Şefkatli baba militarizme karşı samuray, edebi deha Kenzaburo Oe

"Ben ölümden çok korkarım, hep onu düşünürüm.”

Dün Twitter’da aniden önüme düşen bir haberle oldukça üzüldüm. “Nükleer enerji karşıtlığıyla bilinen Nobel ödüllü yazar Kenzaburo Oe öldü” yazıyordu.

Ölüm tabii ki bir gerçeklik, fakat anılarımızla yaşayan birisinin öldüğünü duymak mazinin sarsıcı boşluğuna gerisin geri düşmek gibi. Bu anlamda Oe’nin vefatıyla birlikte kendisi hakkında yazmak istedim. Zira bunu oldukça hak eden bir yazardı.

Oe, 1935’te Japonya’da Şikoku adasında bulunan küçük bir köyde doğdu ve imparatorun bir tanrı olduğuna inanarak büyütüldü. İkinci dünya savaşında babasını kaybetmişti ve Japonya’da da bir kültür olan büyüklerin anlattığı halk hikayeleriyle büyüdü. Annesinin hafta sonu etkinliği olarak mezarlık ziyaretlerine götürmesi, doğduğu şehrin 100 mil ötesindeki Hiroşima’ya atom bombası atılması çocukluk anılarından sadece bir kaçıydı. Her biri yekpare bir büyüklükte travmalarla geçen çocukluğu ve hayatı başka çok az yazarda rastlayacağımız bir kalemi, duyarlılığı ve perspektifi hayatımıza getiriyordu.

90’lı yılların sonları Oe’nin Türkiye’de tanınmaya başladığı yıllardı. Nobel ödüllü kitabı ve diğerleri Can Yayınları’ndan çıkardı. Ödüllü olduğu için popülist bir eğilimle okuduğumuz kitaplarının zamanla müdavimi oluyorduk. Zira bizi bekleyen bambaşka bir zihin dünyası, yazı stili ve yaşanmışlık vardı içeride.

Kendi kişisel meseleleriyle başlayan kitapları toplumsal sorunlara, devlet yönetimine ve dünyaya ayna tutan bir sona gidiyordu. 1963 senesinde, yazarlığının en formda olduğu zamanlarda oğlu Hikari Ōe beyin fıtığı, otizm, sara nöbetleri ve görme bozukluğu ile doğdu. Doktorlar kendisini “ağır engelli” olarak tanımladı ve Kenzaburo Oe ve eşini oğullarının ötenazisine ikna etmeye çalıştı. Aile bu teklifi reddetti. Fakat bu konu aynı zamanda oğlu hastanede yatarken ve peş peşe ameliyatlar geçirirken Oe’nin iç dünyasında cedelleştiği mühim bir dilemma olarak büyüdü. Oğluna iyilik mi yapıyordu, kötülük mü?

Oğlunu her şeye rağmen yaşatma isteği bu esnada çıktığı Hiroşima gezisinde belirdi. Karşılaştığı Hibakuşalar ve yüz ifadeleri içerisinde büyük bir merhamet ve aydınlanmaya sebep oldu. Hibakuşalar, atom bombasının patlama anı ve sonrasında Hiroşima ve Nagazaki’de bulunup hayatta kalabilen insanlara takılan isimdi. 1945’teki o büyük felaketi yaşamış fakat ayakta kalmayı, gülümsemeyi başarabilmiş insanlarla tanıştığı an yaşamını da değiştirecek o büyük kararı verdi: “Benim oğlum yaşayacak”

Oe’nin bu kararı ile yaşamasını arzu ettiği oğlu Hikari, büyük bir klasik müzik bestecisi olacak, Japonya’nın en büyük klasik müzik ödülünü kazanacak, çıkardığı “Music of Hikari” ismindeki albümü 1 milyondan fazla satış yapacaktı.

İşte o büyük eser, 1994 yılı Nobel Ödüllü kitabı “Kişisel Bir Sorun”u oğlunun doğumundan bir sene sonra yazdı. Roman kendi yaşamıyla özdeş epik ve varoluşçu bir anlatıydı. Tıpkı kendi hayatında da olduğu gibi beyin fıtığı ile doğan bir bebeğin babasının yaşadığı bunalımlı ve karanlık dönemi anlatıyordu.

Karakterin acısıyla başa çıkmak için kendisini aldatan tavırları, yek diğer yanı ile yüzleşmesi, içerisindeki çatışmalar, kendine ve çevresine olan yabancılaşması kitabın ana duygularıydı.

Nobel Ödülü verilme gerekçesi dahi başlı başına bir onur nişanı gibiydi: “Şiirsel güçle, yaşamın ve mitin bugün insanoğlunun çıkmazlarının endişe verici bir resmini oluşturmak için yoğunlaştığı bir hayali dünya yaratan…”

Kenzaburo Oe için hayatın belirli konuları sarsılmaz bir şekilde savunulmalıydı. Hiroşima’ya atom bombası atılmasının kurbanları için, Okinawa halkının askeri üs olarak kullanılmama mücadelesi için, engellilerin zorlukları için, akademik yaşamın disiplin sahibi olması için, hemen her konuda eline pankartını alarak aktivistlerin yanına koşturan bir anarşistti. Ki Oe çoğu zaman kendisini de “demokratik bir anarşist” olarak tanımlıyordu.

Oe doğrularını hükümetler, yöneticiler ve konjonktüre göre şekillendirmeyen bir yazardı. Japonya’nın o kadar hazin bedeli ödedikten sonra ABD ile güvenlik anlaşmasını yenilemesine karşı, Vietnam savaşına karşı, Cezayir savaşına karşı hemen tüm savaşlara karşı her zaman bir kimlik olarak var oldu. 1961 senesinde Japonya’dan Paris’e Cezayir savaşına karşı yürüyüş yapmaya gidecek kararlılıkta birisiydi. Bizim İsrail’e taş atan arkadaşı Edward Said’imiz gibi. Elde pankart sokakta savaş karşıtlarıyla birlikte slogan atarak yürüyen Jean-Paul Sartre, Simone de Beauvoir ve Kenzaburo Oe…

Yaşamdaki duruşu adına Oe’nin ardından baktığımızda ilke sahibi politiklikten, merhametli bir ebeveyn olmaktan, her gün saatlerce okunacak, yaşama sebebi el yazması kitaplardan, caz ve klasik müzik CD’lerinden, Nobel ödülünde bahsettiği, büyük bir öğretici olan kabir ziyaretlerinden, hiyerarşiye ve savaş sorumlularına karşı isyanlarından bahsedebiliriz. Hem kendisi hem insanlık için rol modelliği en çok da inandığı gibi yaşama düsturunda olan büyük bir yazardan bahsediyoruz neticede. Hatta bir röportajında “Sartre’ın bahsedildiği ve kendisinden bahsettiği kadar dert sahibi olmamasından” şikayetçi olacak düzede bir samimiyette bir rol modellik bu aynı zamanda…

Eni konu Oe’den geriye su gibi akıp giden kitapları, oğlu Hikari, ve merhametin kötülükten yüce olduğunu ispatlayan o hayatı kaldı. Allah rahmet eylesin.

“Söylesenize bana, bir insanın yaşarken insanca herhangi bir şey yapmadan, dolayısıyla hiçbir şey bil­meden, herhangi bir şeyi anımsamadan ölmesinin çok korkunç bir şey olduğunu düşünmüyor musunuz?

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum