Güçlü halklar, aciz devletler

7 Ekim’den bu yana durdurulamayan şiddet, orantısız güç, savaş suçlarının ihlal edildiği bir soykırım Gazze’nin ve Filistin Halkı’nın makus talihini yeniden gözler önüne serdi.

Olaylar tanıdık, zulüm tanıdık, fail tanıdık. Ancak küreselleşen dünyada hala bu sessizliğin inanılmazlığı insanın kanını donduruyor. Gerçekten dünya İsrail karşısında neden bu kadar çaresiz ve Müslüman ülkeler dahi neden bu denli edilgen?

BM, kurumları ve ortakları ne kadar hızlı ve gerçekçi kararlar alıyor olsalar da bu kararların uygulanabilirliğini hiçbir şey garanti edemiyor; geçmişte olduğu gibi. Filistin’in devlet olarak tanınması, İsrail’in uluslararası arenada yargılanacak olma tehditleri. Hiçbir yaptırım durduramıyor. Gözlerimizin önünde bir halk yok oluyor…

Hafızamızı tazeleyelim. İşgalin ilk günlerinde Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell Ramallah’ta bir açıklama yapmıştı. El an Gazze’de yaşananların “uluslararası toplumun siyasi ve ahlaki başarısızlığının sonucu olduğunu” söylemişti. Onlarca yıldır teorik olarak iki devletli çözümün desteklenmesine ve bunu gerçekleştirmek için yapılması gerekenlerin sıralanmasına rağmen, reelde hiçbir adım atılamadığını da eklemişti Borrell. Bu başarısızlık nedeniyle “İsrail ve Filistin halkının yüksek bir bedel ödediğini” vurgulamıştı.

Koca bir çaresizliğin en yüksek makamdan dışa vurumuydu bu aslına bakarsanız. Savaşın gidişatının da çok bedeller ödenecek, uzlaşıya kapalı ve acılarla dolu bir süreç olacağının da itirafıydı. Öyle de oldu.

Zira bahsettikleri hiçbir çözüm maddesi çatışmanın hâkim gücü ve işgalci güç olan İsrail’in kabul edebileceği konular değildi. Bu açıdan bakıldığında Borrell’in bahsettiği kolektif başarısızlıkta büyük pay sahibi -aktarım yoluyla da olsa- Amerika. Sağladığı temel askeri destek ve güvenlik konseyinde veto yetkisi göz önüne alındığında, İsrail üzerinde gerçek etkisi olan tek aktör... İsrail’e sağladığı destek ve koruma, işgal devletinin eylem marjını anlamak için de önemli bir anahtar…

Avrupa ülkelerinin İsrail üzerinde herhangi bir yaptırım sağlayabilme olanağı daha az. Hala daha BM’nin üyeleri arasında fikir birliği olmaması, genel kurulda ve hatta BM Güvenlik Konseyi’nde büyük çoğunluk elde edilmesine rağmen bir sonuç alınamamasının en büyük nedeni de bu. Hafızalarda da yeri var, konsey daha işgalin ilk günlerinde ivedilikle İsrail’in eylemlerini kınamıştı. Peki bu siyasi iradenin sahada gerçek bir sonucu oldu mu? Hayır olmadı, olamıyor, olması da mümkün gözükmüyor…

Rafah mülteci kampında günlerdir katliam yapılıyor ve tüm dünya büyük acılarla olanı biteni izliyor. Artık İsrail’in kötülüğü malumun ilamı. Tüm dünya bu sessizliğe, bu çaresizliğe irrite olmuş vaziyette. Hala daha katliam ülkesi gıda, su, yakıt gibi temel ürünlerin yalnızca küçük bir kısmının geçişine izin veriyor. Tüm bu işkenceler İsrail’in uzun süredir devam eden aşırılık ve suiistimal modelinin sadece sonuncusu.

İsrail kolay kolay böyle güçlü, böyle fütursuz ve böyle korkusuz olmadı. ABD büyük askeri müttefiki oldu bu nedenle de İsrail üzerinde en fazla nüfuza sahip ülke oldu aynı zamanda. Ülkenin işgalci ülkeye onlarca yıldır süren kesintisiz desteği var. Destek o kadar büyük miktarlarda oldu ki sayesinde İsrail, bölgedeki en güçlü askeri güç haline geldi.

Amerika, mülteci kamplarını bombalamak, binlerce insanın, çocuğun ölmesine neden olan bu zalimliği durdurmak, işgali, katliamı ve sömürgeleştirmeyi sona erdirmek, bu savaş suçlarıyla örülü saldırıları engellemek için kararlı bir baskı yapmıyor. Bugün masum sivillerin korkunç acılar çekmesine sebep olduğu gibi çok sayıda savaş suçuna neden olmakla mahir bir ülke artık.

Amerika’nın planları arasında 2016 yılında imzalanan mevcut mutabakat zaptının kapsadığı zaman dilimine göre İsrail’e önümüzdeki 2 sene daha, toplamda 38 milyar dolar tutarında askeri yardım sağlamak var. Bu bizim gibi ekonomisi ve nüfusu İsrail’den çok daha büyük olan bir ülkenin toplam yıllık savunma bütçesinden de fazla bir rakama tekabül ediyor. O zaman sormak da farz oluyor;lke savunma bütçesi kadar silah yardımı alan bir ülkeyi kim durdurabilir?

Üstelik bu desteği sadece fiili bir mühimmat desteği olarak okumamak lazım. ABD, İsrail’in rakiplerine karşı her zaman niteliksel bir üstünlüğe sahip olmasını garanti altına almış vaziyette. Tüm aktif politikası da bu yönde.

Biz güvenlik endişeleri nedeniyle F-35 müşterek saldırı uçağı programından çıkarılırken, İsrail dünyanın en gelişmiş Amerikan yapımı F-35 savaş uçaklarını alan ilk ülke oldu. Daha da mühimi Amerika, İsrail’in taşınabilir füze savunma sistemi olan demir kubbenin hem finansmanına hem de üretilmesine yardımcı oldu.

Ancak Amerika’nın hesaba katamadığı bazı gerçekler de var. Toplumsal bir uyanışın gölgesinde bu vesayeti daha ne kadar sürdürebileceği muamma. Hem küreselleşen hem de küyerelleşen dünyada mızrak eskisi gibi çuvala sığmıyor. Bunun son örneği toplumsal direnişler, üniversite ve meydanlardaki eylemler kadar anketler aynı zamanda. Ve her Amerikalı politikacı anketlerin kölesidir.

Quinnipiac Üniversitesi’nin anketleri oldukça durumu özetler vaziyette. Ankete göre 18-34 yaş arası seçmenlerin çoğunluğu yüzde 52 Filistin halkına, yüzde 29’u ise İsrail halkına sempati duyduğunu söylüyor. Önceki anketteki veriler yüzde 41’in İsrail’e yüzde 26’nın ise Filistin’e olan sempatisi şeklinde. Tam bir tersine dönüş söz konusu.

Büyük propagandaların gölgesinde yaşamış ve İsrail lobisinin neredeyse anavatanı hükmündeki bir ülke seçmeni için var olan dönüşümü dünya nezdinde de okuyabiliriz.

Yani savaşın bu orantısız gücü, haksız tarafın toplum nezdindeki göz boyamasını nötrlemiş vaziyette. İsrail fiilen bir savaşı kazanıyormuş gibi gözükse de tüm dünya nezdinde meşruiyetini yitirmiş bir narsist bir ülke artık.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum