Bir milyon kitap meselesi

Beşir Ayvazoğlu

Pazar günkü yazımda İsmail E. Erünsal hocamızın Orta Çağ İslâm Dünyasında Kitap ve Kütüphane isimli yeni kitabından söz ederken fanatiklerin kitap düşmanlığına da değinmiş ve Kardinal Ximenes’in 15. yüzyıl sonlarında İslâm’ın İspanya’daki bütün izlerini silmek amacıyla Gırnata’nın Babürremle meydanında bir milyona yakın nadide kitabı yaktırarak inanılmaz zenginlikte bir bilgi birikimini yok ettiğine dair rivayeti nakletmiştim. Değerli bir okuyucumun zekice alay ettiği bu bir milyon rakamı bana da her zaman mübalağalı gelmiştir.

Antik ve Ortaçağ’daki bütün kitapların günümüzün kitapları gibi olduğunu düşünmemek gerekir. Rulolar, küçük küçük risaleler, hatta birkaç sayfalık metinler bile kitap olarak kataloglanmış olabilir. Bu mesele üzerinde düşünürken, kütüphanemde Kitap Yakmanın Tarihi isimli bir kitabın daha bulunduğunu hatırladım. Yazarı Lucien X. Polastron. Everest’in yayımladığı kitabı dilimize Aziz Ufuk Kılıç kazandırmış.

***

Polastron’un kitabının yedinci bölümü olan “Hıristiyan Batı”nın “Katolik İspanya” başlıklı alt bölümünü gözden geçirdim. Yazar, İspanya’nın kendisi için son derece kullanışlı bir alet olarak gördüğü Engizisyon’dan ancak 1894 yılında vazgeçebildiğini, Kastilya ve Aragon kutsal evlilik bağıyla birleştikten sonra, Isabelle ve Ferdinand’ın Yahudilere ve Müslümanlara yönelik devasa bir etnik temizlik harekâtına başladıklarını, Müslümanların zorla Hıristiyanlaştırıldığını, buna rağmen Kardinal Cisneroslu Fransisco Ximenes’in uygulamayı yetersiz bularak vahşice zor kullanmaya karar verdiğini anlattıktan son şöyle devam ediyor:

“18 Aralık 1499’da üç bin Müslüman zorla vaftiz edildi, emir üzerine beraberlerinde getirdikleri tüm kitapları Granada’daki Vivarramba Meydanı’nda yakıldı, sadece Akala Üniversitesi’nin sahip çıktığı tıp incelemeleri yakılmaktan kurtuldu. Bu dev bir olaydı, Torquemada’nın 1490’da Salamanca’daki Saint-Etienne manastırında neredeyse saman altından ve suç işlediğini bile bile düzenlediği, toplamda en çok altı yüz kitabın büyücülük ve Yahudicilik suçlamasıyla imha edildiği toplu kitap yakılmasından çok daha fazla etki uyandırdı. Granada’nın tanıklarıysa -örneğin şu Peder Alcalea- arabalar dolusu muhteşem kaligrafili ve tezhipli, çoğu altın ya da gümüş köşelikli ve cepli elyazması kitabın kül olduğunu anlatır.”

Polastron’un bunları yazdıktan sonra eklediği şu cümlelere dikkatinizi çekerim:

“İmha etmek eğlencelerin en güzeli. Bu gösteri zihinleri öylesine şiddetle çarptı ki, yakılan eserlerin tahmini sayısı akıl alacak cinsten değildir: Bir ila iki milyon...”

Bu bilginin diğer kaynaklarla karşılaştırılması için düşülen dipnotta ise şu eserlerin isimleri zikredilmiş: Julián Ribera, Bibliófilos y bibliotecas en la Espana musulmana, Zaragoza 1896; Henry Karnen, Histoire de l’Inguisition espagnole, Paris, 1966.

***

Endülüs Müslümanları yapılanlara itiraz edip ayaklanınca Katolikler daha sert davranmaya karar vermiş, Aragon’a kadar bütün Müslümanları zorla vaftiz etmişlerdi. Bunun zorla yapıldığı için geçersiz bir vaftiz olduğuna söyleyenlere papazlar tarafından verilen cevap şöyleydi: “Vaftiz edilmek ya da yakılmak arasındaki nihai karar pekala hür iradeyle verilmiş bir karar sayılır!”

Lucien X. Polastron’un anlattığına göre, küçük prenses Dona Juana, 1511’de Moriskoların, yani Hıristiyanlaştırılmış Müslümanların sahip oldukları bütün kitapları teslim etmelerini emretmişti. Bu kitapların hepsi yakılarak yok edilecekti. Daha sonra Arapça, Müslüman isimleri ve kıyafetleri yasaklandı. Şaşırtıcı bir yasak daha vardı: Banyo yapmak... 1609-1614 yılları arasında da Moriskoların tamamı İspanya’dan atıldı. Tehcirden kısa süre sonra bütün bu yasaklara ve alınan tedbirlere rağmen Gırnata’daki evlerde “tuhaf harfleri ve süslemeleriyle büyücülük ve cadılık kitapları zannedilen” son derece güzel Kur’anlar başta olmak üzere çok sayıda kitap bulunmuştu.

***

Evet, böyledir ol hikâyet!

DERKENAR

MİMAR SİNAN’IN KAFATASI MESELESİNE ZEYL

İki yıl kadar önce bu köşede, Türk Tarih Kurumu tarafından teşkil edilen bir heyetin 1 Ağustos 1935 tarihinde, Mimar Sinan’ın kafatasını Süleymaniye Camii’nin yanı başındaki mütevazı türbesinden çıkardığına dair yazılıp çizilenlerden söz etmiş ve Mimar Sedat Çetintaş’ın Yeni İstanbul gazetesinin 25 Nisan 1963 tarihli nüshasında yayımlanan bir yazısından şu paragrafı aktarmıştım.

“Büyük milletimizin şerefli evlatları, size şuracıkta kısaca Koca Sinan’dan bahsedeceğim. Koca Sinan’ın Kayserili bir Ermeni olduğu hakkındaki iddiaların mahiyetini tespit için rahmetli Atatürk’ümüz 1936 yaz mevsiminde antropoloji tetkikatı yaptırmak üzere Türk Tarih Kurumu nâmına bana Sinan’ın mezarını açtırmıştı. Emri ifa ettim. Tamamıyla kesme taştan yapılmış olan lâhdin yan tarafından toprağa girerek bir tekini çürütüp açtırdım. Buradan bir tek omzumla beraber başımı sokabildim. Ceset tamamıyla çürümüş, kafa örneğinde bir toz hâlinde toprak üstüne çökmüştü (...) Burada Sinan’ın adut denilen, omuzlardan inen kol kemiklerinin onar santim boyunda birer parça ile kafatasında üç dört santim çapında bir parça bulabilmiş ve bunları idare heyeti huzurunda antropolog dostum Şevket Aziz Kansu’ya vermiştim.”

Geçenlerde Yeni Adam dergisini tararken Ağustos 1935 tarihli 86. sayıda “Koca Sinan ve Kafatası” başlıklı kısa bir yazıya rastladım. Hem yazının diline dikkatinizi çekmek, hem de konuyla ilgilenenlere yeni bir veri sunmak için “Vır Gur” imzalı bu yazıyı imlasına hiç dokunmadan sunuyorum:

“Koca Sinan, adı üstünde, koca bir Türk ve koca bir Türk kafası… Onun ar acununun yüksek göküne ulaşmak için kurduğu kubbeler herşeyden öce kafasının gücünü gösterir. Denebilir ki Sinan’ın kafatası parçalara ayrılarak -ama kırılmadan, dökülmeden, bir bütünlükten yine bir bütünlük doğarak- her izerinin üzerine kubbe diye oturtulmuştur. Ve Sinan bu yüzlerce kafası ile yaşıyor.

Bu, Mimar Sinan’ın akıl kafası. Bir de onun bu aklı yıllarca içinde beyin olarak taşımış etten kemikten bir başı var. Şimdi bu baş ancak bir kafatası olarak duruyor. İşte geçen gün, büyük artistin mezarını açarak bu kafatasını çıkardılar, üzerinde antropolojik araştırmalar yapacaklar. Belki koca Sinan’ın kafatasında oradaki beynin nasıl işlediğini bize anlatacak izler bulunmaz, kubbelerin döne döne göklere yükselen çizgileri görülmez ve ar bu heyecan tapınaklarına kutsal ruh veren hava uçmuştur. Yalnız, bu Sinan’ın işliyen beynini, döne döne göklere yükselen heyecanını ve onun kafasının genişliğini ve yüksekliğini kucaklıyan kubbelerinde buluyoruz.”

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (8)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.