Dış politikada ne değişsin?

İbrahim Kiras

Buna benzer başlıklarla yazdığım kaçıncı yazı bu, bilmiyorum. 2011’den bu yana Türkiye’nin dış politikasında, daha doğrusu iktidar seçkinlerinin dış politika anlayışında bir revizyon veya hiç değilse bir esneme ihtiyacı olduğu fikrini savunuyorum. Son yazılarımda “dostları çoğaltmak, düşmanları azaltmak” diye formüle etmeye çalıştığım çözümü.

Daha önce yazdıklarım bir yana, bu gazetede söz konusu formülasyonu ifade ettiğim ilk yazı 17 Mart tarihinde çıkan “Dış Politikada Düşman Azaltma Zamanı Geldi” başlıklı yazıydı. Özellikle Suriye iç savaşı sürecinde gelinen nokta itibarıyla bu ihtiyacı artık herkes görmeye başladı ki son günlerde “dostları çoğaltmak, düşmanları azaltmak” formülasyonu da dillere yerleşti. İlk önce Cumhurbaşkanı Erdoğan bir konuşmasında “Biz dostları çoğaltmaya, düşmanı azaltmaya niyetliyiz” ifadesini kullandı. Sonra İslam Zirvesi’nde bu ifadeyi yeniden kullandı. Hatta son Afrika seyahati sırasında Somali Cumhurbaşkanı’na “dostlarınızı artırın düşmanlarını azaltın” tavsiyesinde bulunduğu basına yansıdı.

***

Keza şimdiki Başbakan Binali Yıldırım da göreve geldiğinde, yanlış hatırlamıyorsam hükümet programını açıklarken “Düşmanları azaltacağız, dostlarımızın sayısını artıracağız” dedi. Suriye konusunda ise “Dört yıldır devam eden anlamsız savaş” ifadesini kullandı.

Farklı gazetelerden çok sayıda köşe yazarı da “dostları çoğaltmak, düşmanları azaltmak” formülasyonu üzerine yazılar yazdılar. Ama asıl önemlisi, gerek Cumhurbaşkanı’nın gerekse Başbakan’ın tercih ettikleri ifadelerden şunu anladık: Daha önce devletin resmi görüşü olarak benimsenmiş görünen “değerli yalnızlık” savunmasından vazgeçilmişti.

Peki, bu noktada, “dış politikada dostları çoğaltmalı, düşmanları azaltmalıyız” formülasyonunu ortaya atmış biri olarak bu yeni tablodan memnuniyet duyuyor muyum? Elbette duyuyorum. Çünkü devlet ricalinin revizyon açıklamalarının esas itibarıyla dış politikamızın değişen şartlara uyarlanması arayışını ifade ettiğini düşünmek istiyorum.

Popülizm bir yana bırakılıp yalnızca milli menfaatleri esas alan bir dış politika yaklaşımı benimsendiği takdirde bu sahada atılacak adımların tribündeki seyirciye yani iç politikaya göre ayarlanmasının doğurabileceği tehlikeler ortadan kalkacaktır.

***

Ama bugünlerde ikide bir söylenen dostları çoğaltacağız, düşmanları azaltacağız sözü kuru bir retorik malzemesinden ibaret kalırsa boşuna ümitlenmişiz demek olur. İkincisi, dış politikadaki revizyon konusunun başka bir açıdan iç politika malzemesi yapılıp şu anda fiilen tasfiye edilmiş birilerini günah keçisi ilan etmek, başka birilerini de temize çıkarmak için kullanmaya girişilmesi de hayal kırıklığı olur.

Üçüncüsü, dostları çoğaltıp düşmanları azaltma hedefi kendi başına güzel bir hedef ama bunu gerçekleştirmenin vasıtası ve yöntemi de belirlenmeli. Yoksa retorikten ibaret olarak kalır konuşulanlar.

Dış politikada kabaca iki tür bakış açısı olduğu kabul edilir. İdealizm ve realizm. İlki belirli manevi değerleri ve ülküleri esas alır, ikincisi bunları ikinci planda tutar. Bana sorarsanız, realist yaklaşım da idealist yaklaşım da neticede birer fikir olarak saygıya layıktır. Ama bunlardan biri dış politika anlayışı olarak benimsenmişse uygulayanlarda içtenlik ve tutarlılık da aranır.

Şimdi mesela Suriye veya Mısır söz konusu olunca idealist dış politika yanlısı olup sözgelimi Kırım veya Doğu Türkistan meselesinde realist kesilmek tutarlı değil.

Ne yazık ki Ak Parti iktidarının son yıllarında dış politikadaki realizm-idealizm dengesinde ortaya çıkan arızalar, içtenlik ve tutarlılık problemi olarak yansıdı dışarıya. Öncelikle bunun düzeltilmesi lazım.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (6)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.