“Nusrat Fateh Ali Khan” efsanesi

Nusrat Fateh Ali Khan’ın vefat ettiği zamandan, 97 senesinin kavurucu Ağustos ayı üzerinden 27 sene geçti. Müzik evrenimizde büyük ufuklar açmış bu ismi, qawwal müziği, ekseninde sufizmi dünyaya anlatmış bu müzik efsanesini anlatmanın vakti geldi ve de geçti.

Nusrat Fateh Ali Khan, 1948’de Pakistan’ın Pencap eyaletindeki Faysalabad’da doğdu. Başta babası olmak üzere silsilesi 600 yılı aşkın süredir qawwali müzik icrasında meşhur olmuş bir aileydi. Saygın bir müzikolog olan babası, oğluna da bu müziğin temellerini öğretti.

Nusrat’in farkı, kuşaklar boyu bilinen qawwal müziğini yerelden kopmadan başka formlarla etkileşim haline sokarak biçimlendirmesidir. Bu anlamda müziğine klasik Hindu ragaları ve Hint yarımadasındaki Hindistani klasik müziğinin önemli bir biçimi olan “khayal”i ekledi. “Khayal” etimolojik olarak “hayal gücü” anlamına da geldiği için Arap ya da Farisi etkileri bulunan bir müzik türüydü. Romantik şiirler eşliğinde doğaçlama olarak yapılan bu Hint vokal sanatı, Nusrat’ın de şiirsel beste formunu geliştirdi. Yetenekli ve sesi ilahi bir lütuf olan Nusrat Fateh Ali Khan, tüm bu müzik türlerini birleştirerek qawwal müziğin popülerleşmesine ve gelişmesine katkıda bulundu.

İran, Hindistan ve Pencap eyaletinde ortaya çıkan Sufi şiirleriyle sayısız besteler icra etti ve bu geleneksel müziği çağa eklemledi. Dünya çapında müzik gurmelerinin ilgisini çeken, yeni ve benzersiz bir ses yaratmasında etkili olan da bu vizyonerlikti. Nusrat’ın duygulu ve güçlü sesi, armonideki ustalığıyla birleşti. Pakistan’ın küçük şehrinden çıkan bu adam dünyayı sesiyle, müziğiyle sarmaladı.

Qawwal müzik, mistik bir eğilim olan Sufizm temelinde gelişmiştir. Pakistan Qawwal müziğinin özü, Allah ile doğrudan teması mümkün kılan dini bir transa teşvik etmeyi amaçlar. Bu sebeple geleneksel dini anlayışa aykırı bulunan mevcut öğretisiyle haliyle seveni olduğu kadar karşı çıkanı da çok olmuş bir müzik türü oldu. Sair eklektik müzik türleri gibi aşkın bir deneyimi sunan bu müzik biçemi, kendi ülkesinde böyle bir düşmanca algıyla karşılaşmaya devam edince Nusrat çareyi dünyaya açılmakta buldu.

Dünyaya açılması Imran Khan sayesinde gerçekleşti. O dönemlerde Londra’da öğrenci ve kriket oyuncusu olan Imran Khan, geleneksel bir müzik etkinliğinde kendisine yer verilmesini sağladı. Nusrat Fateh’in performansı büyük ses getirdi ve ülkesi dışındaki şöhrete ilk olarak bu şekilde kavuştu.

Peşinden dünya ölçeğinde o kadar meşhur oldu ki yurt dışından sayısız konser daveti almaya başladı. Khan 1985 ve 1988’de Londra ve Paris’te, 1987’de New York’ta, peşinden Japonya’da konserler verdi. Ayrıca Japonya’da 5. Asya Geleneksel Gösteri Sanatları Festivali’nde de performans sergiledi. Hatta Japonya’da o kadar büyük bir etki yarattı ki kültür ve din açısından bu kültüre oldukça uzak olan Japon halkı kendisine ilahi vasıflar atfetti. Kendisine “Küçük Buda” ve “Tanrı-insan” adını verdikleri de söylenir.

Aynı şekilde Pakistan’da yaşayan Müslümanların ekserisi -hâlen- Nusrat Fateh’in konserleri esnasında trans halindeyken Allah ile doğrudan temas kurduğuna inanır.

Nusrat, Pakistan, Hindistan, Avrupa, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki çeşitli plak şirketleri için 125’ten fazla albüm kaydetti. Bu Guinness rekorlar kitabına da girecek bir sayıdır. Müziği o kadar evrensel bir boyuta geldi ki Peter Gabriel’in “Real World Records” isimli dünya müzikleri yapan şirketinin en önemli ve etkili sanatçısı oldu. Bu sayede yine ülkelerinde qawwal müzik icracıları olan ve elim bir suikasta kurban giden Sabri Brothers kardeşler de aynı şirketten albüm çıkarma fırsatı buldu. Kendi ülkesinin de bir gönül elçisiydi.

Nordik cazının büyük üstadı Jan Garbarek’le de efsanevi bir albüm kaydetti. Pearl Jam’den Edi Vedder ve Massive Attack’a kadar Batı dünyasının birçok tanınmış sanatçı ve grupla da iş birliği yaptı. O eşsiz sesi, Martin Scorsese’nin yönettiği “The Last Temptation of Christ”, Oliver Stone’un “Natural Born Killers” ve Tim Robbins’in “Dead Man Walking” filmlerine hayat verdi. Gitarist ve yapımcı Michael Brook’la birlikte ortak stüdyo albümü “Night Songs” yine Real World Records’tan çıktı.

Bollywood yönetmenleri de onun müziğini sıklıkla kullandı. Nusrat’ın müziklerine ses verdiği Shekhar Kapur’un “Bandit Queen” filmi müzikal anlamda Hint film yapımcılığında henüz ulaşılamamış bir çıtadadır. Ki zaten Nusrat ölmeden önce Hindistan yarımadasının en büyük sesi konumuna ulaşmıştı.

5 oktavı kapsayan sesi Bombay’da, Kuzey Afganistan’da, Batı Belucistan’ın ve Bangladeş’in uzak köylerinde, sonra Avrupa’da sonra Amerika’da, Kuzey Asya’da belki de uzayda bile dinlenmeye başladı. Saatlerce süren gizem dolu konserleri, diğer dinleyicilerin dini farklılıklarına aldırış etmeyen heyecanlı izleyici kitleleriyle doluydu. En istisna olanı da Pakistanlı Müslümanlar ve Hindistanlı Hindular arasındaki tek köprü olan müziğidir. O hem düşmanlar hem de kıtalar arasında bir köprü olan Nusrat’tır.

Ali Mullah” şarkısıyla başlayan efsanesi, ölümünün üzerinden neredeyse 30 sene geçmiş olmasına rağmen hala etkisini kaybetmeden devam eden bu büyük müzik adamı, yerinin dolması mümkün olmayan bir dünya harikası olarak aramıza gelmişti. İnsan, müziklerini dinledikçe ve içerisinde kayboldukça ait olduğun yerin bir dil ya da bir tür olmadığını, bir aşkınlık, içerisinde kaybolduğu bir heyula olduğunu anlıyor. Müzik zevkleri farklı bir sürü insanın merkezi olmuş bu ses, gücünü farklı bir kaynaktan alıyor oluşuna borçlu. Belki de onu yaratana olan sonsuz imanından.

Bir albüm içerisinde yer alan şu sözleri de bu durumu özetler niteliktedir;

“Ne yeryüzü ne de gökyüzü varken, hiçbir şey yokken… Sadece sen vardın, sadece sen vardın.”

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum