Yerden göğe kadar haklıyız, ama...

Balkanlar’da (Bosna ve Kosova), Kafkasya’da (Azerbaycan ve Gürcistan), Karadeniz’de (Kırım ve Ukrayna), Akdeniz’de (Kıbrıs) olduğu gibi…

Suriye’de de ortak çıkara sahip olmadığımız ve doğal olarak karşı cephelerde yer aldığımız Rusya ile bir süredir yaşadığımız ‘yakınlaşma’nın sürdürülebilir olmadığı belliydi.

Hem bölgesel hem de küresel zemindeki siyasi bloklaşmalarda Rusya ile aynı cephede yer almamıza ‘jeopolitik’ müsaade etmiyor çünkü. Zaten son iki yüz yıllık tarihimiz de bunu gösteriyor. Bunun için geleneksel Türk dış politikası Rusya ile siyasi ve askeri anlamda karşı karşıya gelmekten kaçınmayı ama potansiyel tehditlerin farkında olarak ortak çıkarlara sahip olduğumuz güçlerle bir arada durmayı öngörür. Ticari ve ekonomik alanlarda ilişkilerin geliştirilmesi ve bu ilişkilerin bağımlılığa dönüşmesini engellemek için de Batı ittifak bloğu içinde yer almanın önemi hep gözetilmiştir bugüne kadar.

Ne var ki son zamanlarda Suriye meselesinde ve PKK tehdidi konusunda batılı müttefiklerimizden ayrı yerlere düşmüş olmanın ve özellikle Washington’la aramızdaki güvensizliğin giderek artışının sonucu olarak Moskova ile ilişkilerde ‘ekstra’ bir gelişme ortaya çıktı. Açıkçası, gereğinden fazla yakınlaştık. Konjonktürel bir hamle neredeyse yapısal bir nitelik kazanma yoluna girdi. Buna karşılık Rusya ile İdlib’de ‘askerî olarak’ karşı karşıya gelmiş olmamız bir açmaz oluşturdu.

***

Rusya ile işbirliği siyasetinin derinleşmesinin ve özel olarak İdlib’deki problemin her iki tarafın da rıza göstereceği şekilde çözülebilmesinin imkânsız olduğu bilinmesine rağmen… Soçi ve Astana süreçlerinin her iki taraf için de vakit kazanma dışında anlamı olmadığı bilinmesine rağmen… 34 askerimizin şehit edildiği saldırının ardından yaşadığımız şaşkınlık, esasen Batıyla işbirliği seçeneğine karşı gündeme gelen Rusya ile işbirliğine yeni bir seçenek oluşturmanın zorluğundan kaynaklanıyor.

Ortadaki realiteye rağmen ‘Askerimizi Rusya vurdu’ cümlesini adeta bir tabu gibi telaffuz etmekten çekinmemizin sebebi budur. Daha açık ifade etmek gerekirse Ankara olup biten her şeye rağmen ‘Rusya ile işbirliği’ siyasetinden kolayca vazgeçebilecek durumda değil artık. Dolayısıyla her şeye rağmen önceliğimiz yeniden Rusya ile masaya oturmak. Zaten bu aşamada ve mevcut şartlarda Batı bloğundan bizi memnun edecek bir desteğin gelme ihtimali de görülmediği için Putin-Erdoğan görüşmesi her zamanki görüşmelerden çok daha fazla önemli bizim için.

Mamafih hâlâ Ruslarla masaya oturup pazarlık yapabiliyor olmamız biraz da NATO üyeliğimizin sağladığı güvencelerle ilgili görüldüğü için Ankara’da aktüel ihtilafın çözümü için ‘eski dostlar’la işbirliği de bir seçenek durumunda. Bunun ötesinde Batı dünyası ile ilişkilerin ‘eski güzel günler’ seviyesine dönmesi de arzu ediliyor ama bizi Rusya ile işbirliğine yönelten problemler çözülmeksizin bunun nasıl mümkün olacağı bilinemiyor!

***

Buna karşılık, ABD ile aramızda son yıllarda iyice artan soğukluğun gerekçesi olarak gösterdiğimiz tutumların aynısını ve hatta daha fazlasını Rusya’dan görüyor olmamız bile tek başına bu konuda bir muhasebenin yeni baştan yapılmasını gerekli kılıyor olmalı.

ABD’ye münhasıran Suriye konusundaki kızgınlığımızın sebebi neydi? Suriye’nin kuzeyinde kurulacak ‘Kürt devleti’ uğruna içerideki barış sürecini feda eden PKK’ya -kısacası- kol kanat germeleri. PYD’yi ‘Türkiye’nin bize yardımcı olmadığı IŞİD mücadelesinde yanımızda olan müttefik güç’ diye lanse etmeleri. Dolayısıyla NATO’daki müttefikimize karşı duyduğumuz öfkede yerden göğe kadar haklıyız. Ancak haklı olduğumuz bu konuda günübirlik duygusal tepkilerle ülkemizin uzun vadeli çıkarlarına hizmet edip etmediğimiz konusu bir yana... ABD’ye kızdığımız hususlarda Rusya’nın tutum ve davranışlarının çok daha kabul edilemez halde oluşu herhalde dış politikamızın bir açmazı...

‘Batıdan uzaklaşıp Rusya’ya yaklaşma’ politikasının en önemli gerekçelerinden biri olan PKK konusunda Moskova’nın geleneksel pozisyonu aslında kuzey komşumuzu tercihe şayan bir alternatif olmaktan uzak tutuyor.

İdlib’deki ihtilaf çerçevesinde belirginleşmiş olan resmin gereği dış politikamızı yeniden bir ‘denge’ye oturtmaya yönelmek olmalı aslında ama ne yazık ki iç siyasi konjonktür buna izin verebilecek durumda görünmüyor.

YORUMLAR (29)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
29 Yorum