Ömer Seyfettin 140 yaşında

11 Mart Ömer Seyfettin’in doğum günü ve pirimiz 140 yaşında. Bu vesileyle kendisine duyduğum derin bağlılık, yazarlığına duyduğum büyük hayranlık hakkında yazmak istedim.

Okuma konusunda rol modelim olan babam kitap zevkini ağır ağır edinmeye başladığım yıllarda elime ilk olarak bir Ömer Seyfettin seçkisi vermişti. Kendisiyle bitmeyecek olan ilişkim bu şekilde başlamıştır.

Hikayelerinin tek bir ciltte buluştuğu derleme kitabın arka kapağında şahsına ait o müthiş söz yazan bir kitap;

“Ben her şeyden, en ehemmiyetsiz bir fıkradan, bir cümleden bir hikâye, koca bir roman çıkarabilirim. Sanat, o hikâyeyi, o romanı çıkardığım ehemmiyetsiz bir şey değil, benim o şey etrafında canlandırdığım hayattır.”

Ömer Seyfettin için yazmanın su içmek kadar olağan ve kolay olduğunu yazılarındaki lirizmden anlasak da bu olağanlığın içerisine nüfuz ettirdiği sanatını toplumsal bir şuurla harmanlamak... İşte eşi benzerine ender rastlanacak bu edebi dehayı, Ömer Seyfettin’in topluma yön veren sanatını anlatmak da bu yazının konusu.

Pozitif bilimler 19. yüzyılın sonlarından itibaren Türk aydınının zihniyet değişiminde en etkili faktör olarak ön plana çıkmıştı. Batı’nın Orta Çağ karanlığından, skolastik cendereden kendisine çıkış yolu olarak gördüğü materyalist ve pozitivist düşünce, bilimin etkisiyle aklı yeniden geliştirmesini sağlayan en etkili düşünce sistemleri olmuştu.

Tanzimatla birlikte başlayan hızlı toplumsal değişim süreci elbette ciddi toplumsal çatışmalara da zemin hazırlamıştı. Zihniyetini yeniliklere ve modern düşünceye kapatmış, geleneklere kutsallık atfetmiş ve bu halin kronikleştiği bu durum bir sürü toplumsal sorunu da beraberinde getirmişti.

Tıpkı şimdiki gibi… Toplumun dini hassasiyetlerinin ne kadar da güçlü olduğunu bilen kimi çıkar grupları, bu zaafı kullanarak kendilerine maddi ve manevi fayda sağlamaya devam ediyorlardı. Elbette halkın sahih bir din bilinci kazanmasının önündeki en önemli engeller de yine bu çıkar gruplarıydı. Ve bu cehalet iklimi aynı zamanda bu vaziyetin kaygısını taşıyan edebiyatçılar için de dönemin edebi eserlerine ciddi bir malzeme teşkil etmişti.

İşte Ömer Seyfettin denince öykülerinde cehaletin, hurafelerin yol açtığı yıkımları işaret eden, toplumu içten içe kemiren taassubun farkındalığına kapı aralayan etkili bir yazar olması akla gelir. Pozitif bilimlerin dini ve milli ülkülerle barıştırıldığı, dinin de en büyük düşmanı olan yanlış din algısıyla, toplumları uyuşturan hurafelerle kendi çapında savaşıldığı bir iklim akla gelir.

Yazarın elinde, gelenek olarak dayatılmış mesnetsiz tutumların kıskacı içinde boğulan halka tutulan “gerçekçilik” aynası vardır. Bulunduğu zaman, yaşadığı koşullar içerisinde nasıl büyük bir düşmana savaş açtığını da düşünmek gerekir.

“Apandisit” isimli öyküsünde yuttuğu meyve çekirdeğinden dolayı apandisitinin patlayacağını düşünen hastanın yaşadığı vehimden ehil bir doktorun telkini sayesinde kurtulmasına, “Pireli” isimli öyküde titizlik hastası bir kadının takıntılarından yine pozitif bilime haiz bir İtalyan veteriner sayesinde çare bulmasına tanıklık ederiz. Şifacıların, hiçbir ilme sahip olmadan hurafelerle halkı ve duygularını manipüle edenlerin dünyasında bu ciddi bir savaştır.

“Siz istersiniz muska… Siz istersiniz üfürük… Siz istersiniz ilâç! Hâlbuki hastalıkların evvela sebeplerini bulmak lâzım. Bu sebep bulununca şifa bulundu demektir.”

Yine Ömer Seyfettin denince akla “onurlu ve gururlu olma” kavramları gelir. Bu duyguların altını öyle bir doldurur ki pirimiz, okunduğu yaştan itibaren insan kenardan da kıyıdan da olsa şayet yazarın duygu dünyasına girmişse bu vakarı edinir.

Bu anlamda “Diyet” isimli hikâye ki benim en sevdiğim hikayesidir. Başına devamlı yaptığı iyiliği kakan malum şahsın önüne -yeri ve zamanı gelince- kolunu kesip atmayı gerektirir. İnsanın Koca Ali gibi kolunu kesip atabildiği dünyada kendisini herhangi bir yoksunluk tehdidiyle korkutabilecek kimse de yoktur.

Geçenlerde rastladığım ve seneler sonra meslek hayatına geri dönen bir akrabamın bana hikayesini “Forsa” ile özdeşleştirdiğini anlatması… 20 sene esaret sürdükten sonra kurtuluşa dair ümidini hiçbir zaman kesmeden özgürlüğüne kavuşan o denizcinin hikayesi. Umuda dair, umudun bitmeyeceğine dair, insanın tıpkı bir solucan gibi kesildiği son halkasından dahi üreyebileceğine dair o hikâye…

İşte pirimizi bu büyük duyguların büyük anlatımıyla 140. Yaş gününde sevgi ve saygıyla anıyorum.
Kendisinden ve edebiyatından mahrum bir gençlik ne yazık ki çok şey kaybetmiştir. İnsan okurken karakterini de şekillendiren anlatılara çok muhtaç; hele bu zamanda.

Öyle onursuz işlere seyirci kaldık ki muhataplarına insan “Hiç mi Ömer Seyfettin okumadın” diye sormak istiyor bazen.

Ya da biz okurlarına “Topuz” hikayesindeki gibi Osmanlı Prensine baş kaldıran Eflak Prensi olmak düşüyor…

YORUMLAR (9)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
9 Yorum