Makarnaya boğulmayı beklerken...
“1- Her il ve ilçede Tekâlif-i Milliye komisyonu kurulacaktır. 2- Her ev birer kat çamaşır, birer çift çorap ve çarık hazırlayıp komisyona teslim edecektir. 3- Halkın ve tüccarın elinde bulunan dokuma ürünlerinin yüzde 40'ına bedeli sonradan ödenecek şekilde el konacaktır. 4- Gıda maddelerinin yüzde 40'ına bedeli sonradan ödenmek üzere el konacaktır...”
Önceki gün kabine toplantısının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bütün televizyonlarda canlı yayınlanan konuşmasını tam bu maddeleri okuduğu sırada açanlar küçük bir şok yaşamış olabilirler.
Aslında Cumhurbaşkanı sadece “Biz bize yeteriz” yardım kampanyasına yönelik eleştirilere cevap verirken, İstiklal Harbi sırasında çıkarılan Tekalif-i Milliye Kanunu’nun emirlerini hatırlatmıştı.
Tarihi günler yaşıyoruz. Bütün ülkeler, insanoğlunun son yüzyılda karşılaştığı en büyük tehditlerden birine karşı ezber dışı radikal önlemler alıyor, bütçelerinin hatırı sayılır oranlarını salgının yarattığı ekonomik sorunlara karşı destek paketlerine ayırıyorlar.
ABD’de başta New York Valisi Andrew Cuomo olmak üzere Demokratlar, salgına karşı solunum cihazı, sağlık malzemesi gibi acil ihtiyaçların hızla karşılanması için Trump’tan 1950’de Kore Savaşı sırasında çıkarılan, devlete özel sanayi tesislerinde ihtiyacı olan malları ürettirme yetkisi veren Defence Production Act’ı acilen yürürlüğe koymasını istiyorlar.
Kanada’nın Liberal Demokrat Partili Başbakan’ı, Macron gibi finans kariyeri yapmış liberal bir Cumhurbaşkanı, herkese sağlık sigortası verme fikrinden bile tiksinen Amerikan Cumhuriyetçileri vatandaşlara doğrudan para dağıtmak gibi sosyalistlerin hayallerini süsleyen adımlar atıyorlar.
Macron’dan Trump’a pek çok lider salgınla mücadeleyi çoktan savaşa benzetti.
En son Kraliçe Elizabeth, İngiliz halkının bu salgını “İkinci Dünya Savaşı'nda gösterdikleri ruhu tekrar canlandırıp, cesaret ve birlik içerisinde durarak yeneceklerini” söyledi.
Tarihte hep birlikte aşılmış benzeri zor dönemleri hatırlamak evine kapanmış, çaresizce bekleyen insanlara moral verecektir.
Ama salgına karşı devletin açtığı yardım kampanyasına örnek olarak, İstiklal Harbi sırasında çıkarılan Tekalif-i Milliye (Milli Vergiler) emirlerini hatırlatmak pek moral verici olmayabilir.
Aslında ilk zorunlu harp vergisi, toplumsal hafızamızda büyük bir travma olarak hatırlanan Balkan Savaşı yıllarına dayanıyor.
Dış borç içinde kendini Balkan Savaşı’nda bulan Osmanlı devleti, 25 Ağustos 1912 günü, altında Padişah Mehmed Reşad ve Sadrazam Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın imzalarını taşıyan
Tekalif-i Harbiye kanununu çıkarmıştı.
Kanun o kadar sert uygulanmıştı ki, kıtlık, karaborsa, enflasyona neden olmuş, 1914 yılında İstanbul’da fırınlarda ekmek yapacak un kalmayınca, Tekalif-i Harbiye Komisyonu el koyduğu unları fırınlara dağıtmak zorun kalmış, un gelip ekmek çıkınca fırınlar önünde oluşan izdihamda kavgalar çıkmıştı.
Balkan Savaşı’nı Birinci Dünya Savaşı takip etmiş, zorunlu harp vergileri daha düzenli uygulansa da yıllarca yoksul halkın belini iyice bükmüştü. Malların ve vergilerin toplanması sırasında yaşanan yolsuzluklarla ilgili davalar ise 1940’lara kadar sürdü.
Tekalif-i Milliye ise daha da ağır şartların ürünüydü.
Birinci Dünya Savaşı’nın yıkımı ve işgallere karşı başlayan milli mücadelenin önündeki en büyük engel dağılmış orduyu toparlamaktı.
Ama Sivas Kongresi sırasında düzensiz Kuvva-i Milliye birlikleriyle birlikte silahlı asker sayısı 45 bini geçmiyordu. Aynı sırada Anadolu’da hepsi iyi donanımlı 200 bin işgal kuvveti vardı.
Düzenli merkezi bir ordu kurmak için para gerekiyordu. Ama Ankara hükümetinin bütçesinde gelirlerle giderler arasında uçurum vardı.
Bu uçurum bir nebze Sovyetlerden gelen 10 milyon ruble, Hint Hilafet Komitesi’nin topladığı 122 bin sterlin ve ABD Detroit’te yaşayan Türklerin aralarında topladığı 18 bin dolarla kapatılmaya çalışılmıştı.
Ama parasızlık yüzünden sahada da durum parlak değildi.
10 Temmuz 1921'de Kütahya-Eskişehir Savaşları’nda taktiksel de olsa ordu Sakarya’nın doğusuna çekilmiş, Yunan ordusuna Ankara’ya doğru yürüme yolu açılmıştı.
Ankara’da panik artmış, başkentin Kayseri’ye taşınması bile konuşulmaya başlanmıştı.
Ordunun vahim durumunu o günlerde Meclis’te konuşan
İzmir mebusu Mahmut Esat Bey şöyle anlatmıştı:
"... Ordu geri çekildiği zaman yeter derecede erzakını alamamış... Birkaç nefere rastladım. Onlarla görüştüm....Biz düşmanı yenmeye geldik. Zararı yok biraz da aç döğüşürüz dediler....Yalın ayak bir nefer yanıma geldi. Heyetle ben neferin önünde yere bakmaya mecbur olduk ve sıkıldık.”
İşte bu ağır şartlarda Mustafa Kemal Paşa’ya 5 Ağustos 1921’de Meclis’in bütün yetkileri Başkomutan olarak devredildi, Başkomutanlık yetkilerini aldıktan iki gün sonra attığı ilk adım da Tekalif-i Milliye emirlerini yayınlamak oldu.
Ağır vergilerdi bunlar. Uygulamak için her bölgede komisyonlar ve malları cephelere taşıyacak menzil teşkilatları kurulmuştu.
Vergileri vermeyenler ya da yolsuzluk yapanlar için doğrudan Hıyanet-i Vataniye kanunu ve İstiklal Mahkemeleri devredeydi.
O günlerde Ankara Tekalif-i Milliye Komisyonu
Başkanı’nın Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde çıkan çağrısı o zor şartları iyi anlatıyor:
"Vatanperver halkımıza. Memleketten alçak düşmanı kovmak için özveri gerekmektedir. Askerlerimiz cephede kanlarını dökerken, bizim de burada varımızı yoğumuzu feda etmemiz gerekmektedir. Bunun için hükümetimizin bizden istedikleri, ordunun yiyecek, içecek ve giyim gereksinimlerini karşılamak için oluşturulan Ankara Tekalif-i Milliye komisyonu, aşağıdaki kararların alındığını duyurur.... Valilik makamındaki Tekalif-i milliye Komisyonu'na bu beyannameyle başvurmaları ve beyanname ile vermeyenlerin yapılacak inceleme sonucunda mallarının ellerinden alınacağı ve kendilerinin vatan hainliği ile suçlanarak cezalandırılacakları belirtilir.”
7 Ağustos 1921’de çıkarılan Tekalif-i Milliye kanunu 30 Ekim 1921’e kadar yürürlükte kaldı. Bu süre zarfında 10 ayrı emir yayınlandı. 6.4 Milyon liralık gelir elde edildi. Mazbata karşılığında halktan toplanan mal, para ve hizmetler İstiklal Harbi’nin sahadaki gidişatını değiştirdi. 12 Nisan 1923’de çıkarılan kanunla Tekalif-i Milliye’de el konan erzak ve eşyanın bedelleri halka geri ödenmeye başlandı. Yüzde 72’sinim geri ödemesi 1923’de tamamlandı, geri kalanı ise 1929 yılına kadar peyderpey ödenerek kapatıldı.
Tekalif-i Milliye’nin altıncı emri gereği el konulmuş emvali metruke yani çeşitli sebeplerle sahipsiz kalmış, terkedilmiş mallar hariç...
(Geri ödemeler için 1923’de çıkarılan kanunun ikinci maddesine bu şerh şöyle düşülmüştü: “Türkiye’den ayrılan mahaller ahalisinden Türk tebaası olmayanlarla eczayı vatanın (vatan parçasından) bir kısmını tefrike (ayırmaya) sai olmuş (çalışmış) olan siyasi zümre ve teşkilatlara mensup eşhasın Hazinedeki matlupları (alacağı) işbu kanundan müstefit olamaz (faydalanamaz)”
Bundan kimlerin kastedildiğin, kanun yapılırken Maliye Bakanı olan Gümüşhane Mebusu Hasan Fehmi Bey, bir kaç ay sonra kanunun tartışıldığı Meclis’teki gizli oturumda açıkça söylemişti:
“Maddeden maksat tehcir ve tegayyüp (sürgün edilen ve kaybolan) Rumların ve Ermenilerin Tekalifi Milliye ve harbiye mazbatalarını mahsup etmemektir. Çünkü gerek harbi umumiye, gerek istiklâl harbine yine Şarki Anadolu’nun harbisine nasıl Ermeniler sebebiyet verdi ise Garbi Anadolu’nun harabisine ve istiklâl harbinin bu kadar çetin ve bu kadar memleketi yıkıcı bir hal almasına da Rumlar sebebiyet verdi. Binaenaleyh bu kanunla biz o muhaberelerin bıraktığı tesiri maliyi kastediyoruz.”)
Kaynak ve alıntılar: Nevzat Onaran- Cumhuriyette Ermeni ve Rum Mallarının Türkleştirilmesi (1920-1930)- Ohannesler’in Tarlası Kimin? http://bianet.org/files/doc_files/000/000/136/original/nevzatonaran.html
Yani Tekalif-i Milliye’nin şartları herhangi başka bir durumla kıyaslanmayacak kadar ağırdı. Gerçek bir beka kaygısının ortasında, savaş için halktan büyük bir fedakarlık istenmişti. Önemli bir kısmı daha sonra geri iade edilse de gönüllü değil, ödemeyenlerin vatan hainliğiyle yargılandığı zorunlu vergilerdi bunlar.
Herhalde bugün salgın yüzünden dükkanlarını kapatan, maaşlarını alamayan, işlerini kaybetmekle karşı karşıya olan vatandaşların ihtiyacı olan, tarihten böyle fedakarlık hikayelerini hatırlamak değil.
Üstelik devletin başlattığı bir yardım kampanyası için, savaş şartlarında çıkarılmış ağır vergileri örnek göstermek yanlış anlaşılmalara da davetiye çıkarabilir.
Bugünlerde vatandaşlar devletten daha fazla fedakarlık mesajları değil, kendilerini rahatlatacak, yanlarında olduğunu hissettirecek sözler duymak isterler.
Salgının Türkiye’ye ulaştığı ilk günlerde marketlerdeki makarna yağmasını durduran Makarna Üreticileri Sanayicileri Derneği başkanınınki gibi güven verici sözler:
“Kimse panik yapmasın, Türkiye’yi makarnaya boğarız”
(Tekalif-i Milliye ile ilgili bilgilerin alındığı kaynak: Cezmi Tezcan- Tekalif-i Harbiye ve Tekalif-i Milliye örneklerinde Savaş Dönemleri Mali Politikaları- Doktora Tezi- Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü- 2005)