Ülkemizin etrafı neyle çevrili?
Böyle bir mevzu açılınca, hemen hatırıma Oğuz Atay gelir.
Tutunamayanlar.
Türkçe’de on tane büyük roman varsa, birisi ‘Tutunamayanlar’dır. Korkuyu Beklerken'i de unutmamak lazım.
‘On tane’ dememin sebebi, başkalarının şampiyonlarına saygımdandır. ‘Beş taneden biri’ de diyebilirdim. Marjı geniş tuttum.
Selim... Şu ‘Tutunamayanlar’ın adamı. Romandaki esas çocuk. Allah bilir, Selim, Oğuz Atay’ın kendisidir.
Tutunamayanlar’ı veya Korkuyu Beklerken'i okurken okurken, her okuyucu biraz Selim, biraz Hikmet olur.
Öyle tahmin ediyorum, hayatta herkesin en az bir Hüsamettin Tambay’ı vardır. Allah, Hüsamettin Tambay’ları yanımızdan yöremizden eksik etmesin.
“Ülkemiz bazı yanlarından denizlerle bazı yanlarından da başka ülkelerle çevrili, genellikle dört köşe özellikle çok köşe bir kara parçasıdır. Denizlerin olmadığı yerde ülkemiz noktalı çizgilerle sınırlandırılmıştır.”
“Uzun binalar çizgileri noktalar gözetleme kulelerini gösterir. Uzun binaların ve kulelerin damları kırmızı olduğu için sınırlar haritalarda kırmızı çizgilerle gösterilir.”
Salim, ‘üç yanı denizlerle çevrili’ deyince itiraz ediyor Hikmet. “İki buçuk yanıdır oğlum Salim. Güney sınırımızın yarısı karadır.”
Mevsime göre değişebiliyor tanımlamalar.
Bugünlerde, ‘bir kavle göre’ dört tarafımız değilse bile üç tarafımız düşmanlarla çevrili.
Zaman zaman ihtilaf çıkıyor.
Çok çevrili, az çevrili.
Çevrisiz.
Ne biçim kelime ‘çevrisiz’? Lügatte var mı?
Bilmiyorum, lügatte var mı?
Kendi kendine doğdu işte. Bir Oğuz Atay bulaşması olabilir.
Benim gözlemim şu ki, etrafımız, ‘sıfır sorun’ günlerine göre daha netameli.
‘Benim gözlemim’ dediğime bakmayın, herkesin gözlemi böyledir. Çünkü çıplak gözle görülebilecek kadar aşikar bir vaziyetten bahsediyoruz.
Yani, abartılı bulsam da boş bulmuyorum, ‘herkes bizim kötülüğümüze çalışıyor’ söylemini.
Aradan çok zaman geçmedi, etrafımızdaki ve uzağımızdaki kalelerin birer birer nasıl düştüğünü hatırlayabiliriz.
Hepsinde de haklıydık.
Mısır’la devletin arası bozulurken, bizim de aramız bozuldu.
Suriye’yle de öyle.
İsrail’le de öyle.
Rusya işini tam anlayamadık ama, herhalde orada da haklıyızdır.
Sonuçta, Rus uçakları hududumuzu ihlal etti.
YPG’nin terörist olduğu belli. Anlamak istemeyen Amerika. Demek ki orada da haklıyız.
Fakat diplomasi, haklı olmanın ötesinde bir şeydir.
Diplomasi dediğimiz ‘mekanizma’ benim kafam gibi, benim vicdanım gibi çalışmak zorunda değil.
Diplomasi, kendi ses tonunu benim attığım sloganlara uydurmaya uğraşmasa da olur.
Diplomasi derken, ‘hariciye’ ile sınırlamıyorum. Devlet tavrından bahsediyorum.
‘One way ticket.’
Böyle bir şarkı vardı, şimdi de rastlasam dinlerim.
‘Tek yön bileti.’
Yani dönüşsüz.
Hep böyle mi gidecek? Bir yıl sonra biraz daha, bir kaç yıl sonra biraz daha. Nereye varmayı planlıyoruz?
Bir ‘İstiklal Savaşı’na mı?
Tamam, ‘İstiklal Savaşı’ icap ederse yaparız. Ecdadımızın bu konuda tecrübesi var. İnşallah bize ve bizden sonraki nesillere de intikal etmiştir.
İnşallah, Twitter’daki, Facebook’taki kahramanlarımız, -Allah mecbur bırakmasın- o zaman gelince ‘direct mention’larını, ‘like’larını esirgemezler!
‘Allah mecbur bırakmasın.’
Doğru laf, budur.
Elalemin ‘üst akıl’ı varsa, bizim de, kendi milletini gözetecek bir ‘devlet aklı’mız olması lazım.
O akıl, eğer isterse memleketi yıkmadan dökmeden ‘sahil-i selamet’e çıkarabilir.
Eğer isterse.