Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, partisinin grup toplantısında yaptığı kapsamlı değerlendirmede İmralı Cezaevi'ndeki görüşme sürecine dair en net mesajını verdi. Davutoğlu, Türkiye’nin hem terörden arındırılması hem de demokratik bir düzenin inşası için atılan her adımı destekleyeceklerini söyleyerek, “Şartlar ne olursa olsun bu sürecin tamamlanması için elimizi ve gövdemizi taşın altına koyacağız” ifadelerini kullandı.

Davutoğlu, hem komisyon çalışmalarının hem de toplumsal mutabakat arayışının önemine dikkat çekti ve sürecin doğru yönetilmesi halinde bölgede yeni bir düzen kurulabileceğini vurguladı.
Komisyonun İmralı ziyaretinin detayları ortaya çıktı: Öcalan'a yöneltilecek ilk soru belirlendi
Davutoğlu, TBMM’deki grup konuşmasında hem iç siyasete hem de bölge politikalarına ilişkin kapsamlı değerlendirmelerde bulundu. Konuşmasında öğretmenlerin sorunlarından kadına yönelik şiddete, İmralı tartışmalarından Gazze–Ukrayna pazarlıklarına, et fiyatlarından “gıda terörü”ne kadar birçok başlığa değinen Davutoğlu, “ahlak devrimi” çağrısı yaptı ve süren “terörsüz Türkiye ve terörden arınmış bölge” sürecine destek verdi.

Davutoğlu'nun konuşmasından satır başları şu şekilde:
“ÖĞRETMENLER GÜNÜ HÜZNE DÖNMÜŞ DURUMDA”
Konuşmasının başında Öğretmenler Günü ve Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü’ne değinen Davutoğlu, öğretmenlerin ve kadınların karşı karşıya olduğu tabloyu şu sözlerle anlattı:
“Pazartesi günü Öğretmenler günüydü, dün Kadına Karşı Şiddetle Mücadele günü.
Bizleri yetiştiren öğretmenlerimizin ahirete irtihal edenlerini rahmetle anıyor, yaşayanların ellerinden öpüyorum. Bizler öğretmenin ve öğrenmenin değerini onlardan öğrendik.
Değerli meslektaşlarımın Öğretmenler Gününü kutluyorum.
Her özel gün bir dert küpü. Neşeyle mutlulukla kutlanması gereken Öğretmenler Günü bir hüzün gününe dönmüş durumda. Öğretmenler KPSS mağduru, Öğretmenler mülakat mağduru. Ataması yapılamamış Öğretmenler mesleklerini icra edemiyor, atananlar onurlu geçim şartlarına sahip değil. Bir toplum öğretmenlerine onurlu bir hayat sağlayamıyorsa, öğretmenlerin atanmasında dahi nepotizm ve yolsuzluk varsa, KPSS’de en süt sırlarda yer alan öğretmen adayları dahi mülakatlarda eleniyorsa başka düşman aramayın! Toplum içten içe çöküyor demektir.”

Kadına yönelik şiddete de değinen Davutoğlu, şunları söyledi:
“Öte yandan adı bile utanç vesilesi olan Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü. Şiddet artık günlük bir olgu; çeteler sokakları magandaları trafiği sarmış caniler hapishaneleri doldurmuş; ama en affedilmezi kadına karşı şiddet ve taciz olayları. Artık saymayı unuttuk; her haber yüreğimizi dağlıyor. Yeter artık diyoruz, daha acısıyla karşılaşıyoruz. 2025 Aile yılı ilan edildi; ancak bu yılın her günü alenin direği olan kadınlarımızı şiddete kurban veriyorsak da başka düşman aramayalım.”
Bu tablo karşısında “ahlak devrimi” vurgusu yapan Davutoğlu, şöyle devam etti:
“Hep söylüyorum ve söylemeye devam edeceğim; artık bir ahlak reformuna değil köklü bir ahlak devrimine ihtiyacımız var. Bunu yapacak olanların kendileri örneklik teşkil etmedikçe halka nasihat etmelerinin hiçbir faydası yoktur.
Bu ahlak devrimini gerçekleştirmeye kararlıyız!”

“KAOSA KARŞI KOZMOS”
Davutoğlu, geçen hafta gerçekleştirdikleri Irak ziyaretinin amacını ve bölgesel vizyonunu anlatırken, bölgeyi bekleyen tehlikeleri şu sözlerle ifade etti:
“Bildiğiniz üzere, geçtiğimiz hafta yine tarihi bir Irak gezisi gerçekleştirdik. Bu sene üçüncüsünü gerçekleştirdiğimiz bu ziyaretlerimizin amacının ne olduğunu hepiniz biliyorsunuz.
En başta fiili olarak bölgemize yönelik emperyal hesapların, yeni kaotik fitnelerin de arefesinde bulunmaktayız ve tarih omuzlarımıza büyük sorumluluklar yüklemekte. Gönül coğrafyalarıyla bağlantılı ‘tarihi bir misyon’umuz var; bundan kaçamayız. Bu misyonun gereğini yapmazsak gelecek nesillere çok daha vahim bir tabloyu miras olarak bırakırız.”

Sykes-Picot düzenine ve bölgenin parçalanma riskine dikkat çekti:
“Yepyeni bir Sykes-Picot adına yeni hedeflerle, atomizasyon politikalarıyla sınırların yeniden çizilmeye çalışıldığı bu süreçte, başta Gazze ve Filistin coğrafyası olmak üzere, bölgemiz hem küresel emperyalizmin hem de onun bölgedeki Jandarması olan İsrail’in ciddi tehdidi altında.”
Duhok Forumunun “Yönetilen Kaos” başlığını eleştirerek, kendi kavramsallaştırmasını şöyle anlattı:
“Orada da tüm taraflara ifade ettiğim gibi bizler başkalarının ürettiği gündemlere ve krizlere reaksiyon veren konumda kalmamalı ve yepyeni bir paradigma üretmeliyiz.
Paradigmanın özü, aslında son 25 yılın da özetini ifade etmekte. Ben buna Duhok Forumunun başlığı olan ‘Yönetilen Kaos’ yerine ‘Kozmos’ diyorum. Yani düzen ve bütünlük arayışını esas alan bir yaklaşımı benimsememiz gerektiğini vurguluyorum.”
Sykes-Picot düzeninin tarihsel sonuçlarını anlatırken, bölgesel bütünleşme ihtiyacına vurgu yaptı:
“Gerçekten de Sykes-Picot düzeni, yüz yılı aşkın süredir bölgemizde süreksizlik, parçalanma ve güvensizlik üretmeye devam etmektedir. Bu düzen binlerce yıl etkileşim içinde olan Mezopotamya, Anadolu ve Levant hattındaki jeokültürel, jeopolitik ve jeoekonomik etkileşim hatlarını birbirinden kopardı. Tarihi İpek Yolu üzerindeki şehirlerin ekonomik ve kültürel bağlantılarını yok etti. Musul ile Halep’i, Erbil ile Diyarbakır’ı, Gaziantep ile Halep’i, Bağdat ile Şam’ı, Basra ile Beyrut’u yüzyıllarca birbirine bağlayan kültürel, ekonomik ve toplumsal ağlar bu düzenle kesintiye uğradı. Coğrafyanın kendi doğal ritmi bozuldu; şehirler, topluluklar ve akrabalık bağları birbirinden koparıldı.”
“SYKES-PİCOT DEĞİŞMELİ”
Davutoğlu, Sykes-Picot sonrası üç senaryo çizdi:
“Aziz milletim,
Evet, Sykes-Picot değişmeli ama nasıl?
Bugün önümüzde ikisi daha çok kaosa yol açacak, biri ise yeni bir düzen vizyonu üretecek üç temel senaryo bulunmaktadır:
Bunlardan ilki ‘Parçalanma’
İkincisi ‘Hegemonya’
Üçüncüsü ise ‘Bölgesel Düzen’”
“Siyasal atomizasyon” ve “hegemonya” tehlikelerini şöyle özetledi:
“Bunlardan ilki ‘Siyasal Atomizasyon’dur; yani zaten bölgeye giydirilmiş deli gömleği gibi bir haritanın daha da parçalanmasıdır.
Bölgeyi yüz yıldır ‘böl-yönet’ mantığıyla sömüren güçler bugün daha da derin bir Jeopolitik Parçalanma arzuluyorlar.
(…)
Bir ikinci önemli husus ‘Hegemonik Arayışlar’ ki geçmişte de kötü örnekleri görüldü ama şimdi en tehlikelisi cereyan etmekte. Evet İsrail’in Siyonist emelleri ve yayılmacı hedeflerinden söz ediyorum.”
Netanyahu’nun politikalarına ilişkin değerlendirmesinde, hegemonik girişimlerin akıbetine dair şu ifadeleri kullandı:
“Netanyahu’nun Filistin Devleti’ni reddederek Batı Şeria ve Gazze’yi ilhak planı, Gazze’de uyguladığı soykırım, Güney Lübnan’dan sonra Güney Suriye’de de fiili bir egemenlik alanı oluşturma planı Levant-Mezopotamya hattında hegemonik bir düzen kurma çabasından başka bir şey değildir. (…)
Netanyahu’nun Büyük İsrail projesi de Saddam’ın Kuveyt işgali, Beşar Esad’ın Lübnan politikası gibi iflas etmeye mahkumdur. Lakin unutmamak gerekir ki her hegemonik girişim yalnızca yeni çatışmalar üretir.”
“PUTİN’İN GAZZE PLANI VETOSUNDAN VAZGEÇMESİ, TRUMP’IN UKRAYNA PLANI”
Davutoğlu, Gazze ve Ukrayna üzerinden yürütülen pazarlıklara ilişkin sert uyarılarda bulundu:
“Bakın geçen hafta kirli bir pazarlık sergilendi.
Geçtiğimiz hafta Gazze ve Ukrayna savaşlarında arka arkaya yaşadığımız gelişmeler uluslararası diplomaside karşılıklı al-verlere dayalı Soğuk Savaş pazarlıklarına tekrar dönülmekte olduğunu gösterdi.
Rusya Devlet Başkanı Putin daha önce açıkladığı ilkelerden taviz vererek Trump’ın Filistin Devleti’ne atıf yapmayan Gazze planını 17 Kasım’da BM Güvenlik Konseyinde veto etmedi, Trump da 180 derece çark ederek 21 Kasım’da Putin’in Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne aykırı taleplerini kabul eden bir yeni plan sundu. Her iki planda da ABD’nin ekonomik çıkarları maksimize edilirken Filistin ve Ukrayna halkları bu kirli pazarlığın kurbanı edilmek isteniyor.”
Bu tablonun karşısında tavır alınması gerektiğini belirterek, bölgesel ve küresel denge çağrısı yaptı.
İMRALI TARTIŞMALARI: ASLA ÇEKİMSER OLMAYACAĞIZ
Davutoğlu, konuşmasının geniş bir bölümünü Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu ve İmralı tartışmalarına ayırdı. Süreci “miladi” bir dönemecin parçası olarak tanımlayan Davutoğlu, şunları söyledi:
“O yüzden de sayın Bahçeli’nin öncülüğünde başlayan ve birazdan değineceğim bazı eleştirilerimiz olsa da aynı heyecanla devam ettiğini düşündüğüm ‘Terörsüz Türkiye’ hedefini ‘Terörsüz Türkiye ve Terörden Arınmış Bölge’ olarak betimleme ihtiyacı hissetmiştim.
Yani ‘ya hep ya hiç’ arkadaşlar!
Bu gerçeği görmekle yükümlüyüz!”
Sürecin risklerine rağmen destek verilmesi gerektiğini vurgulayarak, MHP lideri Bahçeli’ye atıf yaptı:
“Mesele risk ise en büyük riski alan sayın Bahçeli değil midir?
(…)
O yüzden, bu miladi sürecin karşısına çok kısa zamanda sonuçlanması muhtemel olmayan beklentileri bir barikat gibi ifade etmemeliyiz. ‘O olmazsa bu da olmaz’ cümleleri kurmaktan ve toplumu demoralize etmekten imtina etmeliyiz.”
Komisyonun önemine dikkat çeken Davutoğlu, İmralı ile görüşme usulüne dair önerilerini de ayrıntılarıyla anlattı. Öcalan’ın SEGBİS ile tüm komisyona hitap etmesi yönünde yaptıkları önerinin reddedildiğini hatırlattı ve şunları söyledi:
“Hiç kimsenin Öcalan’ın komisyonca dinlenmesine itiraz ettiğini düşünmüyorum. En azından komisyonda hemen herkes buna olumlu görüş beyan etti. Ancak usul önemli, usulün yönetilmesi önemli, sürecin yönetilmesi önemli, kriz olmasının engellenmesi önemli.”
Öcalan’ın verebileceği mesajlara ilişkin, önerdikleri çerçeveyi şöyle özetledi:
“Öcalan toplumumuzu rahatlatacak ve gerçek niyetini ortaya koyacak, aynı zamanda örgütün bütün unsurlarına talimat niteliğindeki mesajlarını tek tek versin dedik!
‘Biz Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesini değil bütünlüğünü savunuyoruz.’ desin
‘Biz Türkiye’de demokratik bir düzen inşa etmek istiyoruz’ desin
‘Hiç kimse Türkleri ve Kürtleri birbirinden ayıramaz, koparamaz.’ desin
‘Başta Suriye olmak üzere bölgemizdeki bütün Kürtlere de sesleniyorum, Türkiye sizin düşmanınız değil, siz de sizi Türkiye’ye düşman kılmaya çalışanların izinden gitmeyin, hiçbir küresel gücün piyonu olmayın’ desin.”
Sürecin bundan sonrası için de şu taahhütte bulundu:
“Şartlar ne olursa olsun bir kez daha teyiden ifade etmek isterim:
Türkiye’yi terörden arındıracak ve insan haklarına dayalı demokratik bir düzenin oluşmasını sağlayacak her girişimin yanında yer alacağız.
Asla çekimser, kararsız, mütereddit değil; her zaman bütün bu sürecin öncüsü olacak ve darboğazların açılmasına katkıda bulunacağız.”
“BEBEK KATİLLERİ DİYORDUK YA, İŞTE GIDA TERÖRÜNÜN KURBANI OLDULAR”
Davutoğlu, konuşmasının son bölümünde ekonomik kriz ve özellikle gıda güvenliği üzerinden sert eleştiriler yöneltti:
“Bir taraftan bu stratejik konularla uğraşırken diğer taraftan halkın her geçen gün artan feryadına kulak vermek ve bu feryadın sözcüsü olmak zorundayız!
Biz ülkeyi terörden arındırmaya çalışırken yeni terör türleri ve örgütlenmeleri ortaya çıkıyor!
Şimdi de toplumu kasıp kavuran Gıda Terörü var!
Ülkenin her yerinden zehirlenme haberleri geliyor! İstanbul’da bir aile bu terörün kurbanı oldu!
Bebek katilleri diyorduk ya işte küçücük yavrular gıda terörünün kurbanı oldular!
Hiç kimse de sorumluluk üstlenmiyor!
İsyan ederek haykırıyorum!
Neden, neden neden her yer dökülüyor, sistem bütünüyle neden çöküyor?”
Et fiyatlarındaki artışı örnek vererek şöyle devam etti:
“Eğer kırmızı et altın gibi nadir bulunan meta haline gelmişse tabi ki gıda teröristleri bunu istismar ederek halkı zehirler!
İşte bakın bunların rant siyasetleri yüzünden et fiyatları ne hale geldi.
5 yılda kıymanın fiyatı tam 12 kat arttı. O da kıymayı 600 liradan hesaplarsanız. Var mı şu an 600 liraya kıyma bulabilen soruyorum. 700-800 liradan aşağı kıyma bulabilen var mı?
2020 yılında 50 lira olan kıyma bugün 700-800 lira.
5 yıl önce 60 lira olan koyun eti olmuş 1600 lira. Tam 26 kat artmış!”
Canlı hayvan ithalatı ve “ithalat lobisi”ni eleştirerek, şu suçlamalarda bulundu:
“Bir 5 milyon çiftçiye verdikleri desteğe bakın bir de Canlı Et ithaline harcadıkları paralara.
Taa Uruguaylardan buralara hayvan taşıyorlar.
Milleti ucuz et kuyruklarına mahkum ederken, ucuz etler de gıda baronlarının kasasına istifleniyor.
Etin, bu baronlara kilosu 175 liradan verildiğini biliyor muydunuz?
Bu yıl 3 milyarı geçen bir ithalat rejimi uyguladılar. Neredeyse 130 milyarlara uzanan bir harcama yaptılar milletin kasasından.
Yahu madem ki kasada buna ayırdığınız bir meblağ var; adam gibi bir strateji ve planlamayla, bu paranın çiftçiye, besiciye akmasını sağlasanıza.”
“NEŞTERİ ELİMİZE ALACAĞIZ… AHLAK, HUKUK, SOSYAL ADALET VE KURUMSAL DEVRİM”
Konuşmasının sonunda, “ahlak devrimi” ve zihniyet değişimi vurgusunu tekrar eden Davutoğlu, çözüm reçetesini şöyle özetledi:
“Çözüm halkını arasında halkı gibi yaşayan ehil ve ahlaklı kadroların işbaşına gelmesinde!
Her zaman söylediğimiz gibi
Neşteri elimize alacağız ve önce zihniyet ve ahlak devrimi, sonra hukuk ve sosyal adalet devrimi ve nihayet devlette kurumsal devrimi gerçekleştireceğiz:
Bu reçeteyi de ancak biz uygularız.
Ve o günler geldiğinde göreceksiniz ki bu rantçıların tümü siyasetten elini çekecek.
Çünkü siyaset rantın değil, halkın hizmetinde bir araca, hikmetli işlerin, toplumun maslahatının, faydasının aracına dönüşecek!”
Son cümlelerinde hem dış politika ve çözüm süreci hem de içeride adalet ve ahlak vurgusuyla sözlerini tamamladı:
“Gerek bu konularda; gerekse tarihi bir dönemecin eşiğinde olduğumuz çözüm sürecinin yönetimine ilişkin tekliflerimiz ve uyarılarımız elbette devam edecek. (…)
elimi de gövdemi de bu sürecin hitama ermesi ve bu zihniyet, ahlak, sosyal adalet, hukuk ve kurumsal devrimlerin gerçekleşmesi için kayaların altına koyacağıma Cenab-ı Hakkın huzurunda söz veriyor, hepinizi Allah’a emanet ediyorum.”
