Rimbaud’dan sonra ne yazılabilir?

Rimbaud’nun, Maldoror’un 4. Şiirini okuyunca kendi yapıtlarımdan utandım.” Andre Gide.
“Kendini keman olarak duyumsayan oduna yazık. Hiç bilmedikleri konularda tartışan bilinçsiz insanları küçümsüyorum.”
Arthur Rimbaud (Kahin’in Mektubu-1871)

Arthur Rimbaud 1854’te Fransa’nın kuzeydoğusundaki Charleville’de doğdu. Daha on yaşındayken Rossat Enstitüsü’ne yolladığı düz yazılarıyla yeteneği ortaya çıktı ve yazarlık serüveni başladı. Temmuz 1870’te Fransa- Prusya savaşı patlak verdi ve bu olay hem tüm yaşamını hem de sanatını tamamen etkiledi. Bohem ve asi ruhlu bu şair, yaşadığı yerin ruhuna dar gelmesine daha fazla dayanamadı ve şairlik serüvenini sürdürmek üzere Paris’e doğru yola çıktı. Hayatı boyunca kötü alışkanlıkları ve aykırı yaşamıyla mücadele etti. Yine de bu karman çorman hayatın içerisinde, çok kısa sürede yenilikçi ve vizyon sahibi şiirleriyle ünlenecek ve şiirin dâhisi Rimbaud olacaktır.

Zamanın geleneksel ve dini değerlerine aykırı bir yaşam sürerek hem ailesine hem de kiliseye karşı bir savaş açmıştır adeta. Bu aykırılık onu zamanla modern ve post-modern şiirin en önemli şairlerinden birisi yapmaya giden yolu da aralar. Kullandığı dilin özgünlüğü çeviri konusunda diğer tüm dilleri zora soksa da hemen fark edilen aykırı bir saflık vardır dizelerinde. Ve Rimbaud’un dünya edebiyatında sarsılmaz yerini yapan bu ayrıcalıktır. Düzyazı şiirleriyle yarattığı şiirsel söylem dili günümüz modern şiirinin de temellerini oluşturdu. Arthur Rimbaud’nun şiirde ulaştığı irtifa bu yüzden “şiirin son sınırları” olarak kabul edilir.

Rimbaud modern Fransız şiirinin en önemli şairlerinden birisi olmasının yanında, 37 yıl sürmüş kısa ömrüne bir edebiyat akımı yaratacak kadar az ve öz şiir bıraktı. “Ben bir başkasıdır” hala daha yeri doldurulamayan bir kitap olarak raflarımızda durur. Böyle bir şiiri 16 yaşında yazmıştır;

“Yaşamı taşıyamıyorsan şiire hey şair, kır kalemini
Annen ninni söylesin sana dünkü kaldığı yerden
Uyu, dizeler soluk almıyorsa, hissetmiyorsan sevgiyi,
Üç demet mor menekşe, üç kelebek bir ateşböceği
Bir çocuk ağlamıyorsa, gülümsemiyorsa satır aralarında
Çekincesiz sorgulamalısın şairliğini, kalemini kırmalısın
“Ben bir başkasıdır” diyemiyorsan çıkmışken şu yola
Ve üstü örtülemeyen gerçekliğin şahidi olmak varken
Bin yılların dipnotunu düşmek varken tarihe...”

Onunla ilgili pek çok tanım var; Tozlu yollarda yürüyen masum bir genç, kendinden kurtarılmaya ihtiyacı olan kafası karışmış bir kurban, dürtüsünü kaybeden şair, hiçbir şey öğrenemeyen deha bir öğrenci, kendi kültüründen korkan ve nefret eden deli bir birey…

“Büyüklerim. Hem beni mutsuz ettiniz hem kendinizi…”

1880’lere geldiğinde Marsilya’ya gider. Marsilya’dan İskenderiye’ye oradan Kıbrıs Larnaka’ya. Türk ve Araplara çevirmenlik yaparak bir süre hayatını sürdürür. Sonrasında Habeşistan’ın Harrar bölgesine gider o sırada Mısır işgal altındadır. Ve o büyük şair, bu kaostan faydalanarak silah tüccarlığına başlar. Afrika’da geçirdiği günlerden dolayı dinini İslamiyet olarak değiştirdiği söylense de bunun somut bir deliline henüz rastlanmamıştır.

Bu hızlı yaşamın neticesinde de kalça kanserine yakalandı ve hayatının en hazin dönemini Marsilya’ya geri dönerek hastane odasında yaşamaya başlar. Ayağı ampute edildikten sonra ablasına “Ben bir sakatım” diye yazar umutsuzca “bir sakatın dünyaya ne faydası var? Şimdiye kadar katlandığım onca şeyden sonra ölmek daha iyi…” Ablası koyu Katolik’tir. Ve ona yine rüyasında Cebrail’i gördüğünden bahseder. Hayatı boyunca var olduğuna inanmadığı Tanrının ellerine düşer kendi ifadesiyle. Odasına uğrayanlara babasının Kur’an-ı Kerim’i Fransızcaya çevirdiğinden bahseder. Ölmesine yakın büyük ızdırap içinde kendi hayatını ve yalnızlığını sorgularken “Müslümanlar gibi biliyorum ki başa gelen gelecektir.” der.

Bir 10 Kasım öğleden sonrasında Rimbaud sonsuz acılar içinde vefat eder. Kız kardeşi Isabelle sayesinde naaşı Charleville’e getirilir ve büyük bir ihtişamla mezarlığına gömülür.

“Nasıl anlatsam bilmem ki. Artık konuşamıyorum. Yaşlıyım, ağlıyorum, korkuyorum. Biraz serinlik tanrım, ne olur biraz serinlik.”

Yaşamı ve şiiri köklerinden yakalamış bir şair olarak vefat etti Rimbaud. Hayatta yaptığı en iyi şey olan şiir yazmayı dahi ani bir bulantıyla terk edecek asilikte bir edebi dehaydı. Rimbaud’nun şiiri yalnızca Fransız değil, aynı zamanda Avrupalı, dünya şiiridir. Yaşamı boyunca köktenci bir din algısına asla teslim olmamış fakat ölmek üzereyken Allah’a “ben her zaman varım” diyebilmiştir. Rimbaud çağlayarak yaşamanın durgun suda son buluşudur.

“Tüm duyuların düzenini bozarak bilinmez’e erişmek söz konusudur.” Arthur Rimbaud.

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum