Dindar bir diva Feyruz

"Lübnan halkı sadece Feyruz söz konusuysa birbiriyle hem fikirdir.”

Hakkında sayısız makale, tez yazılmış, hala daha ana başlıkların gündeminden düşmeyen, müzik listelerinden de adı inmeyen 87 yaşında bir diva, bir miras, Feyruz. Arap dünyasının ulusal hazinesi olan bu sesin bilinenden, kitabi bilgilerden ötede bir anlatımı olmalı elbette.

Mardin ve Lübnanlı, Süryani Ortodoks bir ailenin kızı olarak Jabal Al Arz’da doğan Feyruz, üç çocuklu ailenin en büyük evladıydı. Beyrut’un banliyölerinde eski bir mahalledeki tek odalı bir evde, fakir ve işçi bir babanın çocuğu olarak büyüdü. Radyo alacak paraları olmadığı için komşusunun radyosunu dinleyerek şarkı ezberlemeye çalışan bir müzik aşığıydı.

Zamanın önemli besteci ve yapımcısı Halim el Roumi tarafından keşfedildiğinde Lübnan radyosu serüveni de başlıyordu. Bundan sonra ismi Nouhad Haddad değil Feyruz’du. Besteci olan eşi Assi Rahbani’yle de burada tanıştı ve 1955’te evlendiler. 4 çocukları oldu.

Büyük bir sanatçı olmasından da öte dindar bir kadındı Feyruz. Din, yaşamının içine nüfuz etmiş, bir inanan olarak sistemi içselleştirmiş ve bu serüvenini de magazin ve şöhret malzemesi olmayacak bir mütevazilikle yaşamıştır. Çatışmaların hiç bitmediği topraklarda Arap halklarını birleştirmek ve aralarında bir sükûnet meydana getirmek için hayatı boyunca çaba sarfetmesinden, uluslararası her platformda Filistinli çocuklar, Filistin halkı için özgürlük istemesine dünyanın her yerindeki konserlerinde barış çağrıları yapmasından, bir erkin önünde hiçbir zaman konser vermemiş olmasına, diktaya kafa tutmasına kadar her hamlesinin arka planında bu inanç sağlamlığı ve dini ilkelilik olmuştur.

Feyruz tüm bu müzikal yoğunluk içinde dahi kilise korolarını ihmal etmedi. Korist olarak katılmakla kalmayıp bugün hala Lübnan için çok önemli değerler olan şarkıcılar da yetiştirdi kilise bünyesinde. Bine yakın şarkıyı aşan albümlerle dolu sanat hayatında birçok hit ve her kültürden halkın ezberinde olan şarkılarının yanında kilise ilahilerinden de oluşan albümler yaptı. O “seni yaz zamanı sevdim, seni kış zamanı sevdim” dizelerindeki romantikliği, Hz. Meryem’in acılarının anlatıldığı ilahi formları olan stabat mater’lerdeki derin ve mistik ızdırapla harmanlıyordu.

1999 senesinde yine Hristiyan bir yardım kuruluşu olan Kızıl Haç kendisini Arap dünyasının elçisi seçmişti. Birleşmiş Milletler’de konuşma yapması beklenirken oğlu Ziad Rahbani tarafından bestelenen bir Halil Cibran şiirini söylemişti tüm dünyaya.

“Zincirlerinden kurtul, yalın ve güçlü;
Ve toprak senindir.
Özgürlüğü kutsa, sizi yönetmesinler diye dünyanın zorbaları
Toprak bizim ve sen, benim kardeşimsin. Nedir benimle bu kavgan?”

Talihsizleştirilmiş topraklarda uzun bir ömür sürmüş ve âhir ömründe inzivayı seçmiş bir sanatçı olarak Feyruz kendinden sonrakiler için iki yönden model olmayı sürdürecektir.

Birincisi, dini ruhsuz bir kurallar ve robotik öğretiler bütünü olarak algılayan primitif zihinlere karşı sanatın, kutsal ve ilahi olanın mekân ve zaman ötesi bir tecellisi ve hakikatin belki de en dolaysız, âşikar dışavurumu olduğunu müziği ve hayatıyla ortaya koymuş olmasıdır. Bu duruş sadece, dindar olmanın özgür ve estetik ruhlu bir sanatçı olmaya engel olacağı veya en azından kategorik olarak ‘izin verilen’ sanat dalları dışındaki sanata mesafeli olunması gerektiği inancında olan şekilci zihniyete meydan okuma olmakla kalmıyordu. Aynı zamanda kendilerinin sanat üzerinde yegâne söz ve tahakküm sahibi oldukları sanrısıyla sanata getirdikleri sözüm ona sekülerlik ön şartını kendinden olmayanlara dayatmaya çalışan elitist sanat oligarklarını da tokatlıyordu.

İkinci yönü ise müziğinin neredeyse tamamına serpiştirilmiş evrensel bir ahenk ve bütünlük arayışıydı. Modern Fransız ezgilerini arabî formlarla harmanlarken, Mozart’ın dillerden düşmeyen melodilerini kendine has üslubuyla yerelleştirirken, Ortadoğu’ya jazz müziğinin en yeni notalarını tanıtırken ya da Kudüs’ü ‘şehirlerin çiçeği’ diyerek güzellerken hep bu birleştiriciliği arıyordu.

O, sanatı zorbalıklarına bir araç yapmaya ve kâh ‘kendinden’ olmayan sanata yaşam hakkı tanımayarak, kâh ‘kendinden’ olan sanatı güç ve iktidarını perçinlemek ve ideolojisinin propagandasını yapmak için en şatafatlı şekilde destekleyerek sanatı istismar eden ekâbire karşı müziğinin dinler, diller ve milletler arası birleştirici ve bütünleştirici gücünü göstermişti.

O ilahi olanı tüm dünyaya armağan eden Feyruz’du.

YORUMLAR (34)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
34 Yorum