Biz buradan devam?

Siyaset bir terazi üzerine kurulu. Ağırlaştığın oranda değerleniyorsun, sen ağırlaştıkça karşı taraf hafifliyor. Bu gücü ve ağırlığı devam ettirmek için bir öteki kimliği yaratmak ve bu yarattığın kimliği farmville’deki bitkiler gibi zamanı geldikçe beslemen gerekiyor. Artık geri planda ne olup bittiğinin, bunun vatandaşa olan izdüşümünün çok da bir önemi olduğu söylenemez.

“Onlar kendi aralarında ne yaparlarsa yapsınlar”

Türkiye’de siyasi kutuplaşmanın yarattığı etkileri hali hazırda yaşıyoruz. Bu bir reformist ideallerden kendi ideallerine dönüşün de öyküsü aslında. Kitlesel düzeydeki kutuplaşma ülke genelindeki vatandaşları birbirini dışlayan siyasi kamplara bölmeye itiyor. “Biz onlara karşı”, “Biz buradan devam” zihniyetinin ve siyasi kimliğinin yükselişi partizan medyanın da olanca desteğiyle harlandıkça harlanan bir ateş gibi.

Aslında kutbun bir yanında uzun zaman ötekileştirilen İslamcılar için bu söylemlerin adiliği bıktırıcı düzeydeydi. Yani o basınca maruz kalmış beher dindar bir gün muktedir olduğunda en azılı düşmanına dahi böyle bir dil kullanmayacağını söylerdi. Çünkü insan acı çektiği yerden acı çektirmez, vurulduğu yerden vurmaz. Geçmişin histerilerini hayatının hiçbir dönemine hele ki gençliğine taşımaz. Gel gör ki…

“Siz valsle zumbayla oyalanadurun”

Siyasi kimliğin sosyal kimliklere dönüştüğü karşılıklı güvensiz toplumlarda en önemli sözler unutulur, amentüler geçmişin puslu manzaralarında kalmış silik bir silüet olur. Yazının başında da bahsettiğim gibi aslında bu bir güçlenme, yükselme formundan çok sınırlarını belirleme tavrıdır. Masum bir nefret dilidir. Sizi affetmedimdir.

O esnada…

Türkiye Cumhuriyet’i 100. Yılını oldukça görkemli törenlerle kutladı. Bir arada yaşamanın en güzel fotoğrafları verildi. Her kesimden insan aynı karede, aynı konser yerinde, aynı kortejde. Seçimlerle tam ortadan kırılmış o sopa belki bir günlüğüne de olsa birleşir gibi oldu. Cumhurbaşkanı’nın kutlama mesajları tam duymak istediğimiz, samimiyeti de belli sözlerdi. Filistin’de yaşanan katliamların hüznü ve 100. Yıl sevinci iç içe geçmişti. Bu kapsayıcılıktan başka çare yoktu.

Gel gör ki…

Kendisinin tüm bu kuşatıcılığına ve inandırıcılığına sekte vuracak bir dizi güç gösterisi kurmaylarından günbegün geliyordu. Başarıyı yükseltirken başkalarının yaşam formuna “siz orada kalın” demek aslında siz benimle asla yol yürüyemezsiniz demekti. Jetler, araba floları, uçak gemileri, dronlarla çizilmiş Atatürk silüetleri arkasından istihzalı bir gülme, boş bir kahkaha atmaktı. “Siz dans ederken bakın neler oldu” demek gizli bir üsten bakma kibriydi. İlahi...

“Demokratik erozyon ya da dindarlık erozyonu”

Kimse sizlerden Mekke’nin fethinde yorgun adımlarla ilerleyen devesinin üzerinde, kendisine yapılanları ve yapanları alçakgönüllü bir barışla unutan Nebi’nin tavrını elbette beklemiyor. Gerçi ortada ne bir fetih var ne de bir fatih.

Birileri sizi ölümcül bir ısrar ve propaganda ile bir şeylere inandırmaya çalışıyorsa ortada büyük bir kazanım yoktur çoğu zaman. Ne var ki, bazılarının sönmesini istemedikleri intikam ve rövanş ateşi, her ne kadar kendi varlıklarını sürdürme kaynağı olsa da yapılan güzel işleri de gölgeliyor.Bu ülkede bir şeylerin doğru yapılıyor olmasının kriteri hep başkalarının bir şeyleri zamanında yanlış yapmış olmasına mı dayanmalı? İyi olarak yaşama iddiasını sürdürebilmek için mutlaka birilerinin kötülük kalesini koruması mı gerekiyor? Bir şeylere sevinebilmek, başarıların tadını çıkarabilmek için ötekinin cesedinin çiğnenmesi mi gerek? Kutlu günler hep kurban mı arıyor parlamak için? Bu nasıl bir rölativite?

Zamanın bağrında yeri göğü seküler öfkeyle inleten “ezan, hadi ezan” teyzelerinin, elinde Domokles’in kılıcı dindara durmaksızın harakiri yapan diktanın, okulundan hayatından atılmanın, yaşamın kıyısında kalmanın sancısı gibi bir sancıyı yaşayanların evlatları. Sözüm size;

Yaşadığınız bu refahı o sancıların iklimi doğurdu. Sizden beklenen “Kim kime benzerse o ondandır” hadisine de ramak kalmış bir tavır olamaz. Bekleniyorsa da olamaz, beklenmiyorsa hiç olamaz.

Zumba, hususen bir resepsiyon dansı, modernlik vurgusu, dindarın da can damarı olan vals yapması seni rahatsız ediyor ki sen o esnada son SİHA’nın vidasını sıkmakla meşguldün diyelim.

Kayırma, enflasyon, nepotizm, gençlerin 6 kişilik yurt odalarına sıkıştırılması, bozuk asansörleri, parasızlığı seni neden rahatsız etmiyor? Valsi zumbası mı kalmış- dolmuş ücreti olmuş kaç lira. Memlekette 9 aylık asgari ücretle alabildiğin telefonu elalem 10 günlük maaşıyla alıyor? Herkesi vekil maaşı alıyor sanan bir burjuvazi sanrısı mı yoksa bu? Hadi sen oradan devam…

Ez cümle. İktidar bu şimşek çakınca biten mantarlar gibi ülkenin en mühim kutlamalarında dahi bir öteki bulan öfke seli kurmaylarından kurtulmalı. Artık başarıyı kör göze parmak sokar gibi bir düşman yaratma fikriyle sunma hali son bulmalı. Tarihin en zorlu seçimini kazanan iktidarın böyle küçük atraksiyonlara ihtiyacı mı var? Sadece kalp kıran, seçmen uzaklaştıran bir PR gafı.

Bu vesile siyasetin de çok da genç işi olmadığını anlamış oluyoruz. Görüyoruz ki arkadaşlarıyla bir üniversite kafesinde kahkaha atacak yaşta olan genç siyasetçiler asla Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta değiller.

Koca bir ulusun geçmişe telmih dolu başarılarını iki dans şekline kitleyen idrak siyasetten uzak dursa hem ülkeye hem de kendi partisine daha çok fayda sağlar.

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum