Cübbeli Messi

Müslümanlar ve Müslüman ülkeler, yüzyıllardır dünya üzerinde herhangi bir alana damgalarını vuramıyor ve adlarından söz ettiremiyor. Bu durumun dışsal nedeni olarak Avrupa’nın yaşadığı türde bir rasyonel aydınlanmayı yaşayamamış olmaları ve emperyal güçlerin kolonyal tahakkümlerine maruziyeti gösterilebilir. Bunların yanında İslam toplumlarının içine düştüğü tembellik, iç çatışmalar ve zihinsel dönüşümü gerçekleştirememiş olmaları gibi birçok içsel neden de var. Üzerine çok söz söylenmiş ve söylenmeyi de hak eden bir mevzu olmanın ötesinde bu vaziyet -kaçınılmaz olarak- medeniyet sahnesinde birçok alanda kendini düşük hissetme duygusunun üstesinden gelmeye yönelik tepkileri meydana getiriyor.

Topyekûn bir ülke olarak öne çıkamayan Müslüman toplumlar, münferit olarak dünya sahnesinde bilim, sanat, felsefe ve edebiyat alanlarında öne çıkmış Müslüman şahıslarla haklı gururlar yaşadı. Bunun yanında petrol geliri ile zenginleşen Körfez ülkeleri, paranın verdiği kendine güven duygusu ile normalde yakalamayacakları imkanları yakaladı ve -iyi niyetli bir yorumla – bu imkanlarıyla medeniyet sahnesinde kendi kimlikleri ardında İslam -ve kaçınılmaz olarak Arap -kimliğini hissettirdi. Bunu yaparken çoğunlukla paranın elde edemeyeceği, neşvünema bulması uzun yıllar, sancılı süreçler alan medeniyet değerlerinden ziyade, çoğu yine Batı tarafından üretilmiş gelişmişlik öğeleri satın alındı. Öncesinde bunlar tepesi gözükmeyen gökdelenler, bilgisayar tasarımı şehirler, motoru traktör motorundan büyük arabalar, karbonsuz şehirler gibi maddi unsurlarken, sonraları paranın, modernitenin de estetik unsurlarını satın alabileceği keşfedildi ve gerisi geldi…

Mekke’nin kapısı olarak adlandırılan Cidde’de bu ay içinde düzenlenen Kızıldeniz Film Festivali bunun en yakın zamanlı örneğiydi. Lotfy Nathan’ın Harka’sı, Mohammad Alatawi’nin Within Sand filmi gibi birkaç film dışında dünya sinemasında ve festivallerinde hatırı sayılır bir mevcudiyet gösterememiş olan körfez Arap sineması, üstelik yakın zamana kadar sinemanın bile bulunmadığı ve yasak olduğu Cidde gibi bir şehirde, Oliver Stone, Antonio Banderas, Sharon Stone, Nadine Labaki gibi isimlerin de katıldığı görkemli bir festivale ev sahipliği yaptı.

Festival çok ses getirmiş olmakla birlikte, halktan yalıtılmış bir şekilde, belirlenmiş lüks mekanlarda ve oldukça yüksek ücreti ödeyenlerin takip edebileceği nitelikte organize edilmişti, zira halk için bu çok ani ve alışılmadık bir değişimdi. Ama iktidar şunu fark etmişti ki para sadece betonu ve asfaltı değil, sanatı da satın alabiliyordu ve toplum sanatı, sanatçıyı üretmeye başlayana kadar medeniyetin estetik sahnesinde ancak bu şekilde yer alınabilirdi. İster zihinleri sabah akşam modernitenin araçlarına maruz kalan genç nüfusu göz önüne alarak iktidarlarını uzun vadede emniyete alma çabasıyla olsun ister başka bir ulvi nedene dayanıyor olsun, sinema gibi toplum ve kültürlere yön veren bir temel sanat dinamiğine verilen geç ama yerinde destek dünyadan hak ettiği bir alkış aldı.

Organizasyonu sürecinde rüşvet iddiaları ve işçi ölümleri gibi spekülasyonların gündemden düşmediği son dünya kupasına ev sahipliği yapan Katar’da da durum bundan farklı değildi. Kendi futbol seviyesiyle kupa finallerinin yanına dahi yaklaşamayacak düzeyde olan Katar takım halinde finallere katılabilmiş, devasa futbol mabetleri inşa edilmiş ve sonunda Messi’ye bişt bile giydirilebilmişti. Para bunları satın alırken, şehrin panolarına hadisler yazıldı, otel odalarına İslam’ı anlatan materyal yerleştirildi, camilere turlar düzenlendi, şeffaf mescitlerde teşhir edilen namaz ile Batı’nın İslam’la belki de son dönemdeki en yakın “karşılaşması” için imkanlar seferber edildi. Batı devletlerinde önemli oranda Müslüman nüfus yaşasa da karşılaşmalar gündelik hayatın bir parçası olsa da son dönemlerde ilk defa bir Müslüman ülke bu kadar büyük bir Batılı nüfusa ev sahipliği ve hamilik yapmıştı, bunun da ötesinde kendisini bir “model” olarak sunma imkanını zorluyordu.

Yani modern dünyanın küresel bir gündemi olan bu olay, Katar’ın parasal gücü ile Batı karşısında mütemadiyen mevcudiyet ispatı çabasında olan ve modernite sahnesinde kendi kimliği ile yerini arayan Arap-İslam varlığı için bir fırsat olarak değerlendirildi. Öyle ki Batı’nın büyük bir keşif heyecanıyla taharet musluklarına duyduğu ilgi ve hayranlığın bir benzerini belki de ancak Endülüs’ten Antik Yunan felsefesini öğrenen Orta çağ Avrupa’sında görebilirdik.

Sahip olunan bu maddi gücün ‘kazanılmış’ değil, ‘ilahi bir inayet’ olan yer altı zenginlikleri nedeniyle ‘verilmiş’ bir değer olduğunu bu ülkeler de itiraf eder. Her inayet aynı zamanda bir imtihandır da.
Sahip olunan bu kıymetler henüz değerden düşmemişken modern dünyayı, toplumu, gençliği ve gidişatı doğru okuyabilme fazına geçilmesi artık en elzem konu. Zira paranın satın alamayacağı şeyler olduğu gibi, parayı gerçekten hak eden medeniyet değerleri var. Ve bu ülkeler en çok onlara sahip olmaya muhtaç.

YORUMLAR (15)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
15 Yorum