İç savaşın ölüm perileri
Bu hafta sinemaya dair bir yazı yazmam diye düşünüyordum. İzlemek için oldukça geç kaldığım ve izlediğimde de oldukça etkisinde kaldığım eser fikrimi değiştirdi.
“In Bruges” filminden tanıdığımız Martin McDonough’un son filmi “Bunshees Of Inisherin” hakkında yazılmış onca sinema yazısına, makaleye bir yenisinin daha eklenmesini hak ediyor bence.
Film -tıpkı diğer tüm McDonough filmleri gibi- hikayesini takip etmenin oldukça kolay olduğu, bağlamdan kopmana çok da olanak tanımayan bir seyir sunuyor, fakat yüzümüze Haneke filmlerindeki gibi umudulmadık bir tokadı da ansızın patlatmıyor değil.
1923 senesinde İrlanda’nın hemen karşı kıyısındaki ada kasabasında geçen filmin hikayesi bir kaybediş öyküsü saf haliyle; aslında hem kaybediş hem de varoluş öyküsü. Bu iki kavram filmin içinde birbirine geçmiş vaziyette ki sinemada bunu yapabilmek ancak McDonough gibi yönetmenlerin başarabildiği şeyler.
Filmin ana karakteri olan ve adada ablasıyla birlikte basit bir hayatı yaşayan Pádraic (Colin Farrel) en iyi arkadaşı olan yerli müzisyen Colm Doherty (Brendan Gleeson) tarafından birdenbire ve açıklanamaz bir şekilde arkadaşlıklarının bitirilmesiyle sarsılır. Bu kopuşu dostluğu bitiren Colm’un geri dönülemez noktadaki kararlılığı, Padraic’in ise kabullenmeyerek devam ettirme yönündeki ısrarı ve inadı ile ana çerçeveye oturtabiliriz. Oysa Film basit bir şekilde lirik bir sonlanma öyküsü gibi dursa da hikâyenin arkası ve önü oldukça dolu. Kişisel parçalanmayı bu haliyle anlatmak McDonagh’ın harap olmuş sosyal ilişkilerimizi bir anlamda mitolojileştirme yöntemi... Felsefecilerden, siyasetçilerden, edebiyatçılardan, ilahiyatçılardan “varoluş” kelimesini daima duyarız fakat McDonagh kadar anlamına vakıf bir anlatı gelmiş midir? Muamma. Filmde Pádraic’i gerçek bir varoluşsal kriz içinde görürüz çünkü kendisini, varlığını yakın dostu Colm’la yaşadığı ilişkisiyle tanımlamış haldedir. Bu, varlığını başka ilişkiler içinde tanımlayan ve yaşama alanını bu şekilde gerçekleştirmiş, özelinde bencil, ilişkide toksik insanlar için var olan fakat anlatılması bir hayli zor bir davranış tanımı. Filmi izledikçe hayatımızdaki Pádraic’ler de zuhura geliyor.
Ancak The Banshees of Inisherin’de anlatılan öykünün tamamlanabilmesi için arka planında neler olup bittiğini bilmek gerekiyor. Yazının sinema yazısı değil de kısmi bir tarih yazısı olmasını istediğim için ben de daha çok filmlerin bu yönüyle ilgili yazıyorum genelde.
Zira filmin geçtiği süreç göz ardı edildiğinde geriye sadece büyülü dış mekân sahneleri, yerel bir öykünün şiirsel anlatımı gibi birkaç veri elde kalıyor. Oysa tarihsel dokuya bakıldığında film daha da daha da genişliyor. Zira adanın hemen karşısında, sahilde gözle görülür patlamalar var. Karakterler orada olup biten, yakında da sona ereceğini düşündükleri bir çatışma, iç savaş üzerine kafa yorarak seyirciyi de aynı beklentiye eklemliyor.
Bu çatışmalar aslında İrlanda iç savaşının bir parçası. Filmin birçok yerinde zamanın vurgulanıyor olması da 1923 senesinin çatışmanın yaklaşık bir yıldır şiddetle devam ettiği sürece tekabül etmesinden kaynaklanıyor. Bu süreç İrlanda’daki uzun kavga ve şiddet tarihinin bir parçası ve adanın bağımsızlığıyla da çok yakından ilintili. Kökenleri ise 1600’lü yılların başlarında İngiliz ve İskoç yerleşimcilerin İrlanda adasına gelmesi ve Katolik İrlanda halkını yönetimleri altına almaya başlamalarına dayanıyor. Malum Kenneth Branagh’ın Belfast’inde konu mezhep savaşlarıydı ve bu savaşların da başlangıcı 1600’lü yıllara kadar uzanıyordu.
İç savaş, bağımsızlık savaşından hemen sonra olan bir savaştı. İrlanda, artık Birleşik Krallığın bir parçası değildi fakat Büyük Britanya’nın parçasıydı. Ve bu sürece giden yol birbiriyle aynı milletten olan iki milliyetçi grup arasında geçiyordu. Padraic ve Colm’u bu iki taraf olarak okuyabiliriz. Taraflardan birisi Britanya hükûmetinden büyük ölçüde silah ve destek alan Serbest Devlet güçleri diğeri ise İrlanda Cumhuriyet Ordusu’ydu (Irish Republican Army). Ve elbette savaşı Britanya hükûmetinden büyük ölçüde silah ve destek alan Serbest Devlet güçleri kazandı.
Sonuç, Haziran 1922’den Mayıs 1923’e kadar aynı tarafta savaşan adamların artık birbirleriyle savaştığı kanlı bir savaş oldu. Çatışma, öncesindeki Bağımsızlık Savaşı’ndan çok daha hayata mal oldu ve İrlanda toplumunu nesiller boyunca ayrıştırdı, nefreti körükledi.
The Banshees of Inisherin’de iki dostun arasındaki küslüğü, ısrarı iç savaş metaforu olarak okuyoruz bir anlamda. McDonagh’ın ne yapmaya çalıştığını bu noktaya görmeye başlayabiliriz ancak. Colm ve Pádraic arasındaki kopukluk kendi şartları içerisinde işliyor, aralarındaki kavga kendi içinde bir mantığı olan bir kavga ve tam olarak aralarındaki ortak tarihin derinliği nedeniyle yürek burkan bir kavga. Bu, mikro kozmostaki bir çatışma. Pádraic’in intikam için dostunun evini yakan karakteri, savaşın çalkantılı ve zararlı etkilerinin uzaktan bir yankısı ve filmin kuluçkaya yatan olay örgüsünü yıkıcı bir sona doğru ilerletiyor. Yine Pádraic’in zamanla Colm’a karşı büyük bir nefrete dönen tavrı, arkadaşlıklarının geri dönülmez bir şekilde nasıl lekelendiğini de gösteriyor. O dostuna tutkuyla bağlı karakterin nefretinin bu hale nasıl büründüğünü, bazen devam etmenin mümkün olmadığını bize delilleriyle ispatlıyor. İşte iç savaş da böyle bir kavga; insanlar arasında, dostluklar arasında, aynı ülkenin vatandaşları arasında…
Kötülüğe doğru evrilen bir dostluğun kapalı öyküsünün ardında devam eden savaşın yükselişiyle birlikte oluşan gerçek dışı öfke… Bir anlamı yok belki fakat etkileri çok büyük olan ve yıllar süren bir kavga.
Banshees of Inisherin, parçalanmış ilişkilerin trajedisini ve kinizm ve küçük çekişmeler yoluyla kıvılcım çıkarabilen nesiller arası kan davasını araştıran çok iyi bir film. Sonuna kadar duygusal, yürek burkan ve baştan sonra trajedinin hakkını veren gözyaşlarından müteşekkil bir film…