‘La Haine’ daima vizyonda
Kassovitz’in toplumsal huzursuzluğun kılcallarına girdiği filmi aynı sene aldığı ödülün büyüklüğüyle de alakalı olarak hem kendi toplumunda hem de dünyada oldukça ses getirdi. Ödülle birlikte daha görünür hale gelen bu güç, filmin sinematik değerinin de ötesinde bir role büründü. Bu durum bir çeşit toplum fenomenolojisine giden geniş bir kapıyı da aralıyordu aynı zamanda. Medyanın ilgisine böyle mazhar olan ilk Fransız banliyö filmiydi.
Kassovitz de filmin üç ana karakteri Hubert, Vinz ve Said de yirmili yaşlarındaydı. Yıkık kenar mahallelerde yaşayan 3 farklı prototipte göçmen gencin 24 saatine odaklanan film, Fransa’nın hemen hemen en büyük toplumsal gerçekliğini ve krizini arka odadan çıkarıp salonun ortasına koyuyordu adeta. Zira film inandırıcılığını süreç olarak oldukça yakın bir zamanda gerçekleşmiş büyük bir olaydan hatta olaylardan alıyordu; Makome M’Bowole isimli göçmen gencinin göz altında bulunduğu esnada öldürülmesinden… Sigara hırsızlığı suçuyla karakola getirilen genç, kalorifere kelepçelenmiş ve şakağından giren bir kurşunla öldürülmüş halde bulundu…
Makome’nin öldürüldüğü gün Kassovitz, La Haine’nin senaryosunu da yazmaya başlamıştı. Cinayet bir ilk değildi fakat bardağı taşıran son damlaydı. Zira 80’li yıllardan itibaren Fransa, Makome M’Bowole nin trajik şekilde öldürülmesine gelene kadar handiyse sayısı 300’e varacak benzeri ölümlü, ölümcül hatalara ulaşmıştı bile.
80’li yıllar Fransa’nın kohabitasyon sisteminin içine girdiği yıllardı. Kohabitasyon Fransa’da Cumhurbaşkanı ve başbakanın farklı siyasi oluşumlara ait oldukları döneme verilen isim. İlk kohabitasyon Sosyalist Cumhurbaşkanı François Mitterrand ile Merkez Sağcı Başbakan Jacques Chirac döneminde yaşanmıştı, ikinci kohabitasyon ise 1993-1995 yıllarında François Mitterrand ile merkez sağcı başbakan Édouard Balladur yönetimi arasındaydı. İşte La Haine’in çekildiği, çekilmeye itildiği dönem ikinci kohabitasyona denk geliyordu. Daha net bir anlamla Balladur dönemini ve iki erk arasındaki uyumsuzluğu ve sonuçlarını anlatan sürece…
Kendisi de İzmir’den Fransa’ya göçen ve Ermeni bir ailenin oğlu olan Édouard Balladur ve yönetimindeki yeni RPR-UDF (Rassemblement pour la République- Union pour la Démocratie Française) Fransız hükümeti, daha sert göçmenlik yasaları ve artan polis yetkileri için kampanya yürütmeye başlamıştı bile. O sene sadece Nisan ayında tıpkı Makome gibi dört göçmen daha polis tarafından öldürülmüştü ve ardından yaygın isyanlar başlamıştı. Hükümet alevlenen bu şiddeti uzlaşı yerine daha da sertleşerek çözeceğini düşünüyordu. Bu uğurda polisin yetkilerini artırma ve göçmenlik yasalarını sertleştirme niyetini de açıklamıştı. Sınır dışı edilmenin kolaylaşması, göçmen alım prosedürlerinin katılaşması bu dönemin mahsulü kararlardı. Artan şiddet karşısında artan tedbirler, uçların sivrileşmesi, krizin yüzeyde çözülüyor gibi görünmesi fakat banliyölerde nefretin, yoksulluğun, işsizliğin, uyuşturucu krizinin artması…
Aradan geçen onlarca seneye rağmen neredeyse bir arpa boyu yol alınmayışının ayan beyan gösterisi yeniden Fransa sahnesinde. Halkın kendisini yönetmesi için denediği tüm politik yollara, seçtiği kişilere rağmen banliyö göçmen kültü özelinde ırkçılık, içten içe grizu patlaması gibi bir anda ve ansızın ortaya çıkıyor. Çünkü kodlar yanlış girildi ve baskılanamayan bir formla Merkez sağın verimli topraklarında büyüdü de büyüdü.
La Haine’i diğer kült filmlerden ayıran en önemli özelliği geçmiş hakkında olduğu kadar bugün hakkında da çok şey söylemesi. Film, zaman dilimine, sosyopolitik durumuna göre öznel değil, bağlamı içinde de evrensel bir konumda. Fransız polis gücü ile kenar mahalle gençliği arasındaki çatışma filmin elbette ana unsuru fakat her şeyi değil. Film halen daha -aradan geçen onlarca seneye rağmen- Fransa’da ya da dünyanın herhangi bir yerinde travmatik, ırkçı olaylarla olan yakın ilişkisi sayesinde her dönem hemen akla gelir ve ısrarla bu hararetli tartışmaların referansı olmaya devam eder. 99 senesinde Gine’li göçmen Amadou Diallo da New York’ta polis kurşunuyla öldürüldüğünde Amerika’nın o büyük protestolarında La Haine başroldeydi. Diallo’nun annesi hukuk mücadelesini hala sürdürüyor ve bu uğurda oğlunun ismiyle anılan bir de vakıf kurdu.
Tabii ki filmi sadece sosyolojik, politik bir fenomen olarak görmek filmografisine de bir haksızlık olur. Virtüoz kamera çalışması bir yanda prodüksiyon sonrasında renksizleştirilmesi siyah beyaz filmler adına bir mersiye niteliğinde. Bu kısım ayrı bir sinema yazısının konusu.
Hubert, Vinz ve Said’in film içerisinde refere ediliş metodu Medyanın gücünü de göstermesi açısından manidar. Filmde haber medyası önyargılıdır ve biz çocukları o hapsedildikleri çerçeve ile değerlendiririz. Sonu görürüz, o raddeye geliş süreçlerini değil. Tüm güçlerin gücün yanında toparlandığı ve bakış açısının tasarlandığı o devir, devr-i daim ve La Haine yaşadıkça sahnede