Adem’in yakarışı ve Arvo Pärt
"Din, biz farkında olmadan hayatımızdaki tüm süreçlere rehberlik eder. Dinin kompozisyonumda çok önemli bir rolü olduğu doğru, ancak bunun nasıl gerçekleştiğini tarif edemiyorum.”
2010 senesinde, 38. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali’nde tarihi bir gece yaşanmıştı. O sene Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbul ile 2011 Avrupa Kültür Başkenti olan Talinn’in ortak duyguları birleşiyordu. Zamanın yaşayan en önemli bestecilerinden Arvo Pärt’ın “Âdem’in Yakarışı” adlı yapıtının dünya prömiyeri Festival’de yer alacaktı. Aya İrini’de gerçekleşen konserden önce Pärt’a yaşam boyu onur ödülünü dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Estonya Cumhurbaşkanı Toomas Hendrik Ilves ve IKSV yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı takdim etmişti.
Ortodoks Kilisesi’ne mensup son derece dindar bir besteci, çağlar ötesinden beri Hristiyanlık ve İslam’ın karşı karşıya geldiği bir şehirde kutsal bir eserle dinleniyordu.
Adem’in Yakarışı Pärt’in opus magnumuydu adeta. Müziğini o güne kadar getirmiş her öğe eserin içinde vardı. Ortaya çıkan kompozisyon, Adem’in Cennet’te hissettiği neşeyle başlayan, oradan kovulduğu andaki acı kederi anlatan, daha adil bir Cennet’i yeniden kazanma konusundaki sahih arzusu arasında ilerleyen ve sonunda İsa’nın çarmıhıyla gerçekleşen kurtuluşla biten duygusal bir öyküyü anlatıyordu.
“Bana merhamet et ey Tanrım. Düşen yaratığına merhamet et.”
Şu an unutulmuş olsa da hatıralarda flulaşsa da o an için devrim yüklü bir sanat faaliyetiydi bu. Zaten o zamanlar Türkiye sanat tarihinin de zirvesi olan yıllardı. İki kültürün böylesine tarihi bir ortamda unutulmaz buluşmasının öyküsü Estonya televizyonu tarafından belgesele çekildi. Tümüyle Arvo Part’ın eserlerine ayrılan konser, şef Tonu Kaljuste yönetimindeki Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası, Grammy ödüllü Estonya Filarmonik Oda Korosu tarafından seslendirilmişti.
21. yüzyılın Mozart’ı olarak da adlandırılan Pärt, 1935’te Estonya’da Ortodoks bir baba ve Lüteryen bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 2007 yılında “Da Pacem” adlı bestesiyle En İyi Koral Albüm dalında Grammy ödülü kazandı. Reha Erdem’im 5 Vakit’i de dahil olmak üzere 50 küsür filme müzik yapan Estonyalı dâhi, bugün ismiyle anılan müzik kuruluşunun içinde şapel bulunduracak kadar dindar, dinle yaşayan ve hayatının her anına dahil etmek isteyen bir besteci.
Elbette böyle insanlar için hayatın hep bir sancısı olmuştur. Ortodoks Kilisesi’ne yaptığı yolculuk, komünist Estonya tarihinin karmaşık bir döneminde, bir Estonyalının herhangi bir kilise üyeliğinin militarist olarak değerlendirildiği, laik SSCB’ye siyasi bir meydan okuma eylemi olarak yorumlandığı bir dönemde gerçekleşti. Hikâyenin sonunda, 1980 senesinde Estonya’dan ayrıldı. Yine de yaşadığı bu mobbing onu, yaptığı müziğin ruhaniliğinden hiçbir zaman vazgeçiremedi. Arvo Pärt, ilham dolu, aynı zamanda geçen yüzyılın en baskıcı hükümet sistemlerini yıkan inanç müziğini yaratmakta diretti. Baskıcı sistemler -bir nispette- yok, fakat onun müziği ve aşkın eserleri sonsuza kadar dinlenecek.
Müziğindeki dindarlığı göstermek zorunda hissettiği bir baskı değil, ruhundan gelen inceliklerle hissettiğimiz bir ton. Hakkında çok az konuşmak istediği inancı bir yanda, bir röportajında şöyle bir cümle sarfeder. “Dinimi anlamak için müziğimi dinleyebilirler, Bilmek için ise okumaları gerekir.”
70’li yıllardan beri yaptığı sözlü bestelerin çoğunu İncil metinleri ve klasik Ortodoks duaları oluşturuyor. “Sözler müziğimi yazıyor. Benim için sesi söz belirler. Başlangıçta olan söz...” Burada konu şudur: bugün dahi modası geçmiş ve çoğunluk için bir anlam ifade etmeyen ilahi formlu müziği böyle bir çıtaya nasıl taşımıştır? Dini menşeli salt metinleri okuduğunda ruhunda karşılık bulamayan pek çok insan, Arvo Pärt eşliğinde dinlediğinde neden mest oluyor?
Elbette onun için müziği, içinde tefekkür ve huzur bulunduran bir dua alanından geliyordu. 10 yıl kadar beste yapamadığı bir dönemi sonlandırırken bu ilhamın ve devamlılığının duaya tutunmakla olacağını söylemişti.
“Bestelerimi yapabilmem yalnızca dua ile mümkündür. Elinizde bir fener gibi dua varsa, bu ışıkla müziğin içinde ne olduğunu görebilirsiniz.”
Müziğinin ve sözlerinin insanların kalplerinde, zihinlerinde veya bedenlerinde ulaştığı yeri tam olarak saptamak elbette imkânsız, onun hayatına daha yakından bakmak, müziklerini dinlemek, eserlerinin doğası hakkında bize fikir verebilir; Elbette varacağımız yer Pärt söz konusu olduğunda estetik ve mükemmeliyettir. Her şeyin sonunda dinleyiciyi kendisine çeken şey budur. Kendi dirilişini anlattığı şu sözde olduğu gibi:
“Doğrusu, doğrusu, size söylüyorum, bir buğday tanesi toprağa düşüp ölmedikçe, yalnız kalır; ama ölürse çok meyve verir” (Yuhanna 12:24).