'Büyük resmin küçük bir parçasıyız'

'Büyük resmin küçük bir parçasıyız'

Yasemin Özek, ‘Angeliki ile Mehmet’ kitabında Beyoğlu’nda 70’li yıllarda yaşanan bir aşk hikayesini konu ediyor. Yakın tarihin acı olaylarından 6-7 Eylül’ün izleri görülen kitapta farklı kültürlerin bir arada yaşadığı günleri anlatan Özek “Büyük resmin sadece bir parçasıyız” diyor: İnsanın ötekileştirmeden yaşayabilmesi için kendinden başlayarak sevgiyi, saygıyı öğrenmesi gerek. Önyargılarını, sabit fikirliliğini bir kenara bırakması hatta bu kavramları unutması lazım.

SEDAT PALUT | KARAR

İki Gözüm Despina’ kitabıyla tanınan yazar Yasemin Özek, 70 yılların Beyoğlu’nda yaşanan bir aşk hikayesini anlattığı ‘Angeliki ile Mehmet’ kitabını okurla buluşturdu.   Romanında hikâyesini Türk sanat müziğinin hafızalarda yer edinen melodileri eşliğinde. anlatan Özek, okuruna 70’li yılların İstanbul’unda dostluk ve güvenle harmanan farklı kültürlerini aktarırken, 6-7 Eylül olaylarının perdesini de incelikle aralıyor. Kendisi de mübadil torunu olan Özek’le yeni romanını KARAR okurları için konuştuk.

Angeliki ve Mehmet adlı romanınız 1970 yılının Beyoğlu’nda geçiyor. Romanda o dönemin Beyoğlu’ndaki mekanları da tanıyoruz, hatırlıyoruz roman sayesinde. Bu zamandan bakınca İstanbul’la ilgili duygu olarak, geçmişin nostaljisi mi yoksa İstanbul’un yıllara dayanan olumsuz değişiminden dolayı öfke mi hakim sizde?

İstanbul’un hele ki Beyoğlu’nun eski günlerini bilip, fotoğraflarına bakıp da bugünkü hâline öfkelenmemek elde değil. Şehrin karmaşasında unutup gidiyoruz bazen ama bir vapura binip de Kız Kulesi açıklarına geldiğimizde tokat gibi çarpıyor yüzümüze şehirdeki değişim. Veya İstiklâl Caddesi’nde hızlıca değil de salınarak yürüdüğümüzde, tarihi binaların yazısı silinmiş mermer tabelaları anlatıyor her şeyi. İşin kötüsü kimi değişimin geri dönülmez noktada olması. Ama ben “Ne yapalım böyle oldu” deyip Beyoğlu’na sırt çevirmek istemiyorum. Öfkeden çok o nostaljiye tutunmaya çalışıyorum. Belki de bu yüzden hâlâ ve inatla Beyoğlu’nda yaşıyorum. Bir yazar olarak elimden geldiğince yazmaya ve yaşatmaya çalışıyorum ki hiç değilse unutulmasın, yok sayılmasın. Daha önceki röportajlarımda da söylediğim gibi bu roman biraz da Beyoğlu’na bir gönül borcu benim için.

Karakterleriniz arasındaki aşkı okurken acaba bu roman 1970lerde değil de günümüz Beyoğlu’nda geçseydi nasıl olurdu diye düşündüm. Sizce okuduğumuz romandan ne farkı olurdu?

Beyoğlu’ndaki değişimi göz önünde bulundurduğumda hikâyenin fonundaki atmosfer bayağı renksiz kalırdı diye düşünüyorum. Benim hayranı olduğum o dönemdeki çok kültürlülük, insan ilişkilerindeki kibarlık ve dönemin getirdiği naiflikler olamazdı. Giyim kuşam bile o kadar farklı ki!  Angeliki ile Mehmet arasındaki aşka gelince günümüz bir tüketim çağı olduğu ve yaşam hızla akıp gittiği için onların aşkı da ister istemez bu kadar saf, el değmemiş kalamazdı diye düşünüyorum. Tabii diğer yandan da günümüzde geçseydi daha özgür olacakları için aşklarını çok daha rahat yaşayabilirlerdi.

Çok kültürlü ortamın devletin yaklaşımıyla hoş görüye ortam hazırladığını Osmanlı döneminden biliyoruz. Günümüzde ulus devletler çok kültürlülüğü bir açıdan ‘öteki’ olarak yorumluyor. Sizce burada kabahat sadece devletin yaklaşımında mı? Modern bir yaşamda ötekileştirmeden nasıl yaşayabilir insan?

Tabii ki tek kabahat devletlerin olamaz. Ama maalesef bu yaklaşımları birçok insanın ehlileştiremediği o ilkel güdülerine, sevgisiz yanlarına yağ sürüyor bence. Bırakın tanımadığı birine saygı duymayı, kendi gibi düşünmeyen aile bireyini bile ötekileştirip yok sayabiliyor. Hatta bu coğrafyada maalesef öldürmeye varan sonuçlar doğurabiliyor. Bir insanın ötekileştirmeden yaşayabilmesi için kendinden başlayarak sevgiyi, saygıyı öğrenmesi gerek. Önyargılarını, sabit fikirliliğini bir kenara bırakması hatta bu kavramları unutması lazım. Büyük resmin sadece bir parçasıyız. Birlikte güzelleştiğimizi, birlikte kıymetli olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor. Gökkuşağını düşünün mesela. Sadece sarı veya turuncu olsaydı ya da her bir rengi farklı bir yerde açsaydı aynı güzellikte görünür müydü gözümüze?

"HAYAT KURTARAN DOSTLUKLAR OLDU"

Romanda 6-7 Eylül’ün izleri hala duruyor. Angeliki’nin ailesi o korkutucu olaylara rağmen neden İstanbul’da kalmayı tercih ediyor?

Çünkü evleri İstanbul. Nesiller boyu bu şehirde doğmuş, büyümüş ve yaşamışlar. Onların tek bildiği ev, bu topraklar. Dolayısıyla en son istedikleri şey, gitmek. Kaldı ki o utanç dolu, korkutucu olaylarda komşuları hep korumuş, kollamış onları. Yani İstanbul sadece evleri de değil; dostları, ahbapları. Bunu silip atmak ve gitmek hiç kolay bir şey değil. Romandaki karakterler benim kurgum ama gerçek izler de taşıyor. Anneannem Beyoğlu’nda oturuyordu ve komşularının çoğu Rum, Ermeni idi. 6-7 Eylül olaylarında sokaklarındaki komşularını evlerinde sakladıklarını anlatırdı. Bu hep böyle oldu; 1923 mübadelesi öncesinde de 6-7 Eylül’de de. Kimileri yangına körükle gitti burada da, orada da ama kimi dostluklar da hayat kurtardı. Angeliki ve ailesi de bu dostlukların gücü ve sevgisiyle kalmayı tercih etti. Romanın sonunu söylemeyeyim ama şu an yazdığım devam hikâyesinde de bu konuya değiniyorum.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN