ÖMER FARUK
Nektarı yani “özünü” kastediyor Enis Batur -yıllar, yıllar önce/1990’da- yazdığı bir yazıda: Onu Okudum, Bunu Okudum, Hepsini Okudum, Saatsız Maarif Takvimi/Kültür ve Siyaset Üzerine Yazılar, Cilt 2. Bu ay başında X’te, “Ekim ayında okuduklarım” etiketi altında yapılan “bol kitaplı” paylaşımları görünce geldi aklıma Batur’un yazısı.
Bir okur, içlerinde Julio Cortázar’ın ‘Seksek’ romanı da bulunan yirmi üç, evet rakamla 23 kitap bitirmiş ‘otuz bir’ günde! İmkânsız mıdır? Değil elbette. Hele birçoğu zahmet istemeyen hafif kurmacalarsa. Mümkündür. Ama üst üste duran ciltlerden birisi, Seksek 752 sayfa. Üşenmedim, “okuduğu” diğer kitapların da sayfa sayılarına bakıp bu 752’yle topladım = 4.055 yapıyor.
Bir insan “bir ayda 4.055/her gün 130 sayfa” okuyabilir mi? Okuyabilir. Okuyabilir ama bununla ‘övünmek’ ya da çok kitap okumayı iyi okur olmanın asıl şartı saymak, okurluğu ‘niteliğe’ değil niceliğe [performansa] indirgeyen yüzeysel bir yaklaşım değil mi? Kaç kitap okuduğumuz mu önemli, neyi “nasıl” okuduğumuz mu? Ayda yirmi üç kitap okuyup bitiren mi daha ‘sahih’ okurdur; otuz gününü bir ya da birkaç kitabı okuyup anlamaya veren mi? Hepsi değil, bazı kitaplar, Enis Batur’un yukarıda andığım yazısında dediği gibi, “dikkat, süreklilik, vakit, özen” istemez mi bizlerden?
Woody Allen’ın ‘Parayı Al ve Kaç’ filminden bir replikti sanıyorum: ‘’Tolstoy’un Savaş ve Barış romanını yirmi dakikada bitirmiş. Rusya hakkındaymış kitap.” Allen, altmışlı yıllarda Amerika’da moda olan “hızlı okuma kurslarıyla” dalgasını geçiyordu muzipçe.
Aynı okurun paylaşımını alıntılayarak şöyle bir tweet atmıştı Şule Demirtaş: “İnsan on bir günde Cortazar’ın Seksek’ini okuyamaz. Okusa da bu boş bir okuma olur. Paris bölümüne girişten sonra geldik, ki kafadan bir hafta veriyorum bu bölüme, o da not alarak okursan, Buenos Aires bölümüne geçeriz ki bu da en az bir hafta ister; kolay değil boom ekolünden varoluşçu bir kitap okuyorsun. Geldik en zor olan Seksek bölümüne. Eski notları da eline alarak -rakamları hatırlamıyorum- eski bölümlere sıçrayarak, oradan oraya yeniden okumaya. Marquiez gibi epik bir anlatıda bile ne kadar zorlanır insan, Seksek bir deney gibidir mesela. Ulysses kadar zordur. Bu neçe okumaktır?”
Çocuklara sekiz yılda ne kadar İngilizce öğretebiliyorsa eğitim sistemi; dört işlemi kâğıt-kalem, makine kullanmadan yapmayı ya da bir metni doğru okuyup anlamayı/anlatmayı da ‘o kadar’ öğretebiliyor ancak. Gençlere ‘okuma sevgisini’ aşılama kaygısına kapılmadan önce, “neçe” [niçin ve nasıl] okumaları gerektiğini öğretmeli asıl. Kutsamadan, hiç okumayanlara karşı ‘kibir/gösteriş’ vesilesi yapmadan okumayı…
Okumak dünyayı ‘kelimelerle’ görüp ‘anlama/anlamlandırma’ çabasından başka bir şey değil nihayetinde. Kimimiz yalnızca hoşça vakit geçirmek, zevk almak için okurken, kimimiz de okuyup ‘hakkı/hakikati bilmek’ istiyor, evreni ‘kavramaya’ çalışıyor. Çoğunlukla bizden öncekilere, ölülere [yani klasiklere] yöneliyoruz bu uğurda. Yaşayanları inandırıcı bulmadığımızdan mı? Nostalji duygusu ağır bastığından mı? Eskimiş ve zamanımızdan uzaklaşmışlar daha güvenilir geldiğinden mi? Bilmiyorum.
Ama bildiğim bir şey varsa, insanın ‘yüz kitapla da’ derinlikli bir dünya görüşüne sahip olabileceği. Paulo Coelho “en öz, en temel olana geri dönmek için” kütüphanesinde “yalnızca dört yüz kitap tutma kararı” aldığını söylemişti bir röportajında. Pekâlâ “dört yüz kitaplı” mütevazı bir kütüphane de yetebilir insana demek; iyi ‘seçmesini’ bilirse.
Marifet ‘hızlı ve çok okumakta’ değil. Okumayı ‘hıza’ feda etmek yerine, sindirip özümseyerek, metni kazıp, yazarın gizlediği ‘anlamı’ keşfederek, sayfa kenarlarına notlar alarak, altını çizerek belki, kitapla konuşarak, cebimizde/çantamızda taşıyarak, onu yıpratarak, onunla vakit geçirerek, tekrar tekrar ona dönerek okumak… Bize kendimizi, eşyayı, hayatı, alemi anlamamız için ‘çerçeve’ veren ‘okuma biçimleri/okurluk tavrı’ daha ‘sahih/sahici’ gibi geliyor bana.
Hayır, ‘ezberlemeyelim’ de kitapları. Onu ‘anlam inşa etme çabamızın’ bir aracı kılalım. E boşa dememiş Miskin Yunus: “Okumaktan murat ne / Kişi Hakkı bilmektir / Çün okudun bilmezsin / Ha bir kuru ekmektir.”
