İman, şüphe Bergman

Sinema tarihinde inanç, şüphe ve müphemlik kavramları üzerine yapılmış oldukça film var.

Tarkovsky’den Bresson’a, Scorsese’den Bergman’a bir dizi kanonik yönetmen Tanrı’nın olmadığını varsaydıkları bir dünyada yaşamın nasıl olacağıyla ilgili sorularına cevap aramak için sinemayı kullandı. Yine de bu azmi ve tutarlılığı hiç birisi İsveç doğumlu yönetmen Bergman kadar sürdürmedi. İnanma ihtiyacımızın mahiyeti ve ahlakın sınırları üzerine bir hayli kafa yoran Bergman, kendi inanç serüvenini ve içsel mücadele alanlarını, sorularını cevaplarını, cevapsızlıklarını ve bazen bunların neticesindeki ürkütücü sessizliği korkusuzca sinemasına aktarmıştır.

Filmlerinin teknik olarak içeriği, senaryosu, kullandığı yüz ifadeleri, durağanlık ve bu durağanlıktaki devingen anlam, bunların hepsi sofistike ve hatta akademik bir sinema yazısının konusu olabilir. Burada Bergman’ın filmlerindeki felsefe ve fideizmle birlikte Bergman’daki tanrı ve din kavramlarına kısa bir bakış atıyorum.

Koyu Lutherci bir babanın evladı olarak küçük yaştan itibaren iman kavramı üzerine kafa yoran Bergman’ın yine babasıyla yaşadığı anekdotlar sinemasının ilk nüvesini oluşturan ayrıntılardır aynı zamanda. Sorgulanmadan ve hesabı verilmeden edinilmiş imanın gerçek bir iman olup olmadığı, Tanrının olmadığı bir dünya tasavvurunun anlamsızlığı, yine Tanrıyla iç hesaplaşma yaşayan ve her şeye rağmen dünyevi arzularından da tamamen sıyrılamamış din adamının ikilemi gibi insanın dünya macerasındaki kaçınılmaz meydan okuyuşları filmlerinin ana kaynağı olmuştur.

“Oda Üçlemesi” olarak sinema tarihine geçen Bergman’ın üç şaheseri sırasıyla Aynanın İçinden, Kış Işığı ve Sessizlik isimli filmleridir. Filmler metafizik bir gerilimin dışavurumudur: bir zamanların mutlu anlarının zamanla solmaya başlaması, içsel sorgulamalarla birlikte Tanrı kavramını gitgide yitirmeye başlama ve tanrısızlığın her meseleyi çözeceği sanrısıyla daha beter, sessiz, yoz, distopik ve kasvetli bir insanlık vizyonuyla baş başa kalmamız. Aslında üçlemenin sonuna yaklaştıkça bu gerilimin bir inanç sorunundan çok modern hayata musallat olan inançsızlık krizi olduğu iyiden iyiye belirginleşiyor. Bergman içinden gelen gaybi haykırışlara sessiz kalamıyor ve her defasında yolu Tanrıya çıkıyor.

Görüyoruz ki dinin hayattan soyutlanma temayülü ve imanın kavram olarak dahi zihinlerde neden flulaştığının oldukça sorgulandığı modern zamanlarda Bergman bu kaygıyı çok daha öncelerden yaşamış ve dert edinmiş bir yönetmen. Din ya da onun varlığını zamanla ruhunda yitirmek, şahsını agnostik olarak nitelendiren birisi için büyük bir mesele. Tanımını kendisine dahi yapamadığı o iman, sinemasında kâh çatlak bir bardaktan sızan su gibi sessiz ve hareketli, kâh faş olmuş bir sır gibi aleni ve durgun açığa çıkıveriyor. 50’lerin sonlarından 60’lara kadar yapımlarının ana ekseni de hep bu duygu olmuş: kurumsal dine ve tezahürüne eleştiri ve bunun aksine saf olan imana özlem. Kilisedeki ayin sahnesinde kadın bir sürü dünyevi meselesi için dua ediyorken kızının kilise korkuluklarını yalaması gibi o saflık. Ya da Kierkegaard’ın iman serüveninde kendi hesaplaşması sonunda Tanrıdan özür dilemesi gibi garip bir bağ ve geri dönüş. Bu tanımı yapabilmek sinema felsefesi adına henüz mümkün mü bilmiyorum fakat imkânsız değil.

77 yaşına geldiğinde böyle zor ve sancılı konuları ele aldığı sinemasına artık veda eder. Ödüller, başarılar, takdirlerle dolu bir ömür… Yine de tam serüvenini bitirdiğini söylediği anda Kurosawa buna inanmak istemez ve Bergman’a bir yaş günü tebrik mektubu yollar ve Japonya’da Meiji döneminde (19.yy) yaşayan ressam Tessai Tomioka’dan bahseder. Hayatı boyunca resim yapan bu ressamın en güzel eserlerini 80’inden sonra yaptığını ve ilahi bir açılım yaşadığını anlatır, devam eder;

“Bir insan bebek doğar, erkek olur, hayatının baharı olan gençlikten geçer ve daha hayatını bitirmeden bebekliğe geri döner. Bana göre en ideal yaşam biçimi budur.

Bir insanın, ikinci bebeklik günlerinde hiçbir kısıtlama olmaksızın saf eserler üretmeye muktedir hale geldiği konusunda hemfikir olacağınıza inanıyorum.

Şimdi yetmiş yedi (77) yaşındayım ve gerçek işimin daha yeni başladığına ikna oldum.
Filmler uğruna bir araya gelelim.”

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum