İran seyahati ve düşündürdükleri

Geçen haftayı uzun zamandır planlamış olduğum İran gezisine ayırdım. Tahran’dan başlayan ve İsfahan’da son bulan yolculuk boyunca mimari eserlerin tarifsiz güzelliği bir yana kültürel, sosyopolitik olarak İran heyulası ile karşılaşmak bambaşka bir deneyimdi. Ülke hakkındaki bilgilerimi bizzat içinde bulunarak deneyimlediğim notlarımı bu köşe yazımda paylaşmak istedim.

İran, antik dünyanın en büyük imparatorluklarından birisiydi ve kendi dilini koruyarak, İslam’ın Şii yorumuna bağlı kalarak kültürel kimliğini pek de değişmeden, değişime uğramadan bugünlere kadar getirdi.

Malumdur ki İslam ülkelerinin havasında otokratik ya da teokratik bir toz bulutu hakimdir ve bu toz devamlı suretle görüşe puslu bir manzara katar. Bu görüşün sığ olduğu tekinsiz ortamda da pek çok değişim çabası denenmiştir ancak coğrafyada -tartışmasız- büyük bir değişimin sinyalini veren ve gerçekleşen tek devrim,11 Şubat 1979’da gerçekleşen İran İslam Devrimi oldu.

İran Kralı Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin devrilmesi ve Ayetullah Humeyni’nin İslam Cumhuriyeti’nin dini lideri olarak göreve getirilmesiyle sonuçlanan devrimin etkileri sadece İran’ı değil birleşik tüm ülkeleri etkiledi. İran devrimi, ülkeyi monarşiden sıyırmanın yanı sıra, Irak’ın İran’a saldırmasıyla başlayan, bölgede çeşitli çatışmaları tetikleyen ve varlığı da etkileri de uzun seneler sürecek bir dizi olaylar zincirini de başlattı.

Devrimcilerin Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’nde 52 Amerika vatandaşını 444 gün boyunca rehin aldığı kriz, ABD, müttefikleri ve İran arasında büyük düşmanlıkların da başlangıcı oldu. Devrimin yakıcı ve uzun müddet değişmeyecek etkilerinden birisi olan ambargo ve yaptırımlar İran halkının da kötü talihinin değişmeyecek imzası olacaktı bir anlamda.

Pek çok ülkenin kaderini de değiştiren devrimin etkisi halkın kendisi yanında Müslüman halklar üzerinde de kümülatif bir etki yarattı. Kimi siyaset bilimcilere göre en az ambargolar kadar coğrafyanın yazgısını değiştirecek diğer bir etki de “Sünni Şii ayrımı” oldu. Devrimin yarattığı sosyopolitik ve dini etki hala daha bölge siyasetinin biçimlendirildiği nokta. Milliyet ve Din hamaseti üzerine kurulu Şii vurgu halen halkı erke karşı konsolide etme biçimi.

Reklam panolarından cami girişlerine, hava alanı billboardlarından alakasız bir apartman penceresine kondurulmuş Hamaney’in resimlerinin olması, Kum’da girdiğim bir mescitte içeriye giren yol boyunca -nükleerden silah yapımına- askeri hamlelerin afişlerle anlatılması başka nasıl izah edilebilir?

Ambargo gölgesinde yoksullaşma İran hakkında hemen herkesin malumat sahibi olduğu bir konu. Ancak bunun halk üzerindeki etkisi; En çok bu konuyla muhatap olduğum için bahsetmeden geçemeyeceğim.

Enflasyon en çok toplum etiğine zarar veriyor. Tahran’da görev nedeniyle bulunan bir arkadaş ülkeyi ziyaret edeceğimi söylediğimde “para konusunda, ödemeler konusunda hiç kimseye güvenme” dediğinde tuhaf karşılamıştım. Din mefhumunun bu kadar baskın olduğu bir ülkede dinin asgari koşulu olan dürüstlük ilkesi nasıl bu ayaklar altında olabilirdi? Bu şaşkınlığım kısa sürdü, zaman geçtikçe gözünün önündeki kuralsızlığa ağır ağır alışıyorsun, zaten tecrübelenmiştim de.

Bir müzeye girerken bilet ücretinin pazarlıkla başka tarifelerle uygulanabileceğini, yine bilet kesilmeden müze görevlisinin parayı cebe indirmesini görüyorsun. Turist olduğun anlaşıldığında 5 birimlik bir ürünün 150 birime şahsına satılmaya çalışıldığına tanıklık ediyorsun. Bu keşmekeş içinde İran halkının yaşadığı ve filmlerden de aşina olduğumuz o sosyoekonomik çıkmazın her halinle içindesin.

Sınıf farklılıkları en alakasız insanın dahi gözüne çarpan ilk şey oluyor. Bir sınırla çizilen şehirde filler ve çimen düsturu var. Kuzeyde beslendikçe semirmiş filler, güneyde basıldıkça ezilmiş çimler. Bu haliyle ülkede yaşamak bir anlamda var olma mücadelesi; halinden memnun olan yok fakat halinden şikayetçi olmaya mecali olan da yok.

İran devrimle, devrimden itibaren kurmaya çalıştığı muhafazakâr milliyetçi kimliğiyle var oluyor ve her geçen gün bu gücü perçinlemeyi amaçlayan siyasetiyle hayatına bir şey olmuyormuş gibi devam ediyor. Vekâlet savaşları sayesinde her daim dünya siyasetinde bir tarafı var.

Halkı belli prensiplerin içerisine hapsederek ve bu prensiplerin şiddetle yanlısı olmaya zorlayarak ülke kimliğinin oluşturulmuş kimliğine bağlılığa zorluyor ve daha geniş kitlelerin de bu kimliğe hunharca bağlı olmasını sağlamaya çalışıyor. Kahramanlaştırılmış figürlerin akla hayale gelebilecek her ortamda, bir ana okulunda dahi sergilenmesi kimlik siyasetini daha basit ve somut hale getirme amaçlı.

Konuştuğum şoför tüm yasakların halk tarafından delindiğini ve hepsinin bir yönteminin olduğunu söyledi.

Serbest piyasa, serbest piyasa tanımını tekrar gözden geçirmeli söz konusu İran’sa. Aynı mesafeyi 5 Tümene de 100 tümene de gidebilmenin başka bir açıklaması olamaz. Satıcının insafında bir pazar var hemen her sektörde. Konuyu şuraya getirmeliyim. Halkın refahı sağlanmadığı ve belirli bir ekonomik düzey herkes için yakalanamadığı sürece böyle milliyetçi muhafazakâr kimlik siyaseti sadece erkin daha da iktidarda kalmasını sağlayan unsur olarak hep var olacak. Hep düşman yaratılacak ve hep sahip dine aykırı bir toplum olarak kimliklendirilmiş o düşman dünya durdukça var olacak, asla barışılmayacak.

Ambargoysa ambargo, ya herro ya merro.

Bu yoksunluğun gölgesinde ahlakın ve etiğin gitgide yitirilmesi, din adına malum olan asgari kuralların dahi hiç edilmesi vs. kimsenin umurunda değil.

Anlayacağınız bu Orta Doğu halklarının makus talihini nasıl anlatmış Ziya Paşa. İşte tam öyle…

“Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez, Bâran yerine dürr’ü güher yağsa semâdan”

Türkçesiyle;

“Gökyüzünden yağmur yerine inci ve mücevher yağsa talihsiz olanın bahçesine bir damlası bile düşmez.”

YORUMLAR (25)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
25 Yorum