Hayır, başlığın Cemil Meriç’le bir ilgisi yok. O ‘muhasebe’ değil, ‘musahabe’ demişti. Üstelik siyasete değil, edebiyata dair yazmıştı. Biz sahiden geç kalmış bir ‘muhasebeden’ bahsedeceğiz: ‘Yanlış İliklenen Düğme’ (SRC Kitap, 2025).
Erdoğan Aydın’ın son kitabı, Fikret Başkaya’nın ‘Paradigma’nın İflası’, Sevan Nişanyan’ın ‘Yanlış Cumhuriyet’ kitapları tadında bir kitap. Türkiye’nin ‘niçin demokratikleşemediği’ sorusunun cevabını, muadilleri gibi, Cumhuriyet’in ilk yıllarında arayıp buluyor. Rejimin otoriter değil ‘demokratik’ biçimde de kurulabileceğini düşünen yazara göre ‘ilk düğme’ egemen iradenin tercihiyle ‘yanlış’ iliklenmiştir: “Bu kitap, 100. yılında Cumhuriyet’in, artık daha da ötelenemez hale gelen muhasebe gereksinimini karşılamaya çalışıyor. Bu muhasebeyi yaparken, sadece kuruluşta mevcut olan demokrasi imkânları ve dinamiklerini saptamakla kalmıyor, aynı zamanda bu imkân ve dinamiklerin ezilmesinin Cumhuriyet’i de kötürümleştirdiğini saptıyor.”

Bu eleştiriler ve iddialar ‘taze’ değil elbette. Aşağıda değineceğim, akademisyen İlker Aytürk’ün dikkat çektiği gibi, özellikle 12 Eylül’den sonra bu alanda ciddi bir literatür oluşmuştu zaten. [Aytürk ‘post-Kemalizm’ adını vermişti 2015’de Birikim’de yayınlanan ünlü makalesinde...] Yakın zamanda, Daron Acemoğlu’nun, Atatürk dönemini eleştirdiği için nasıl linç edildiğini de anımsayalım.
‘Yanlış İliklenen Düğme’ 1920-1924 aralığını inceliyor. Birinci Meclis’teki İkinci Grup’la Mustafa Kemal Paşa arasındaki yetki mücadelesini... Ali Şükrü Bey’in katledilişini... Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşunu ve kapatılışını... Rejimin kurumsallaşırken ‘sol ve emek karşıtı’ gösterdiği refleksleri ve Mustafa Suphi’nin öldürülüşünü... Yanılmıyorsam, Erdoğan Aydın’a kadar hiçbir eleştirmen Çerkes Ethem’den ‘demokratikleşmenin bir imkânı’ olarak söz etmemişti. ‘Aşırı yorum’ sayılsa da Çerkes Ethem/Yeşil Ordu üzerine getirdiği eleştirilerin özgün ve ilginç olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Özellikle 12 Eylül’den sonra bu alanda ciddi bir literatür oluşmuştu zaten, dedik. İlker Aytürk ve Berk Esen birlikte kaleme aldıkları ‘Post-Post-Kemalizm’ (İletişim Yayınları, 2022) adlı çalışmada ‘post-Kemalizm’ adını verdikleri bu yaklaşımı sorgulamış, ‘çürütmeye’ çalışmışlar, bu kez ‘post-post Kemalist’ bir literatürün ‘ilk taşını’ koymuşlardı.
İlker Aytürk’e göre post-Kemalizm “Türkiye’nin bitmeyen vesayet problemine konulmuş yanlış bir teşhisti” ve giderek ‘siyasallaşıp banalleşti.’ Hatta “düşünce iktidarının kendisi” yani ‘yeni hâkim paradigma’ haline geldi. ‘Post-Post-Kemalizm’e göreyse, ‘demokratikleşemeyişimizin’ sebebini askerlerde aramak hataydı. Rejim eleştirileri tadında bırakılsa iyiydi ama post-Kemalist yorumlar ‘kurum yıkıcı’ başka bir despotizme sebebiyet vermişti. Vs. vs.
Türkiye çalışmalarında böylesi ‘yeni arayışlar’ da çok kıymetli elbette. Ama bu, 2002’den sonra iyice yıpratılmış, bugün verdiğimiz demokrasi mücadelesine hiçbir katkısı olmayacak arkaik ‘Kemalist ideolojinin’ yeniden sağaltılıp tahkim edilişi anlamına gelmemeli: Avcıoğlu’nun tekrar moda oluşu, 2016/17 sonrası ‘Kemalist argümanların’ canlanışı, muhalif çevrelerde Atatürk’ün ‘haklılığının’ daha bir tutkuyla vurgulanıp duruşu, Tek Parti döneminin biteviye yüceltilişi...
Ne yalan söyleyeyim, ben de uzun yıllar ‘post-Kemalist düşüncelerden’ etkilenmiş, her fırsatta, demokratikleşemedik çünkü ilk düğme yanlış iliklendi, deyip durmuştum. [Erdoğan Aydın’ın kitabının adından da anlaşılacağı üzere, ‘bu akıl yürütme’ ister istemez aynı kapıya çıkıyor/aynı teşbihlere merdiven dayıyordu!]
Hâlâ da bu kanaatimden vazgeçmiş değilim. İlk meclisin zabıt ceridelerine, devrin hatıratlarına, gazete yazılarına baktığımızda, ‘dönemin şartları’ gerçekten hak ve özgürlüklerin teminat altına alındığı ‘gerçek bir hukuk devleti kurulmasına’ engel değilmiş gibi gözüküyor. ‘Başka bir cumhuriyet’ mümkündü. Fakat Türkiye’nin kadim problemini, bir türlü ‘demokratikleşemeyişimizin’ günahını yalnızca ‘kurucu elitlerin sırtına’ yüklemek de doğru gelmiyor bana artık. [Post-Kemalizm’in köpüğünü almalı!]
Kabul. Demokratikleşmenin önündeki ‘tek engel’ kurucu elitler değildi. Ama demokrasi maceramızın sekteye uğramasının veya Daron Hoca’nın tabiriyle, 2000’lerin başında ‘Dar Koridor’u ıskalayışımızın nedeni de “demokrasiyle asla bağdaşmayan(!) İslamcılık” falan değil.
Kemalizm’in de İslamcılığın da ‘tevarüs ettiği’ birtakım ‘sosyoekonomik arızalar’ söz konusu gibi. Bünyeyi kemiren başka ‘yapısal’ sorunlar... Belki ‘Asya Tipi Üretim Tarzı’nı tekrar tartışmalıyız: Batı toplumlarından ne kertede, nasıl farklıyız? Niçin kapitalistleşemedik? Niçin burjuvazimiz yok? Niçin devletin dışında/ona denk bir sivil toplum gelişmedi?
Karl Wittfogel’i konuşup Hikmet Kıvılcımlı’yı, İdris Küçükömer’i falan bir kez daha okumalı sanıyorum. Belki yanlış olan ‘ilikli düğmeler’ değil, üzerimizdeki ‘gömlektir.’
