksek makamlara kadar getirilmelerinin nedense parti içinde hiç tepki görmemesi gibi… Ama tüm olanlar için CHP zihniyetini suçlamak çok kolaydır.

Haşim hocadan bir alıntı ile bitireyim: “Çaldıran’ı konuşuyoruz ama mesela neden Yassı Çemen savaşını konuşmuyoruz?”

Sanırım konuşmamızın nedeni belli. İyileşememiş yaralarımız var ortada ve daha sonrakilerin yaptıkları kabuk tutmuş yaraların sürekli kanamasına yol açıyor. Yaraları kanatanlar konuşulamayıp eleştirilemeyince de ihale Yavuz Sultan Selim, İsmet İnönü ve benzerlerine kalıyor.

YORUMLAR (18)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
18 Yorum