Başaran Düzgün bir dönemin hafızası üzerinden sesleniyor

Başaran Düzgün bir dönemin hafızası üzerinden sesleniyor

Romanları en çok okunanlar listesinde yer alan, kısa sürede yeni baskılarını yapan Başaran Düzgün’ün ‘Öksüz Atlar Ülkesinde’ eseri, İzmir’den Selanik’e oradan Ortadoğu ve İtalya coğrafyasına Kıbrıs eksenli uzanan acıların ve kopuşların romanı. Dış dünyadan iç dünyaya doğru ilerleyen edebi yolculuğunun ikinci durağı mahiyetindeki ‘Pembe Boyalı Oda’ ise çağdaş edebiyatımızda sıklıkla görülmeyen bir deneyimin, görünmeyen bir ruhsal direnişin ve belki de bir tür varoluşsal başkaldırının romanıdır.

PROF. DR. SERTAP AZİZ SESLİ

Başaran Düzgün, edebi üretimini yalnızca anlatı kurmakla sınırlamayan; aynı zamanda bir tarih, bir hafıza ve bir vicdan inşasına girişen yazarlarımızdan biridir. Gazetecilikle edebiyatı iç içe geçmiş birikimiyle harmanlayan Düzgün’ün romanlarında, sıradan görünen yaşamların ardında yankılanan büyük trajediler, suskunluklara gömülmüş hakikatler ve kolektif bir bellek kaybı hissedilir. O, sadece bireylerin değil; sınırların, dillerin, kuşakların ve kimliklerin hikâyesini yazar. Özellikle ‘Öksüz Atlar Ülkesinde’ ve ‘Pembe Boyalı Oda’ romanları, yazarın bu çok katmanlı bakışını en berrak biçimiyle yansıtan iki önemli eserdir.

26kr02-man

TARİHİN GÖLGESİNDE: ÖKSÜZ ATLAR ÜLKESİNDE

‘Öksüz Atlar Ülkesinde’, İzmir’den Selanik’e oradan Ortadoğu ve İtalya coğrafyasına Kıbrıs eksenli uzanan acıların ve kopuşların romanıdır. Düzgün, bu romanda bir imparatorluğun dağılmasıyla başlayan, göçler ve savaşlarla süren büyük bir tarihsel kırılmayı, bireylerin yaşamı üzerinden anlatır. Sürgün edilen halklar, kaybolan diller, unutulmuş gelenekler, kuşaklar boyunca aktarılan ama hiç anlatılamamış travmalar, romanın sessiz ama derin dokusunu oluşturur. Ana karakter Hasan’ın yaşamı üzerinden ilerleyen hikâye, sadece bir bireyin değil, bir halkın, bir kültürün ve bir coğrafyanın kırılgan ama dirençli portresini çizer. Hasan’ın çocukluğundan itibaren tanık olduğumuz bu yolculuk, tarihsel yaralara, toplumsal çatışmalara, aidiyet krizlerine ve nihayet içsel bir tevekküle ulaşır. Romanın atmosferi, hem nostaljik hem de karanlıktır. Düzgün, geçmişi karakterize etmez; onun yerine gerçekliğin sarsıcı ağırlığını taşır. Bu anlamda ‘Öksüz Atlar Ülkesinde’, bir tarih anlatısı değil, bir ‘hafıza mekânı’dır. Düzgün’ün anlatım dili ise derinliklidir. Göstermeye dayalı, karakterlerin düşünce dünyalarını ön plana çıkaran yapısıyla roman, duygusal yoğunluğu düşük sesle ama büyük bir etkiyle verir. Okur, hikâye örgüsüyle birlikte karakterlerin suskunluklarına, iç çelişkilerine ve arada kalmışlıklarına odaklanır. Roman, tam da bu nedenle bir dönemin siyasi-toplumsal panoramasını çizmekten çok, sosyolojik betimlemeleriyle o dönemin insan ruhunda yarattığı çatlaktan içeri sızar.

26kr02-kitap-dek3

İÇE DÖNÜK BİR LABİRENT: PEMBE BOYALI ODA

Öte yandan Pembe Boyalı Oda, Düzgün’ün dış dünyadan iç dünyaya doğru ilerleyen edebi yolculuğunun ikinci bir durağı gibidir. Toplumun siyasal mühendisliklerle çevrelediği bireylerin, özellikle de kadınların, giydirilmek istenen kimliklere isyan ettiği, ‘konuşulamayanlar’ Düzgün’ün anlatımında sessiz bir patlamaya dönüşür. Romanın merkezinde yer alan karakterin yolunun kesiştiği ‘pembe boyalı oda’, hem bir mekân hem de bir metafordur. Görünürde ‘farklı’ yaşamın sembolü olan bu oda, aslında roman kahramanlarının dünyayı yeniden yorumlamaya çalışmalarını temsil eder. Başaran Düzgün burada kurulu düzenin birey üzerindeki baskısının yarattığı görünmez hapishaneleri büyük bir incelikle işaret eder. Romanın dili daha yoğun, daha içsel ve daha şiirsel bir karakter taşır. Diyaloglarla bezenmiş iç monologlara, eyleme harmanlanan düşünceye yer verilir. Bu da romanı bir tür içsel günlük ya da bilinç akışı romanına yaklaştırır. ‘Pembe Boyalı Oda’, bu yönüyle çağdaş edebiyatımızda sıklıkla görülmeyen bir deneyimin, görünmeyen bir ruhsal direnişin ve belki de bir tür varoluşsal başkaldırının romanıdır.

26kr02-kitap-dek

TANIKLIĞIN EDEBİYATI

Başaran Düzgün, anlatmakla yetinmez; tanıklık eder. Romanlarında tarihsel bir iddia yoktur belki ama insani bir tanıklık vardır. Sıradan insanların kırık taraflarıyla ilgilenir. Bu da onun edebiyatını salt estetik bir çaba olmaktan çıkarır; etik bir sorumluluk alanına taşır. Özellikle ‘unutmaya zorlanan’ toplumlarda edebiyat, yalnızca hayal kurmanın değil; hatırlamanın ve yüzleşmenin de aracıdır. Başaran Düzgün’ün eserleri, bu anlamda bir tür “edebi bellek arkeolojisi” olarak okunabilir. Her karakter, her mekân, her suskunluk, geçmişin derinliklerinden bugüne taşınan bir iz, bir yankı gibidir. Düzgün’ün romanları, gürültülü geçmişte sıradan insanların sessizliğine kulak veren metinlerdir. Onun yazdıkları, bağırarak değil fısıldayarak konuşur. Ama bu fısıltılar, dikkatle dinleyen okurun zihninde uzun süre yankılanır. ‘Öksüz Atlar Ülkesinde’ ile tarihsel paradokslara ve hayata tutunmaya, ‘Pembe Boyalı Oda’ ile içsel bir kırılmaya ve tevekküle dokunan yazar, edebiyatın hem dış dünyayı hem de iç dünyayı anlamanın en güçlü yollarından biri olduğunu hatırlatır bize. Bu iki roman, farklı uçlarda duran ama aynı vicdana bağlı iki anlatıdır. İster Ege’den Afrika’ya, Mont Cassino’dan Kıbrıs’a, ister pembe boyalı bir odanın içinde geçsin, Düzgün’ün kahramanları hep aynı soruyla yüzleşir: “Ben kimim, nereden geldim ve nereye aitim?” Bu soruların cevabı ise romanın sonunda değil, satır aralarında gizlidir. Ve belki de bu yüzden, Düzgün’ün romanları harcı büyülü sözcükler olan yaratıcı gerçekliğin ilk yapı taşlarıdır…

HER İKİ ESERİNDE DE BELLEĞİN KATMANLARI ARASINDA GEZİNİR...

Başaran Düzgün’ün her iki romanında da ortak olan bazı temalar dikkat çeker. Bunlardan ilki bellektir. İster tarihsel bir felaketin ardından gelen kolektif unutkanlık, isterse bireyin kendinden bile gizlediği kişisel geçmiş olsun, Düzgün’ün karakterleri geçmişle bir hesaplaşma sürecine girer. Ancak bu hesaplaşma yüksek sesli, dramatik değildir. Aksine sessizdir, içe dönüktür, çoğu zaman acı vericidir. İkinci ortak tema ise sessizliktir. Düzgün’ün karakterleri konuşmaktan çok susar. Konuşmak bazen tehlikelidir, bazen anlamsız, bazen ise mümkün değildir. Bu nedenle sessizlik, yazarın romanlarında bir boşluk değil; anlamla dolu bir alan hâline gelir. Sessizlik, hem direnişin hem teslimiyetin bir biçimidir. Üçüncü olarak da yerinden edilme teması göze çarpar. Bu, sadece fiziksel göç ya da sürgün değildir; aynı zamanda içsel bir yerinden edilmedir. Karakterler çoğu zaman bulundukları yerde ‘ait’ hissedemezler. Köklerinden kopmuş, ama yeniden köklerini keşfetme yolculuğunda

YORUMLAR
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN