Kazanan ‘biz’ olduğumuz sürece sorun yok

Niçin oy veriyoruz? Ya da vermiyoruz? Neden o partiye değil de bu partiye?

Bu sorunun çok sayıda cevabı var.

Biri ideolojik. Sağcıyız, öyleyse sağcı bir partiye oy vermemiz lazım. Solcuysak da solcu bir partiye.

Az milliyetçi veya çok milliyetçi bir partiye.

Bir liberal partiye.

Birden fazla sağcı, birden fazla solcu, birden fazla milliyetçi ya da liberal parti varsa aralarında kendi ideolojimize daha yakın olanı arayabiliriz.

Doğayı korumak istiyorsun, o zaman eğer varsa yeşil bir partiye.

Dini bir sebeple de oy vermek mümkün. Bu dünyada oy veriyorum, verdiğim oy ahirette karşıma cevaplandıramayacağım bir sual olarak çıkmasın.

Mantıklı.

Fakat oy verdiğimiz insanların yapabileceği yanlış işlerin başımızı ağrıtabileceğini de hesaba katmamız lazım.

Şöyle bir risk de var.

Dinimiz ya da din telakkimiz yavaş yavaş oy verdiğimiz insanların dinine benzeyebilir.

Bize verilen hizmetin kalitesini yükseltme isteği de oy tercihimizi etkileyebilir.
(Bir partinin ideolojisi aşağıda sıralayacağım türden beklentileri karşılamasına mani sayılmaz.)

Daha çok özgürlük, daha çok demokrasi, daha yüksek bir kalkınma performansı, daha iyi eğitim, daha çok liyakat, daha çok adalet, daha az yolsuzluk, daha az kayırmacılık, daha az torpil, daha az rüşvet…

Kaldırımlar da düzgün olsun, yollar da hastaneler de…

Bir dakika… Galiba yanlış bir şey söyledim.

‘Daha az, daha az’ diye tutturdum gidiyorum. Saçma! Ben de mi kanıksamaya başladım yolsuzluğu, rüşveti?

Hiç olmasın yolsuzluk, kayırma, torpil, rüşvet, niye diyemedim de kapıldım gittim sözün akışına?

Hayır, kanıksamadım.

Ama bilinçaltıma bu kötü, istenmeyen ‘nitelik’lerin bir ülke gerçeği olduğu düşüncesi sızmaya başlamış olabilir.

Bu ‘sızma’ tehlikelidir.

‘Vatandaşlık kalitesi’ diyordum ya… Bu ‘nitelik’lerin benimsenmese bile ülke gerçeği olarak kabul edilmesi ‘vatandaşlık kalitesi’nin yanısıra ‘vatandaş kalitesi’nin de düştüğüne alamettir.

Adam rüşvetle iş almış.

Normaaal. Herkes alıyor.

Torpille işe girmiş.

Yazılıdan 90 puan almış ama mülakatta elemişler.

Bin liralık işi iki bine vermişler binini kırışmışlar.

10 milyonluk ihaleyi ‘ayarlayan’ arkadaş bir milyon kazanmış, müteahhit taşerona işi 5 milyona vermiş.

Aradaki 5 milyon uçmuş.

Arada tüyü bitmemiş yetimin hakkı, taşeronun çalıştırdığı işçinin hakkı, milletin hakkı zayi olmuş, olmamış, hiç önemli değil.

İdeoloji mi? Din mi? Kazanan biz olduğumuz sürece sorun yok.

Biz doğruyuz, bizim hakkımız, biz almayalım da onlar mı alsın falan filan.

Adamını bulmuş imar durumunu yükseltmiş, bir günde servetini ikiye katlamış.

Eskiden de oluyordu böyle şeyler, yapabilen yapıyor.

Değiştirilemez mi?

Değiştirilse iyi olur, ama değiştirilemiyor. Bal tutan parmağını yalıyor.

Böyle böyle kanıksarsın.

“Yolsuzluğa karşı sürü bağışıklığı” dediğim biraz da budur.

Gidişatın değişeceğinden ümidi tamamen kesersen eleştirmeyi de bırakırsın.

Değiştirmekten vazgeçince sen değişirsin. Kendini ‘ülke gerçekleri’ne uydurursun.

Değişme, değiştirme ümidinin olmadığı, vatandaşlarının ifade özgürlüğünün övmekle, alkışlamakla sınırlandırıldığı ülkelerde mutlu insanlar görme ihtimaliniz vardır.

Hammer ciple gezmekten mutludur adam, ya da İspanya’da tatil yapmaktan.

Ülkesinde bazı insanların mülti milyarder, bazılarının fena halde yoksul ve sefil olmasından müşteki olmamayı öğrenmiştir.

Yoksullar bile sorgulamaz çarpıklıkları.

Sen sorguladığın zaman hatta savunabilir.

Bu, ‘vatandaş kalitesi’ dediğimiz şeyin en düşük seviyesidir.

YORUMLAR (50)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
50 Yorum