Uzak Doğu’dan bir baş yapıt; Yaşamak

“Bir felaketten kurtulunca ardından güzel günler gelir.”

Yu Hua, 3 Nisan 1960'ta Zhejiang eyaleti, Hangzhou şehrinde cerrah bir baba, hemşire bir annenin oğlu olarak dünyaya geldi. Çin kültür devriminin başlangıcında 6 yaşında olan Hua, yasaklı olmayan tüm edebi literatürü kütüphaneler sayesinde edindi ve morgun karşısında bulunan lojmanlarında yaptığı okumalarla yazarlık serüvenin başlangıcına adım attı.

Dazibao denen büyük puntolu posterler Çin Kültür Devrimi’nin en önemli alamet-i farikasıydı. Her baskıcı yönetimde olduğu gibi hükümete şikâyet hattının ete kemiğe bürünmüş hali olan bu afişler, vatandaşların resmî ideolojiden saptıklarını iddia ettikleri kişiler hakkında isimsiz şikayetlerde bulundukları el yazısı pankartlardı. Afişler kültür devrimi sırasında gündelik hayatın bir parçasıydı ve onların iğneleyici suçlamaları Yu Hua'ya insan doğasının hükümet tarafından sansürlenen tarafında görünenden farklı bir yan olduğunu gösterdi. Dazibao'lardaki kıskançlık, öfke ve korku ifadelerinden hikâye anlatımı ve hayal gücünü kullanmayı öğrendi.

“Pek de güzel bir yer olmayan diğer insanların ağızlarının içine bakma” fikrinden iyice usandığı zaman diliminde mesleği olan diş hekimliğini bıraktı ve tüm zamanını yazmaya verdi. Öykülerle işe başladı, 1983’te ilk öyküsü yayınlandı. Yazarlığından etkilendiği isim Nobel ödüllü Japon yazar Yasunari Kavabata’ydı. Marquiez de kendisinde derin izler bırakan edebiyatçılardandır.

Devamında “Geçmiş ve Cezalar” isimli sekiz parçalık Kafkaesk öyküleri yayınlandı. Bu ilk öyküler, Komünist lider Mao Zedong'un ölümünü takip eden yıllarda kapitalist girişimin ve kişisel çıkarların hızlı yükselişiyle hayal kırıklığına uğramış bir neslin kafa karışıklığını ve hoşnutsuzluğunu ele alan epik anlatılardı.

Kendisinin de baş yapıtı olarak görülen ve son 50 yılın en önemli eserlerinden birisi olan Yaşamak’ı 1993 yılında yazdı. Romanın baş kahraman olarak portresi Fugui, ailesinin tüm servetini çarçur edene kadar kötü alışkanlıkların ve kumarın esiri zengin bir Çin köylüsüdür. Daha sonra köylü bir çiftçiye dönüşür, asker olur ve Çin tarihinin kırk yılı boyunca baba ve büyükbaba olurken ve tüm sevdiklerini Mao yıllarına katlanırken kaybeder.

Fugui’nin iki yönü arasında tam bir karşıtlık vardır, ilki devrim öncesi dönemde alt sınıf insanların omuzlarına binmekten hoşlanan bencil bir budala, diğeri de devrim sonrası dönemde zulme uğrayan bir köylü olmasıdır. Oldukça kafa karıştırıcı bir kahraman olarak zuhurda olan, hayal dahi edilemeyecek sefaletle dolu bir ömrün nihayetinde yoldaşı olan öküzüyle yapayalnız kalan Fugui…

Çin'de bu devrimin gölgesinde, baskının en şiddetli anlarında siyasi çözüm yok, ekonomik çözüm yok, bilimsel çözüm yok, manevi çözümler dahi yok. Kendisinin en sefil anı -belki de- coşkulu bir Komünist Parti destekçisi gibi görünmeye takıntılı olduğu anlardır. Diğer türlüsü yaşamak, var olmak adına bir umudu barındırmadığı için bu rol kanıksanmış bir yazgı olur zamanla… Bu yüzden romanın yazarı Yu Hua'nın dünyasında yapılabilecek tek itiraz insandan insanadır. Bazı insanların kalbi vardır, bazılarının da yoktur. Kötü kaderden bazen kurtulursun, bazen de kurtulamazsın.

Çin'deki yaşam hikayelerinin aileler ve nesiller aracılığıyla anlatıldığı bu roman Çin komünist partisinin yönetme şeklini alenen anlattığı için -haliyle- ülkede yasaklandı. Japon savaşı, komünistler ve milliyetçiler arasındaki iç savaş, Çin Halk Cumhuriyeti'nin kuruluşu, Kültür Devrimi… Tüm bu insan hayatına mal olan serüvenler boyunca kitabın ismi ise oldukça manidar: “Yaşamak”

Peki bizler herhangi bir planı, tutarlı bir felsefesi olmayan, politik hedefi olmayan, görünüşte herhangi bir dini inancı da olmayan ve iyi ve kötü talihin başına geldiği bir adam hakkında nasıl hissedeceğiz? Rastgele mi? O iyi birisi mi? kötü mü? O sefil birisi mi? Yoksa bir kahraman mı? İşte o sıradanlığın içindeki hüznün abartısı bir sürü duyguyu insana hissettiren bir heyula. Kitabın şifresi.

Ve Fugui’nin o topraklar için sıradan, bizler için vahamet dolu hayatı... Acınası değil, takdire şayan değil. En önemlisi bize ders vermiyor. Ve huzursuz da değil. Tıpkı Kafka’nın Sisifos’u gibi. “Mutlu olduğunu düşünmeliyiz onun.”

Kitapta da anlatıldığı üzere gerçek hayattan zor bir ders yoktur. Kitapta da geçen bir sözde ifade edildiği üzere,

“Yaşamın onuru, kaderin ve siyasetin iniş çıkışlarıyla başa çıkmaktır.”

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum