Diktatör Franco’nun yasakları mı, Paco De Lucia’nın gitarı mı?

Portekizli bir anne ve İspanyol bir babanın çocuğu olarak 1947 senesinde dünyaya gelen Francisco Sanchez Gomez, anne ismi olan Lucia’yı Francisco’nun kısa söyleniş biçimi olan Paco’nun yanına ekleyerek o muhteşem sahne ismini yarattı ve Paco de Lucia oldu.

Tıpkı birlikte on tane albüme imza attığı can dostu Camaron de La Isla gibi Cadiz’de doğan ve yine onun gibi bir çingene mahallesinde büyüyen Paco’nun da kaderi, coğrafyasıydı.

Kendisini müzikle tanıştıran, eline tutabileceği en erken yaşta, 8 yaşında gitarını veren ve saatlerce pratik yapmaya teşvik eden kişi yine flamenko gitaristi olan babasıydı.

12 yaşına geldiğinde, trajik çingene ağıtlarının ve danslarının özgün biçimlerine ev sahipliği yapan müzikhollerde para kazanmaya başlamıştı bile. Hiçbir müzikal eğitimi olmamasına rağmen 15 yaşında Madrid’e taşındı ve 18 yaşına geldiğinde ilk albümünü çıkarmıştı.

Babası eline tek sermayeleri olan enstrümanını verirken şöyle demişti: “Seni okula gönderemem, sana kariyer öğretemem, sana verebileceğim tek şey bu gitar.” Aynı cümleleri hayatları boyunca flamenko kariyerlerine devam eden kardeşleri Ramon ve Pepe’ye de söylemişti.

Bu cümleler müzik idealinden çok yaşadığı şartların kısıtlılığını bilen bir babanın tutumuydu. Zira İspanya iç savaştan çıkmış, zorlu şartlar altında harap ve bitap hale düşmüştü. Toplumsal, ekonomik dengeler sarsılmış vaziyetteydi.Toplumun önemli bir kesimi tarafından desteklenen ve savaş öncesi düzensizliklere, ekonomik sorunlara çare olacağı düşünülen General Fransisco Franco vaatlerinin bir tanesini dahi gerçekleştirememişti, yaşam şartları günden güne daha da dayanılamaz hale geliyordu.

Franco vadettiği çözümlerden herhangi birini hayata geçirebilmek şöyle dursun, ülkenin yokuş aşağı hızla yuvarlanan düşüşünü milliyetçi söylemlerle, korkutmayla, kendisinden başka bir alternatifinin iktidar olması durumunda “bu günleri de ararsınız” gibi beceriksiz siyasetçilerin mantra söylemleriyle örtbas etmeye çalışıyordu.

Her siyasi yeteneksiz gibi ülkede durumlar iyi gitmediğinde ne yapması gerektiğini de iyi biliyordu. Anında düğmeye bastı ve ülkeyi boydan boya ikiye ayıracak bir kutuplaşma ekseni yarattı. Öncelikle Falanj Partisi’nin gölgesine sığınarak kültürel asimilasyon politikalarını tek tek devreye sokmaya başladı ve bu haliyle İspanya, kötü günlerden daha da kötü günlere giriş yaptı.

Başlangıç olarak tek dil politikası yürürlüğe sokuldu ve Kastilya dili haricinde ülkede konuşulan hemen her dil yasaklandı. Katalanca, Valencia ve Galiçya bölgelerinin yerel dilleri, Bask bölgesinin dili olan Euskera’nın da konuşulması artık tamamen yasaktı.

Bu sıkı yönetim altında Çingeneler, ülkenin güneyine itilmiş ve kendi hallerine bırakılmış halde yaşamlarına devam etmeye çalışan, eğitim alanları paralize edilmiş, ancak tuz çıkarmada, maden ocaklarında, en zor iş alanlarında istihdam alanı bulabilen gariban topluluklardı. Haliyle istibdat döneminin en büyük pay sahibi de elbette çingene topluluklar oldu.

İşte babasının Paco’ya gitarını hediye ederken “sana verebileceğim tek şey bu gitar” demesindeki alamet bu ortamdı. Müzik yapabilmekten, yanık sesli çingene seslerine eşlik etmekten başka bir imkânı olmayan bu iklim...

Bastırılmış hayatlarını ve kültürlerini en önemlisi dillerini yaşatabilmenin, ayakta kalabilmenin, para kazanmanın neredeyse müzikten başka bir yolu olmayan bu hayat...

Bu şartlar altında hayatla tek bağı olan gitarına sarılan Paco de Lucia, tek bir nota okumayı dahi bilmese de müzikal dehasıyla tüm dünyayı tıpkı Satürn halkası gibi çevrelemişti.

Londra’dan New York’a, Paris’ten Moskova’ya, San Francisco’dan Tokyo’ya, İstanbul’a kadar dünyanın her yerindeki tiyatroları ve konser salonlarını doldurarak, yasaklanan dilleriyle söylediği şarkılar ayakta alkışlanan solistlere o efsane gitarıyla eşlik etti.

Gitar çalmak için doğmuştu.

Dünyanın neresinde çalarsa çalsın, penasını hangi tele vurursa vursun Flamenko’nun yerel bir müzik olmadığını anlattı ve “sınırlı bir dinleyici kitlesinde hayranlık uyandırabileceği” düşüncesini yerle bir etti.

Bir konserinde doğup büyüdüğü güney Endülüs’e telmihle “Flamenko İspanya’da her zaman marjinalleştirildi çünkü bu çingenelerin, Endülüslülerin, yoksul ve işçi sınıfının müziğiydi” demesi de ait olduğu halkın kültürünün ve dilinin, maruz kaldığı asimilasyon sürecinin kendisinde yarattığı acının saklanamaz yüzüydü.

Paco’nun ustalığı ve dehası, Rodrigo’nun Concierto de Aranjuez ‘ini en iyi şekilde çalabilmek için nota öğrenmesinden, müziğinin dramatik ritimlerini ve tutkusunu en prestijli konser salonlarına taşımasına kadar büyük bir skalada gezinen bir heyuladır.

Dün vefatının 10. Senesiydi ve New York Carnegie Hall’da yaşayan en önemli flamenko sanatçıları eşliğinde alkışlarla anıldı.

Bir zamanlar oldukça katı ve geleneksel olan formu, caz ve dünya müziği etkilerini de ekleyerek ve bu türün dışındaki müzisyenlerle iş birliği yaparak genişleten bu büyük gitaristi Rahmetle anıyorum.

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum