‘Başkanın Adamları’
Maxwell Mccombs ve Donald Shaw “Kitle İletişim Araçlarının Gündem Belirleme İşlevi” isimli çalışmalarında kitle iletişim araçlarının, adayların seçim kampanyası sırasında söylediklerini yansıtırken önemli konuları belirleyebileceğinden bahseder. Medya, kampanyanın “gündemini” tamamen belirleyebilir.
McCombs’a göre medya insanlara ne düşüneceklerini söylemese de ne düşünmeleri gerektiğini söyler. Yani hangi konuların, hangi kuruluşların kamuoyunun gündemine taşınacağını medya belirler. McCombs, gündem belirleme konusundaki araştırmaları özetler ve ardından bu araştırmaların halkla ilişkiler üzerindeki etkilerini tartışır. Medya, algıyı yönetmekteki en büyük güçtür.
Bu minvalde medya gücünün seçimlere olan etkisi, manipülasyonun kitlelerin bakış açısını ve siyasi yönelimini belirleyen en önemli etki mekanizmalarından birisi olduğuyla alakalı etkili filmler çekildi. Arka planda neler olup bittiğine tanık olmamız, bizde oluşan değişim ve dönüşümün tedrici olarak nasıl oluştuğuyla alakalı olarak çekilmiş, oldukça başarılı filmlerdi bunlar.
Bahse konu filmlerden ilk olarak “Mançuryalı Aday- The Manchurian Candidate”dan bahsetmek isterim.
Siyasi gerilim filmlerinin kült yönetmeni John Frankenheimer tarafından çekilen film, Richard Condon’ın aynı isimdeki romanından uyarlanmıştı.
Bir siyasi lidere etki altına alınmış bir ajanla suikast düzenlemeyi amaçlayan, Soğuk Savaş komplosunu konu alan gerilim filmi, 1962’de gösterime girmesinin ardından onlarca yıl boyunca ne kadar ileri görüşlü bir yapım olduğunu ispatlar gibiydi.
Ertesi yıl John F. Kennedy’nin gerçek hayattaki karanlık suikastı, takip eden 10 yıl boyunca Amerika Birleşik Devletleri’nin Vietnam’daki anti-komünizm müdahalesinin oluşturduğu bataklık, 90’lar döneminin genel kültürel paranoyası ve Bush döneminde Dick Cheney’in entrikaları filmin “o kadar da olamaz” denilen öngörülerine selam veren mihenk taşları arasındaydı.
Orijinal film gişede beklenen başarıyı gösteremedi ancak “Mançuryalı aday” terimi kısa sürede kamuoyunun bilincine yayıldı ve bir politikacıyı dışarıdan, yabancı bir ajan tarafından, yabancı foncular, yabancı ülkeler tarafından beyninin yıkanmasıyla suçlamak için kullanıldı. Yani leksikonumuza “Birileri” tabiri bu vesileyle çoktan girmişti aslında. Her suçlamanın öznesi, biricik düşman, faili meçhul ihanetlerin öznesi, her yerde kullanışlı mükemmel o siyasi kavram. “Birileri”
Çekildiği zaman beklenilen etkiyi pek de sağlayamayan filmin gelecek okuyucu özelliğini, tüm zamanların siyasi arenasına tutacağı ışığı keşfeden kişi, filmin ana karakterlerden Frank Sinatra’nın kızıydı. Filmin yenilenmesi için yapımcılığını üstlendi ve film 2004’te yeniden çekildi. Başrolde de Denzel Washington vardı.
Filmin sonunda Conrad’a “Televizyon sana ne yaptı?” diye sorulması ve kendisinin öfkeyle “Seçim sürecini mahvetti!” demesi bahsettiğimiz gücün anlaşılması açısından manidar.
- Bahsetmek istediğim diğer film “Başkanın Adamları- Wag the Dog”
Filmin konusu seçmen dikkatini başkanlıktaki taciz skandalından uzaklaştırmak için Arnavutluk’ta bir savaş uydurulması ve tüm seçmen algısını bu sahte savaşa çekmekle alakalı. Amaç basit; Seçim gününe kadar dikkatleri dağıtmak, plan çılgınca; kamuoyunu ABD’nin Arnavutluk’la savaşa gireceğine hatta girdiğine inandırmak… Filmde mevcut ABD başkanının adının -tam da başkanlık seçimleri öncesinde- büyük bir skandala karışması, Beyaz Saray gündemini değiştirmek adına, işi sahte bir savaş sahnesi prodüksiyonu çektirmeye ve bunu gerçek bir habermiş gibi servis ettirmeye kalkışmasını anlatıyor.
Başrollerini Robert De Niro ve Dustin Hoffman’ın paylaştığı bu kara komedi, acıklı fakat kanıksanmış gerçeği en net biçimde perdeye taşıyan filmlerden birisi. Görüyoruz ki milliyetçi duyguları sömürme kartı, iskambil destesindeki joker gibi tıpkı. Her işi görüyor, her gerçeği örtüyor, hemen her ülkede varsıl gücü azalan politikacılar için her an ele gelen vazgeçilmez ve sanal siyasi bir koz.
Elbette bir savaşın yanında skandal küçük bir kavramdır fakat bir skandalı da ancak bir savaş yok edebilir…
Seçim kampanyası ile seçimleri manipüle etmek nasıl olur filmde bizzat görüyoruz. Gerek dünya gerek ülke siyaset tarihinde oldukça alışık olduğumuz bir durum bu elbette.
Wag The Dog, siyaset, medya ve gösteri dünyası arasındaki bulanık çizgileri de inceleyen bir yapım. Elbette siyasetle ilgili her film siyasi bir düşman gerektirir. Düşmanı yaratmak siyasetçinin işiyse de onu büyütmek medyanın işidir. Filmde (ki çekileli neredeyse 30 sene oluyor) medyanın nasıl politikayla kol kola yürüdüğünü ayan beyan izliyoruz. Basın toplantısına yerleştirilmiş ve soracağı sorular dahi önceden hazırlanmış gazetecileri yine hazırlanmış cevapları görüyoruz. Başkanlık seçimindeki diğer adayın iktidar partisinin planlarını bozmak için nasıl çabaladığını fakat medyatik gücü arkasına alamadığında nasıl boşa çıktığını acı acı tecrübe ediyoruz.
Yine filmde en can alıcı noktalardan birisi yeniden seçilmesi için uğraşılan başkanın ekranda hiç görünmemesi. Gerçekleştirdiği dış politika ziyaretlerinden, söylediği her kelimeye kadar arkasında kriz için çalışan ekip söz sahibi. Film de zaten adını “Başkanın Adamları” olarak tam da bu durumdan alıyor. Sistem aslında kuyruğunu sallayan bir köpek değil, kuyruk tarafından sallanan bir köpekten oluşuyor.
Filmde Robert De Niro’nun “Arnavutluk hakkında ne biliyorsun? Bize bir şey yapmamış olabilirler ama bizim için bir şey yapmış da değiller.” Cümlesi çok çarpıcı. Zarar vermemiş olmak yetmez, fayda sağlamış olup olmamak, bu pragmatizm bir anlamda Amerika siyasetinin de hemen her filmde kör gözüm parmağına politik yolunu imlemesi açısından manidar.
***
Günün sonunda güven, demokratik bir toplumun kritik bir bileşenidir. Bize gerçekle mi yoksa karmaşık bir yalanla mı beslendiğimizi kesin olarak bilemeyiz ve bu nedenle bir dereceye kadar bilgi kaynaklarımıza güvenmek zorundayız. Bu da bağlantılı bir soruyu akla getiriyor: Hükümete ve medyaya güveni nasıl inşa ederiz ve bunu yapmak kimin sorumluluğundadır?
Her şeyden önce bu filmler hükümetin siyaset yüzünden mi yoksa politika yüzünden mi bir şeyler yaptığına dair genel soruyu yeniden düşünmenizi sağlıyor.
Şimdi ve her zaman akıllarda o soru; “Muktedirler bir şey yaptığında, bu planlanmış bir politika gündeminin parçası mıdır? Yoksa gündemi kontrol etmeye yönelik bir iletişim planının parçası mı?”