Kim “bitti” deyince biter?
Hem umduğundan da büyük bir başarıyı elde etmiş CHP için gidilecek yol haritası kısmi de olsa çizilmiş, hem de iktidar için alınacak dersler, hesaplaşılacak yanlışlar, kişiler ve tarz-ı siyaset belirginleşmişti.
Öyle ya sapsarı bir ülke neredeyse kırmızıya dönmüş, büyük şehirler kesin bir kararlılıkla iktidarın sarsılmaz saltanatına itiraz ediyordu. Merkezi iktidarın kaleleri sayılan şehirlerde belediye yönetimleri CHP’ye geçiyordu.
Yurt dışı seçmenlerin oy kullanamadığı bu seçimde, kendisine sarsılmaz adanmışlıkla bağlanmış, bugüne kadarki hiçbir seçimde kendisini terk etmemiş, gökten taş yağsa “ne de güzel yağdırıyor kurban olduğum” diyecek kadar ‘kemikleşmiş’ bir seçmen tipolojisi, Ak Parti’nin yereldeki hakimiyetinin zedelenmesine mâni olamamıştı.
Seçimlerin hemen sonrasındaki psikolojiye bakılacak olduğunda da Ak Partili seçmen açısından dahi kaybedilen belediyelerin yeniden kazanımı artık çok zor görünüyordu. Aslında mesaj çok netti. Netti net olmasına fakat iktidar bu iletiyi okuyabilir miydi?
Öncelikle itidalli ve tam da beklenilen ferasette bir açıklama gelmiş, “demokrasi kazandı” cümleleri manşetleri süslemişti. Öyle ya da böyle gerçekten demokrasi kazanmıştı. Uzun zamandır rastgele ekonomi politikaları, hala bir adım dahi yol alınamamış eğitim sistemi, emekli maaşları, dünya liderliğini kimseye bırakmadığımız tek başlık olan enflasyon rakamları ile artık iyice köşeye sinmiş ve sıkışmış halk sözünü söyleyebileceği sandıkların başına geçmiş ve dile gelmişti.
Gayr-ı kabil-i rücu noktaya yavaş yavaş gelindi.
Genel seçimlerde CHP’nin -kendisini iktidara taşıyamasa da- iktidar bloğunda büyük bir kırılmayı sağlamış olan helalleşme, muhafazakâr kesimle birleşme ve geçmişte yaşananlardan dolayı üzüntü duyma edimi, tüm parti içi reflekslere rağmen etkisini bu seçimlerde de sürdürmüştü…
Ne bu düşmanlıkla, “rejim tehlikede” senaryolarıyla senelerce nemalanmış gazeteci bozuntuları ne de nerede bir mütedeyyin ya da muhafazakâr görse laik atak geçiren ikonik seküler teyzeler, eski Türkiye korkularını hortlatamadı.
Yani bu ülkenin en büyük mağduriyetlerinden birisini yaşamış 28 Şubat öznesi kişiler dahi geçmişinin acı hatıralarından çok, bugünün insan ruhunu paramparça eden haksızlıklarına bilendi. Senelere mal olmuş, koca bir gençliği alıp götürmüş o zaman dilimi dahi bugün yaşananlar yanında pes kaldı. Kısacası, Ak Partili seçmen CHP’den çok, kendisini bugüne dek ait hissettiği bu topluluğun, topluma yabancılaşmış mutlu azınlık tablosuna evrilmesinin gelecekteki muhtemel sonuçlarından korktu.
Şimdi seçim sürecinden beri gökten yağmur gibi yağan analizlerden elbette usandık. Hele keyfemayeşa yönetimden usanmış, gerçek demokrasiden yana olduğu için sistem dışına itilmiş gazeteciler sanki daha öncesinde yazmamış gibi; seçim kaybedildikten, partinin ve şürekâsının gardı düştükten sonra Ak Parti’yi artık aklınca hizaya getirme, bir pişmanlık kafesine sokma hevesiyle feveran edebilen ortodoks gazetecilerden daha da usandık.
Yani sizi herhangi bir kimsenin ciddiye alma ihtimali var mı artık? “Günah çıkarmalar cehennem ateşini görünce olmamalı” demiş azizlerden bir aziz; güzel söylemiş. Tarih boyunca gerçeğin anlı şanlı varlığı, varlığını konjonktürden değil, hakikatten yana olanlara borçludur. Sizdeki de sadece tutkulu bir oyalanmadır…
Asıl konuya geleyim.
“Millet sandığı vesile kılarak mesajlarını siyasetçilere ulaştırmıştır. Sonuçlardan bağımsız olarak bu seçimin galibi demokrasimizdir, milli iradedir.” cümleleri seçim sonrası yapılmış diğer en önemli açıklamaydı.
Gerçekten o mesaj siyasetçilere ulaşacak mıydı? Hayatının en büyük yenilgisini aldıktan sonra halkın verdiği ayarla kendi tebaasını bir tesbihe dizebilecek miydi? Küstürdüğü seçmeninin dahi eli kulağında beklediği o müjdeler gelebilecek miydi?
Hani kazanan demokrasilerin getirisi olan istifa, görevden alınma, birilerinin suçu kabul etme erdemini gösterebildiği o “oh” dedirten eylemler vardır, hataların birer sahibi olduğu, sahibi yoksa da muhatap bulduğu biçimler. O hasret kalınan dersler ne zaman verilecekti? Bu seçimden sonra olmayacak da ne zaman olacaktı?
Olmadı. En azından şimdilik olmadı. Hezimeti ıstakozlar eşliğinde kutlayanlar da cânım belediyesini yığınla borcuyla teslim edenler de hayatlarına kaldığı yerden devam etmedeydi. Hatta tüm ülkenin hayretine vesile olmuş Monaco Prensesi alkışlarla, cennet müjdelenmişçesine kahkahalarla karşılanmasın mı? Nedametin zerresinden eser olmayan ifadesiyle tebrikleri kabul etmesin mi?
İşte partide kabulünü yitirmiş isimler kendi ben dememişmiydim’lerine destek mahiyetinde duruma içerlese de arkadaşları pek severek karşılamıştı 30 yıllık gazeteciyi. Neden? Çünkü kendileri de ıstakoz yemiyorsa da başka bir lüksün ve tanınmış imkânın eşliğinde hayatlarından memnundu. Tek fark sosyal medyada paylaşmamış olması olabilirdi.
Bu cümbüş içerisinde kürsüden “Biz bitti demeden bitmez” açıklaması da peşi sıra geldi. Bu cümle başlı başına başka bir yazının konusu fakat, demokrasilerde söz sahibi olan halktır, hepimiz böyle biliriz. Daha bir hafta önce “demokrasi kazandı” söylemine tam tersi bu açıklama neden geldi?
Burada halktan çok kendi maiyetini konsolide eden bir lideri yeniden görmüş olduk. O kürsüden bir boy gösterisi değil de bir hesaplaşma bekleyen herkes avucunu yaladı. Monaco Prensesi hele, sevinerek twit attı bu sözü- “biz bitti demeden bitmez”. “Siz kudurun, ben ıstakoz yemeye devam” dedi…
Çok garibanmışız gerçekten yeniden anladık. Bizler, sınırları çizilmiş bir dukalık dışında kalmış, elinde çekirdekle seçilmişlerin hayatını, seçim kaybetmenin dahi kendilerine dokunmadığı teflon hayatlarını izliyoruz. Ekmek almaya giderken parayı düşürsek annemiz kızardı bize, kültürümüz budur… Bunlar seçim kaybetmiş kulaklarını çeken olmadı. Enteresan.
Alafranga hayatları lider kültünün peşinde, bir süre daha rol yapmaya devam edenlerin halka karşı “biz bitti demeden bitmez” sözündeki BİZ oluşuna tanıklık etmeye devam edeceğiz. En azından bir süre daha.
Dilerim bu halden anlamazlık en çok muhalefete ders olsun.
Ne demiş Ziya Paşa;
“Her derdin olur çaresi, her inleyen ölmez.
Her mihnete bir âhir olur, her gama pâyân.”