Belki de ihmal, kaderimiz olmuştur
Birçok insan için siyaset yorucudur. Bazıları için öfkelenme sebebidir. Kimileri için de muktedirin sonsuza kadar savunulması gereken bir alanı…
Kamuoyu mıknatısın etrafındaki demir talaşları gibi tamamen ikiye ayrılmış durumda. Son seçimlerden sonra topumun ekserisi siyasete göreceli olarak yabancılaşmış veyahut yaşadığı hayal kırıklığıyla birlikte siyasete çok az ilgi duyuyor. Kalanı da ısrarla siyasete aşırı duyarlı, aynı zamanda aşırı partizan.
Partizanlar için yaşananlar olumlu bir şeyse partisine, olumsuzsa karşı tarafa ait. Hayaller ülkesindeki bir toz pembelik, bembeyaz sayfalarda yaşamaklık paylarına düşen…
Bu çift kutba ayrılmış toplum, tarihinin en büyük felaketlerinden birisini yaşadı ve ne yazık ki elim bir faciada bir araya geldi.
6 Şubat depremi ülkenin yaşadığı en büyük yıkımdı. Binlerce insanın vefatı, sağ kalanların ruhen vefatı, vefat sonrası yaşadıkları acıyla sığınacakları evlerinin dahi olmamasının acısı… Hatıralarının, komşularının, akrabalarının hatta evcil hayvanının dahi yanı başında olmayacağı bir dünyanın tasavvuru. Kötü koşullarda yaşamaya mecbur kalma, çadırlar, konteynırlar, susuzluk, belirsizlik… Eşi, benzeri olmayan bir yıkım, talan, yağma.
Depremin hemen ardından, insanların can çekiştiği, birbiriyle haberleşmeye çalıştığı anlarda eleştirileri sansürleme girişimleri hala kulağımızda. “Çarpıtma ve yalan haberlerin not edildiğinin” söylenmesi “zamanı geldiğinde bu not defterinin açılacağı” tehditleri...
Sanki en elzem iş buymuş gibi “sahte haberler üreten veya yayan” kişileri bildirmek için bir akıllı telefon uygulaması kullanılması…
Sonrasında sosyal medya kullanıcılarının, gazetecilerin dezenformasyon yaydıkları iddiasıyla tutuklanmaya başlanması; en vahim olanı Twitter dahil sosyal medya sitelerinin geçici olarak kısıtlanması…
Nasıl bir refleks insan hayret ediyor. Cenazeye giderken dahi bir imaj peşinde olma hali, yaklaşan seçimin gerginliğinden mevcut atmosferden çıkamama hali… Siyasetin nasıl bir beka çukuru olduğunu gördüğümüz o içler acısı hal yani…
Şu geçen 1 seneden sonra bakınca ne kadar can yakıcı, düşündüğümüzden daha da acı hamleler olduğunu anlıyor insan.
Yaşanan bu kadar trajedinin hiçbir sorumlusunu ilaçlık da olsa görememiş olmamız bir yana, “istifa” denen ve modern demokrasilerde gayet aktif işleyen o müesseseye asla rastlamamamız da ayrı bir ibrettir. Bu eşi benzeri olmayan bir yapışmama halidir. Teflon hayatların iktidarıdır.
Can havliyle alınmış önlemler, hissedilen korku elbette mesnetliydi. Bu korku kendisinden önceki koalisyon hükümetinin, 99 depreminde yaşanılan vahametle birlikte bir daha gelmemek üzere siyaset sahnesinden silinmesi gerçekliğine dayanıyordu. Ecevit ve hükümeti depremden ne kadar ders almış olsa da depreme dair bir sürü önlemi hayata geçirmeye çalışsa da artık çok geçti. Siyasi hayatının ipini kesen en önemli faktörlerden birisi de bu büyük facia olmuştu.
99 depremi ve ihmaller silsilesi mevcut muhalif siyasetçiye de rakibinin başarısızlığını boydan boya imleyebileceği sonsuz bir alan sundu haliyle… Deprem çadırlarında, yer sofralarında, olabilecek tüm anlarda bu ihmaller, alınmamış önlemler anlatılıyordu. Ekranların tüm akşamlarda konusu bu ihmallerdi.
Her siyasetçinin tek tek özgürce çıkıp hesap verdiği, soruların sorulabildiği eski zaman ekranlarından bahsediyorum elbette… Ve gereken oldu. Deprem zamanı iktidarda olan mevcut hükümet gitti, bir devir kapandı, neredeyse kapanmamaya ant içmiş bir devir başladı.
İsmet Özel “Allah insanı iddiasından vurur” demiş. “Kader diyerek geçiştirilemez” cümlesi depremde mevcut hatalarla yüzleştiren bir cümleydi. Ecevit’e ve hükümetine hep bu cümle ile atıldı tokatlar hatırlayın “Kader diyerek geçiştiremezsiniz”
Bir deprem, kader olmadığını gayetle bildiğimiz deprem sarfedilen şu “geçiştiremezsiniz” cümlesinden, gerçek muhatabı işaret eden şu “kader olamayacağı” cümlesinden 24 sene sonra gerçekleşti…
Uzmanların defalarca uyardığı, beklendiğini söylediği o yürek burkan facia gerçekleşti. Kaybolan on binlerce hayat, yüz bini aşkın yaralı, Türkiye’nin bir daha gülmemek üzere solan yüzü…
-Seçimler arasında kalmış kullanışlı gündem
İnsan yaşadığı acıyı, ölümü bir nispette içselleştirebilir fakat uğradığı haksızlığı, işte onu kolay kolay kanıksayamıyor. Bu büyüyen öfkenin heyulasını görmeyen gözlerin artık açılması lazım. Bu kadar darmadağın, yıkık insanın olduğu yerde sizin saçma siyasetiniz, bekanız gündem olmasın artık.
Konteynırda, çadırlarda bir seneyi geçirmiş ruhen de bedenen de bitik insanlara uzatılan tepside “yerel yönetim, merkezi yönetim uyumu” üstü örtük biçimde hatırlatılmamalı. Arkasında bir sürü planı olan, gözdağlarından sıra dağlar oluşturmuş bir söylem bu elbette…
Ya hu 3 kuruşa 5 köfte siyaseti bu. İncitici, zedeleyici bir tarz. Verilmek istenen mesaj önce değerlerimize mugayir, sonra çekilen acının hatırına… Makyavel dahi Fatiha okumaz bu ruha. Bilinmeli.
Her kâbus sizin güzel rüyalarınıza araç olmasın. Bu kadar haksızlık içeren bir söyleme, üstü örtük tehdide muhatap olmasın bu yaralı halk.
Acıların üstünde tepinilmez. Dağda taşta aç kuşun hüsranını yaşayan Hz. Ömer’in ahlakından payımıza düşen bu olamaz.
Bunca acının yaşandığı topraklarda o şehrin hamisi olan insanı yeniden aday yapan muhalefet de eline alsın takkeyi bir düşünsün. Bu ülkede bu yapışmaz siyasetten en çok usanan siz olmalı değil misiniz?
Bunca depremzedenin yaşadıklarını umursamamak değil mi bu? Ne farkınız kaldı? Ya da elinizde başka birisini aday çıkaracak bir insan mı kalmadı? Bu akıl tutulmasından önce siz elinizi çekmelisiniz.
İktidarı muhalefeti, bu faili meçhullük, bu edilgenlik, bu hesap soramama hali insanı çaresizliği içerisinde boğan, nefes aldırmayan bir hal.
Deprem bize yaşamımızda rastlayacağımız en acı fotoğrafları gösterdi. Geriye dönüp baktığımızda sayısız insanın ahını, ilencini ve çaresizliğini duyuyoruz. Bu kadar çok insanın öldüğü yerde hiçbir şey kader değildir, ancak ihmaldir.
Belki de ihmal, kaderimiz olmuştur.