Sorun mülteciler değil ‘kötü yönetim’

Sorun mülteciler değil ‘kötü yönetim’

Fatih Gezer, 2021 Vedat Türkali İlk Roman Ödülü’nü kazanarak ise edebiyat dünyasında dikkatleri bir anda üzerine çekti. Belgeselci ve müzisyen yönüyle de tanınan yazar Gezer ile ilk romanını KARAR okurları için konuştuk.

SEDAT PALUT

2021 Vedat Türkali ödüllü ilk romanı ‘Ölüler Kıraathanesi’nde aralarında Yunanistan’a göçmek zorunda kalan Rum Tuncay’ın da yer aldığı sekiz ‘tutunamayan’ hikayesini okura aktaran yazar Fatih Gezer: “Düşünün ki asgari ücretle geçinen bir kişisiniz ve on çocuğunuz var. O on çocuğa dahi bakamıyorsunuz, iş bulmasını da sağlayamıyorsunuz. Çok iyi bir insan olduğunuzu düşünerek beş çocuğu evlatlık ediniyorsunuz. İyi bir insan olduğunuzu iddia edebilirsiniz ama kötü bir yönetici olduğunuz gerçeği değişmez.”

İstanbul’un meşhur ve meşum bir mahallesinde, bir poker masasında son bulan sekiz hayat... Sekiz umut, sekiz el, sekiz pas, sekiz rest! Fatih Gezer, bol yalanlı bir oyunun ve maceranın dışına çıkan ilk romanı Ölüler Kıraathanesi, Everest Yayınları etiketiyle okurla buluşuyor. Roman, 2021 Vedat Türkali İlk Roman Ödülü’nü kazanarak ise edebiyat dünyasında dikkatleri bir anda üzerine çekti. Belgeselci ve müzisyen yönüyle de tanınan yazar Gezer ile ilk romanını KARAR okurları için konuştuk.

Öncelikle ödül için tebrik ediyorum. Romanınız İstanbul’un bir mahallesinde geçiyor. 8 kişi yaşadıklarını, kendi ağızlarından anlatıyor. Öncelikle romanın kurgusunu nasıl oluşturduğunuzu sormak istiyorum. 8 farklı dünyaya ait metni oluştururken nasıl bir yol izlediniz?

Çok teşekkür ederim. Vedat Türkali adı ile verilen bu ödüle layık görülmek, ismini kitabımın kapağında görmek benim için büyük onur. Evet, dediğiniz gibi olay esnasında ölen sekiz kişi, bizim için bir araya gelerek nasıl öldüklerini, kahveye o gün nasıl geldiklerini dile getiriyorlar. “Neden sekiz?” diye soruluyor, olay örgüsü, anlatım temposu ve ritmi için en az sekiz karaktere ihtiyacım vardı. Dokuz fazla, yedi eksik kalacaktı.

Bu 8 karakterin zorlukları nelerdi?

Her romanın zorluğu, yarattığınız o karakter olabilmek ve o karakterin gerçekliği arasında kalabilmektir bence. Ölüler Kıraathanesi ise bu işi sekiz kat zorlaştırdı.

Sekiz karakterle yola çıkmak, sekiz hayat hakkında bilinmesi gereken -yazılacak yahut yazılmayacak- her şeyi bilmenizi gerektiriyor. Birkaç sayfayı karakterin duygularına göre bir çırpıda yazabiliyorken, kurmak istediğiniz bir cümleyi kaleme almak için günler harcamak zorunda kalabiliyor, sonrasında ise o cümleyi yazmaktan vazgeçebiliyorsunuz.

Bu zorlukları aşmak için karakterlerin arasına en az bir hafta zaman koyarak çalıştım. O bir haftalık izin sürecimde yeni karakterin sancılarını, arzularını, hırslarını öğrenmeye ve nihayetinde o olmaya çaba gösterdim. Tabii bu da yeni bir zorluk getirdi her seferinde; ruhunu anladığınız, düşüncelerini kavradığınız o karakteri elli sayfa sonra geride bırakmak…

Yeni bir karaktere merhaba demek mi, yoksa bir önceki karaktere elveda demek mi daha zor bilmiyorum.

Çoğunun kaybeden, tutunamayan olduğunu görüyoruz. Tutunamayanlar çağında mıyız size göre?

Kesinlikle öyle! Bunun da sebebi yalnızlık. Kime, neye tutunacaksınız? Kimden kuvvet alacaksınız? Romanda Hakim karakterinin söylediği gibi “Yalnızlık bir liman olmalı, insanın kendi kararıyla çekildiği” Yazı yazarken yalnız kalmaya ihtiyacım var, kitap okurken o yalnızlığa sığınabilirsiniz. Düşüncelerinizi toplamak için bir saat kendi başınıza yürürsünüz, bunun bir ihtiyaç olduğunu kabul edebilirim. Ama yalnız başınıza televizyon izlemeye olan arzunuz bir ihtiyaç değil, artık bir av olduğunuzun kanıtıdır.

Av olduğumuzu söylerken kastınız nedir?

Şöyle düşünelim, ilkel toplumda herhangi bir kişi “Benim yalnız kalmaya ihtiyacım var” diyerek başka bir mağaraya gidebilir miydi? Yarım saat önce avcı halinde gezen o kişi birden ava dönüşürdü. Birlikte dolaştığı av arkadaşlarından, kabilesinden uzaklaşarak gücünü de bıraktığını fark ettiği an iş işten geçmiş olurdu. Bu, bugün de böyle! Sabah dokuz akşam beş çalışan biri yolda geçirdiği iki saatin, yemek hazırlığı, bulaşık yıkama telaşının götürdüğü birkaç saatin sonunda dinlenmek için yalnızlığı seçerek av olduğunun farkında değil. Çocuğu ile ilgilenemeyecek, eşine “Nasılsın?” diye soramayacak kadar öğretilmiş yorgunluğu yaşıyor.

‘Öğretilmiş yorgunlukla’ nasıl başa çıkabiliriz ki? Nasıl kurtulabiliriz?

Burada yorgun olduğu gerçektir, öğretilen bu yorgunluktan kurtulma biçimi de… Bize öğretilen; yorgun birey televizyonun karşısına geçmeli, ayaklarını bir yere uzatmalı, çayını, kahvesini ne içiyorsa artık onu yudumlayarak yorgunluğunu atmalıdır.

Bu döngüden kurtulmak da çok basit. Sevdiğin bir dostunu arayıp yahut eşini, sevdiğini, anneni, babanı kim varsa ulaşabileceğin karşına alıp “Nasılsın?” diye sormakla başlıyor her şey. Romanda Hannas’ın Münşi’ye sorduğu, Münşi’nin de gerçekten nasıl olduğunu anlattığı gibi. Yalnızlıktan, tutunamayan olmaktan kurtulmak bu kadar basit. Başınız dara düştüğünde yardım isteyebileceğiniz bir uzaktan kumanda henüz üretilemedi ama komşunuza daha önce bir tas çorba götürdüyseniz hazır kıta sizin için bekliyor. Ona tutunabilirsiniz.

BEN DE GÖÇMEN ÇOCUĞUYUM

Romanınızdaki 1964 yılında Rum olduğu için Yunanistan’a göç etmek zorunda kalan Tuncay karakteri bana son günlerde gündemimizde olan yükselen milliyetçilik, mülteci meselesini düşündürdü. Malum ülkemizde de milyonları bulan Suriyeli mülteciler konusu var. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Ben de Selanik göçmeni bir ailenin çocuğuyum. Oraları hiç görmedim, orada yaşayan insanlarla tanışmadım. Ama bir yanım hep o toprakları görmek, kendimi biraz daha tanımak istiyor. Üç kuşaktır İstanbullu olan biri olarak söylüyorum bunu. Doğduğun, büyüdüğün, herkesi anladığın, âdetlerini bildiğin yerlerden kendi isteğinle ayrılmak bile kolay değil.

Hele ki canını kurtarmak için kaçıyorsan güle oynaya bir ülkeye sığınmazsın. İlk önce bunu anlamamız lazım sanırım. Tabii bir de bu hususun yönetimi var. Teşbihte hata olmaz, düşünün ki asgari ücretle geçinen bir kişisiniz ve on tane çocuğunuz var. O on çocuğa dahi bakamıyorsunuz, siz her gece onlarsa bazı geceler tok yatıyor, onların iş bulmasını da sağlayamıyorsunuz.

Çok iyi bir insan olduğunuzu düşünerek beş çocuğu evlatlık ediniyorsunuz. İyi bir insan olduğunuzu iddia edebilirsiniz ama kötü bir yönetici olduğunuz gerçeği değişmez. Hele ki o on çocuktan birkaçı intihar etmişse ve kalan diğer çocuklar evlatlık çocuklara saldırmaya başlamışsa bunun sorumlusu da sizsinizdir. Bu toplumu az buçuk tanıyan kimseler bile ırkçılığın artacağını öngörebilirdi. O yüzden bu hadiseyi, milliyetçilik-mülteci ekseninde bir mesele olarak değil yönetim meselesi olarak algılıyorum. Yine de ümitli olduğumu söylemeliyim, tüm çabalara rağmen farklılıklarımızın zenginliğimiz olduğunu bilen bir toplumuz…

YORUMLAR (5)
5 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN