Dere intikamını alır
Uzun zamandır bir sürü felaketle sınanıyoruz. Pandemi, tam yaralar sarılacakken gerçekleşen o büyük deprem, olası deprem riskleri, enflasyon, yokluk, yoksulluk…
İnsanın yeryüzünün başına getireceği felaketleri engellemeye belki gücü yok fakat göreceği zararları minimuma indirmeye çalışmaya var. İşte bu mühim konu. Ve biz bu konuda hiç yol alamadık.
Oysa siyanürle maden aramanın dünyada yaşatmış olduğu felaketler ne ilk ne de sondu.
1998’te Kırgızistan, Kumtor Altın Madeninde 2 ton ağırlığında sodyum siyanür taşıyan kamyon Barskoon nehrine düştü, neticesinde 2.000’den fazla insan tıbbi yardıma muhtaç kaldı.
2014 yılında Meksika’daki Proyecto Magistral madenindeki havuzun yoğun yağışlar neticesinde taşması sonucu yaklaşık 500.000 galon siyanür çözeltisi doğaya döküldü.
Barrick Gold’un Arjantin’deki Veladero madeninde üç siyanür sızıntısı yaşandı ve bir sızıntı beş farklı nehri kirletti. San Juan hükümeti Barrick’ Gold’un Mart 2017’de üçüncü sızıntının gerçekleşmesini engelleyecek iyileştirmeleri tamamlayamaması üzerine firmaya yaptırımlar uyguladı.
Şimdiye kadar en kötü siyanür sızıntısı muhtemelen 2000 yılında Romanya’daki Aural Altın madeninde meydana gelmişti. Barajdan taşan 3,5 milyon metreküp siyanürle kirlenmiş atık Tisza ve Tuna Nehirlerine dökülmüş ve bir felaket meydana gelmişti. Bu sızıntı sadece korkunç çevresel etkilere yol açmakla kalmadı, aynı zamanda insan sağlığına da ciddi bir tehdit oluşturdu.
Romanya’nın Rosia Montana yakınlarındaki Geamana’da, siyanürle kirlenmiş bir gölün ortasında sular altında kalan ve terk edilmiş köy orada öylece durmaktadır.
Şimdi bu felaketlerden bir tanesi de bizim ülkemizde yaşandı. Erzincan’ın İliç ilçesi maden alanında meydana gelen heyelanda 9 işçinin toprak altında kaldığı belirtildi. Yapılan sayım neticesinde 667 işçiden 9’undan haber alınamadığı biliniyor.
Felaketin görüntüleri çok acı. Toprak yığınıyla birlikte doğaya salınacak, karışacak siyanürün akıbeti de belirsiz.
Bir sürü çevre duyarlılığı, sıfır artık projeleri, İklim değişikliği isminin Bakanlık adına eklenmesi yeteri kadar bir çevre duyarlılığı yarattı mı bilemiyoruz. Görüyoruz ki turbun büyüğü heybedeymiş. Biz atık kızartma yağlarını dahi lavaboya dökmezken galonlarca siyanür gözlerimizin önünde doğaya karışıverdi.
Deprem sonrası doğaya karışan toz, asbest, çevrenin ve doğanın gördüğü hasar, maddi hasarlar hepsi bize verilen emanete sahip çıkamamamızla alakalı.
Nisa suresi 119’da “Şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” Ayetinde şeytanın işlerinden bir iş olan Allah’ın emanetine olan hıyanet olarak verdiklerinin aslını bozmaktan bahsedilir.
Bu emanet arzdır. En güzel şekilde yaratılmış doğadır, temiz havadır. Denizler, ağaçlardır. Ağaçlar demişken Kaz Dağları’nda kesilen ağaçların görüntüsü ne kadar yüreğimizi burkmuştu. Verilen mücadeleler, dökülen göz yaşlarını hatırlayalım. O zaman da bu madenin o bölgede faaliyette bulunmaması için verilen mücadele “vatan hainliği” olarak isimlendirilmişti.
Gelinen noktada kimin ülkesini daha çok sevdiği çok açık. Her türlü geri dönüşe aşina olduğumuz şu son yıl siyaseti doğayı koruma noktasında da elbet bir çark edecektir. İş ki geç olmasın.
“Derenin intikamı olur. Dere intikam alır. Bugünü görmemenin bedeli ağır olur.”
Sözleri hatırlayalım. 2009 senesinde İstanbul’da yaşanan sel felaketiyle ilgili AKOM’da bir basın toplantısı düzenlenmiş ve bu ibretlik cümle sarfedilmişti. Dere yatağına yapılan evlerin yaşadıkları felakete bir telmih vardı.
Verilen mesajda doğanın her şeyden, özellikle insandan güçlü olduğu ve kendisine bir zarar verildiğinde bunun bedelini daha da şiddetle ödeyeceğimiz, doğanın intikamını er ya da geç alacağı üzerine bir vurguydu.
Aynı cümleler Karadeniz bölgesinde yaşanan sel felaketlerinde de sarfedilmişti. Dere kenarına yapılmış evlerin akıbeti kötü olmuştu. Vincin kepçesine binmiş iki bakanın zemin araştırmalarını hatırlayalım. Felaket gözlerimizin önüne geldi işte.
Edirne’deki 2. Beyazıt Külliyesi yağışın çok olduğu zamanlarda Meriç’in azgın suları altında kalır. Bu büyük mimari harika, işlevini bu fizibilite eksikliği nedeniyle belirli zamanlarda yerine getiremez. Doğayla uyum içinde yaşama, onun sınırlarına girmeme konusunda bir ibret gibidir koca yapı. Camisi, Medresesi, şifahanesi ile o kocaman Külliye…
Gelinen noktada Siyanürden de yanlış madencilik uygulamalarından da meydana gelen sonucun bizlerden intikamını aldığı görülüyor. Alt tarafı maden arama saikiyle ve kimyasal maddelerle oyulmuş koca bir dağ pamuk yığını gibi yer değiştiriyor, çöküyor, belki de kaç işçiye mezar oluyor… Sonrası zaten muamma. Kim bilir bizi neler bekliyor, en çok da gelecek nesilleri…
Olanlar tamamıyla doğanın var olan yaradılış fıtratına müdahil etmeme gerekliliği ve gerçekliğiyle alakalı.
Görüyoruz ki rant, para, beka uğruna yapılacak hamleler daha büyük bir ziyan ve kayıpla karşılık bulacak; söz konusu tabiatsa. Fakat konu Dimyat’a pirince giderken bulgurdan olmaktan daha bir ağır bir mesele. Burada koca şirketlerin gelir kapıları değil, insan hayatı ve gelecek nesillerin sağlığı söz konusu.
Çevreyi korumak emanete sahip çıkmak gündelik çıkarların künhüne vakıf olmakla, her felakette bir günah keçisi arayıp suçu ona itelemekle değil, gerçek bir bilinçle politikalar üretmek ve onları hayata geçirmekle mümkün.
Yoksa elbet bir gün seçmen de intikamını alır. Ama öyle ama böyle.