'Karanlığın İcadı' hikayeleri ile okurun karşısına çıkan Özlem Dikeçligil: Distopik çağda neşeli öyküler yazmak zor

'Karanlığın İcadı' hikayeleri ile okurun karşısına çıkan Özlem Dikeçligil: Distopik çağda neşeli öyküler yazmak zor

Özlem Dikeçligil: “Bu çağ ayağımızın altında muğlak bir zemin, giderek vahşileşip sahiciliğini ve en fenası iyicil ufkunu tamamen kaybetmiş bir dünya sunuyor bize. Sürekli yeni arzu modelleri inşa ederek her platformda korku, yersiz yurtsuzluk, yetersizlik duygusu ve rekabet üretip sadece bir distopya vaadi sunabiliyor. Hepimiz bu hasta dünya sistemi içinde yaşıyoruz. Buradan neşeli bir hayat tasavvuru veya ona aday öyküler çıkarmak benim için biraz zor.”

Edebiyat dünyasının dikkat çeken isimlerinden Özlem Dikeçligil, İletişim Yayınları’ndan çıkan son kitabı ‘Karanlığın İcadı’ ile okurlarını ‘kıyametlerle örülü edebi bir evrene’ davet ediyor. Hikâyelerinde atmosferden öte, okurun bir parçası haline gelen o yoğun karanlığı ve modern çağın birey üzerindeki yıkıcı etkilerini ele alan Dikeçligil ile KARAR okurları için konuştuk. Yazarın; aileden kadına, ev içlerinden toplumsal çözülmeye kadar pek çok konuya değindiğimiz Dikeçligil’e göre yazdıkları bir karamsarlık değil, aksine içinde aydınlığı barındıran devrimci bir tanıklık.

22kr2-kapak-1.jpg

Neredeyse tüm hikâyelerinizde karanlık, metinde ilerledikçe bir atmosfer olmaktan uzaklaşıyor, okurun bir parçası haline geliyor. Bu yoruma katılır mısınız?

Evet ‘Karanlığın İcadı’ adından da anlaşılacağı üzere okuyucuya “kıyametlerle örülü edebi bir evren” vadediyor ve aldığım yorumlara göre bu vaadi de gerçekleştiriyor. Ben masanın başına otururken karanlık bir atmosfer yaratmak üzere oturmuyorum. Niyetim bu olmuyor. Ancak öykü kendi güzergahında ilerleyip bir sona ulaştığında geride okuyucuyu da sarmayı bekleyen karanlık bir pus kalmış oluyor. Dolayısıyla niye böyle olduğuna dair hazırda tuttuğum bir reçete yok. Ancak bu karanlığın, içinden geçtiğimiz çağın masamın üzerimize düşen gölgesine ait olduğunu görebiliyorum. Bunu görmek için günlük haberlere şöyle bir göz ucuyla bakmak bile yeter. Bu çağ ayağımızın altında muğlak bir zemin, giderek vahşileşip sahiciliğini ve en fenası iyicil ufkunu tamamen kaybetmiş bir dünya sunuyor bize. Sürekli yeni arzu modelleri inşa ederek her platformda korku, yersiz yurtsuzluk, yetersizlik duygusu ve rekabet üretip sadece bir distopya vaadi sunabiliyor. Hepimiz bu hasta dünya sistemi içinde yaşıyoruz, onun bir parçasıyız. İçinde yaşadığımız dünyayı mikro ölçeğe taşıyıp onun bir oda olduğunu düşünürsek, bu odanın tüm hasta odaları gibi karanlık, havasız ve boğucu olduğunu görebiliriz. Buradan neşeli bir hayat tasavvuru veya ona aday öyküler çıkarmak benim için biraz zor. Bu yüzden kişisel olan her şeyin politik olduğunu düşünürsek öykülerimin içine işleyen ve sonra okurun bir parçası olan karanlığın çağa ait bir karanlık olduğunu söyleyebilirim. En azından benim gördüğüm bu olduğu için bunu yazıyorum.

Bir röportajınızda “Her şey edebiyata dâhil olabilir, her biçim kullanılabilir,” diyorsunuz. Peki, bu her şey içinde insanlığın ‘karanlık’ yönünü sizde cezbeden şey nedir?

Evet edebiyata her şey dahil olabilir ve yazar bunları istediği formu kullanarak anlatmayı deneyebilir. Edebiyatın bu farklı disiplinlere açık coğrafyası, bu mümbit toprağı içinde niye karanlığın beni cezbettiğini soruyorsanız karanlığın beni bu anlamda cezbeden değil başka bir şey yazmaktan alıkoyan bir yanı olduğunu söyleyebilirim. O yüzden neşeli öyküler yazamıyorum. Fakat şunu iyi biliyorum karanlık içinde barındırdığı şeyler sebebiyle bir bakıma da devrimcidir. Çünkü içinde olanı aydınlığa çıkarmak ister, o yüzden karanlığın devamının aydınlık olacağını bilmek umut verici.

Bu topraklarda kadın olmanın zorluğunu biliyoruz. Öykülerinizde de bunu görebiliyoruz. Kadınların daha güçlü olmak zorunda olması, onların ‘karanlık’ yanını daha güçlü yapar mı?

Sanmıyorum, kadınların güçlü olması karanlık bir dünyayı aydınlatır. Karanlık daha çok patriyarkın ve kapitalizmin sürekli şişen gövdesinden yayılan bir karanlık. Bunu hepimiz görüyoruz. Yukarda da bahsettiğim gibi kadınlar sadece bu topraklarda değil dünyanın her yerinde bu karanlığı yırtmak için çırpınıyorlar. Ve dünyanın her yerinde kadınlar erkeklerden hem daha cesur hem de daha çok değişimden yanalar. O yüzden kadınların güçlenmesi bir anlamda ufkumuzu kaplayan karanlığın da çözülmesi demek ve bu en çok istediğimiz şey.

Öykülerinizde ev ortamı önemli bir yer tutuyor. Ev ya da onun bireye yansıması… Evin bu modern çağda da hala korunaklı bir alan olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet öykülerim genellikle ev içlerinde geçiyor çünkü kahramanlarının kabuklarından soyup insani zaaflarıyla göstermek istiyorum. O yüzden ev içleri öykülerimde kahramanlarımı kamusal alana sızdırdıkları tüm personalarından kurtarabildiğim bir mekân olarak işlev kazanıyor. Ancak ev içlerinin korunaklı bir alan olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Tam tersine ev kadınlar ve çocuklar için en tehlikeli mahallerden biri. Tüm dünyada yapılan araştırmalar özellikle kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin büyük oranda ev içlerinde ve aile bireyleri tarafından işlendiğini gösteriyor. Bu yüzden ev için belki kabuklarımızdan sıyrıldığımız bir alan diyebiliriz ama korunduğumuz bir alan diyemeyiz.

SOSYAL DOKUYU OLUŞTURAN HER KURUM ÇÖZÜLMEYLE KARŞI KARŞIYA

Öykülerinizden birinde bir karı koca çocuklarının önünde tartışıyor. Kavga şiddetli geçimsizliğe dönüşüyor. Bu durum klasik soruyu hatırlattı bana. Toplum olarak neden ayrılmayı beceremiyoruz? Aile içinde iletişim neden önemini kaybediyor?

Ben öykülerimde bir aile güzellemesi yapmıyorum. Çünkü aile kurumunun da bu kaotik çağın içinde olduğunu herkes gibi görüyorum. Ayrıca yaratılış olarak rasyonel canlılar olduğumuz ve karşılaştığımız her sorunu birbirimizle konuşarak sükûnet içinde çözdüğümüz de söylenemez. Bunu yapabilsek dünya üzerinde nasıl ve hangi saiklerle yapıldığına ve işlendiğine hayretle bakakaldığımız bu kadar hak ihlalleri, cinayetler, savaşlar, ilhaklar yaşanmamış olurdu. İngeborg Bachmann “faşizm iki insan arasındaki ilişkide başlar” diyerek, iki kişi arasındaki ilişkinin çağa ait tüm politik yansımaları içinde barındırdığını oldukça anlaşılır biçimde ifade etmişti. Bu post kapitalist çağda aile de sosyal dokuyu oluşturan her kurum gibi büyük bir çözülmeyle karşı karşıya. Gazetelerin üçüncü sayfalarıyla, gündüz kuşağı kadın programları bu çözülmeyi bütün kesitleriyle yansıtıyor. Öykülerimde işlediğim sıradan bir karı koca kavgasının şiddetli geçimsizliğe dönüşmesi ve bunun yaşanmaması için aile bütünlüğünün her koşulda ve kopuşta devamına dair ısrarlı inadın savunuculuğu olmuyor. Sonuçta aile dediğimiz şey de aynı karanlık ve fırtınalı okyanusta suyun üzerinde kalmaya çalışan minik bir fındık kabuğuna sıkışmış insanlar topluluğu. Bu küçük yapının bu şiddetli ekonomik krizlerden bu sürekli yeni arzu modelleri üretip onlara ulaşmak için yeni rıza inşaları dayatan sistemden kendini koruyabilmesi pek mümkün değil.

22kr2-ozlem-001.jpg
Özlem Dikeçligil, 2023 yılında da ‘Hayalet Bakıcısı’ romanını okurla buluşturmuştu.

YORUMLAR
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN