İstanbul yapbozu Revnakoğlu ile tamamlanıyor

İstanbul yapbozu Revnakoğlu ile tamamlanıyor

Beş ciltlik ‘Revnakoğlu’nun İstanbul’u-İstanbul’un İç Tarihi: Fatih’ eserini okurla buluşturmaya hazırlanan Prof. Dr. Mustafa Koç: “Revnakoğlu’nun anlattığı İstanbul Reşat Ekrem Koçu’da; Koçu’nun anlattığı İstanbul Revnakoğlu’nda yok. Ahmed Rasim’in anlattığı ikisinde de yok. Onların anlattığı İstanbul’u biliyorduk ama Revnakoğlu eksikti. Yapboz Revnakoğlu ile tamamlanacak.”

ŞABAN ÖZDEMİR | KARAR

Prof. Dr. Mustafa Koç, Muhyî-i Gülşenî’nin eseri üzerine kaleme aldığı ‘Bâleybelen: İlk Yapma Dil’, ‘Aşçı Dede’nin Hatıraları’, ‘Mütercim Âsım’ın Kamus’u’, ‘Vankulu Lügati’, ‘Ahlâk-ı Alâ’î, ‘Nuru’l-Furkan’, ‘İhya Tercüme ve Şerh’i gibi kadim eserleriyle kültür dünyamıza önemli katkılar sağlayan bir isim.

Prof. Dr. Koç, bugünlerde Osmanlı’nın son, Cumhuriyetin ilk yarım yüzyılına tanıklık eden Cemâleddin Server Revnakoğlu’nun 350 dosyalık arşivinde yaptığı titiz çalışmaları kültür dünyamıza kazandırmaya hazırlanıyor.

Prof. Dr. Koç ile İstanbul’un fethinin yıl dönümü olan 29 Mayıs’ta Fatih Belediyesi tarafından ilk iki cildi okura sunulacak olan, toplamda beş ciltlik ‘Revnakoğlu’nun İstanbul’u-İstanbul’un İç Tarihi: Fatih’ adlı çalışmasını KARAR okurları için konuştuk.  

Kimdir Cemalettin Server Revnakoğlu? Arşivinin İstanbul, kültürümüz, tarihimiz, edebiyatımız çerçevesinde ehemmiyeti nedir?  

2021 yılında Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi birden ortaya çıksaydı İstanbul’un hafızası,  mazisi, insanı, cemiyeti için nasıl bir aksülamel inşa ederdi? Gölpınarlı koleksiyonu büsbütün meçhul kalıp 2021’de ortaya çıksaydı nasıl bir yankısı olurdu? İstanbul’u inşa etmek için bizim için lüzumun ötesinde elzem olan bir malzemenin yarım asır kadar meçhul kalması… İşte Revnakoğlu’nun terekesini önce bu açıdan eden ele alalım.

O, geçen asrın ortalarında ikmal ettiği ama hatimesini yazamadığı bir koleksiyonuyla ancak 70 yıl sonra İstanbul’a, en ziyade olarak da insana müteallik cephesini, 6 asırda İstanbul’da İstanbulluyu inşa etmek için var olan müktesebatı, dili, üslubu ve cemiyeti sarıp sarmalayan bütün kültür envanterini tek tek yoklayan adamdır.

Ama Revnakoğlu bu yoklamayı karanlıkta el yordamıyla değil; ciddiyetle, bilerek, arayarak ve her şeyi yerli yerine koyarak inşa etmiştir. Sinan nasıl kadim İstanbul’u mimari hüviyeti ile var etmişse Revnakoğlu merhum da Osmanlının son yarım yüzyılını ve Cumhuriyet’in ilk yarım yüzyılını bütün cepheleriyle ve istidadı miktarınca ama bizim için olağanüstü sayılabilecek bir gayret ile sokak sokak, mekân mekân, insan insan, kültür kültür var etmiş ve İstanbul’un meçhul kalmış pek çok cephesini bütün derinliğiyle ortaya çıkarmış kudretli bir kalemdir.  

Sizi bu çalışmaya iten saik ne oldu? Niçin Revnakoğlu çalışmaya karar verdiniz? 

Üniversite yıllarında içimizi saran bir İstanbul iptilası vardı: Dersaadet’i keşfetmek. Lise yıllarımda Cumhuriyet öncesi Paris’i keşfeden münevverleri okurdum. O zamanlarda tek iptilam İstanbul’da bir bölüm okumaktı. Şiire, nesre, romana dökülen İstanbul’u bizzat tecrübe etmek, yaşamak istiyordum ve geldiğim İstanbul’da İstanbul tiryakileri ile karşılaştım. Savcı Sedat Balkan’la tanıştım. Balkan, Bizans İstanbul’una müptela idi.

Fener, Balat… Onda Bizans’ı keşfetme tiryakiliği elan da cari.  İstanbul’a geldiğimde Sait Faik’in Beyoğlu’sunu Attila İlhan’ın Pera’sını okuya duya, o yolda kaleme alınmış metinleri de gördüm. Bu sefer Bizans İstanbul’undan Levanten İstanbul’dan bakiyeleri görmek… Kalabalıklar her nedense ya Bizans mütevellilerinin eline ya da Pera perestişkârlarının ardına düşmüştü. Yanımda Müslüman olan İstanbul’u, Türk olan İstanbul’u duyan, anlatan ne bir dost ne de bir kalem vardı. 

İstanbul’a gelmek, edebiyat okumak her hâlde İstanbul’u okumaktı. Zaman zaman lisans eğitimimde İstanbul tiryakisi bazı hocalarımın “İstanbul’a gelen iki üniversite okur; İstanbul’u okur” mealinde cümleleri ile karşılaştığımda bu hakikatin hakkını vermek gerektiği içime dökülüyordu. Ama İstanbul nasıl okunurdu ki?.. Nereden başlanırdı? Çok zamandır zahir-perestlerin elinde vitrine konan şehirdi İstanbul.

Çıplak mankenlere benziyordu ve herkes istidadınca ona kisveler giydiriyordu ama onun kalbiyle, dimağıyla temas kuran, onunla düşüp onunla kalkan, onu duyan çok fazla kitap, çok fazla insan yoktu. Sonra fark ettim ki İstanbul, bütün ilimlerin toplanmasıyla sırlarını perde perde açacak şehrin diğer adıydı. Şark’ın kültürüne ne kadar aşina olursanız İstanbul’un dilini o kadar duyar, o kadar onun mana perdesinin altını kaldırıp onunla yüzleşebilirdiniz.

Sahip olduğunuz malumat, mazbutat ve müktesebat ziyadeleştikçe İstanbul’a o derece aşina olabiliyordunuz. Bu itibarla bildiğim, duyduğum, gördüğüm şey; İstanbul’a karşı kalabalıklar sağır, kalabalıklar kör, kalabalıklar dilsizdi. İstanbul’un konuştuğu lügate aşina olmak için katman katman hususi lügatlere muttali olmak gerekiyordu.  

REVNAKOĞLU İLE İLK MÜLAKATIMDA ARADIĞIM İSTANBUL’A YAKLAŞTIM 

İstanbul, herkese miktarınca bir şeyler söyler ama en çok kalbi olana, en çok aklı olana, en çok tecrübesi olana, en çok malumatı olana sırlarını döken şehirdir. Biz Mevlana’nın meclisine köyden gelmiş basit bir çoban gibiydik İstanbul karşısında. Ne Mesnevi’yi anlayacak arka plana, ne insana, ne cemiyete ne de müesseseler tarihine maliktik.

İstanbul hepsinin toplamıydı, istifli bir yığınıydı. Bu hem yazma metinlerin içinden geçmeyi gerektiriyordu hem matbu metinlerin. Basit bir turist rehberinin arkasına düşen insanın ve diğer kalabalıkların İstanbul’u gerçek İstanbul değildi. Revnakoğlu’yla ilk mülakatımda aradığım şeye yaklaştığımı hissetmiştim. Bu adam şehri ne Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’nde olduğu gibi Sodom ve Gomore’ye çeviriyordu ne de Ahmed Rasim’in kaleminde büsbütün meyhaneye dönüşen İstanbul’a odaklanmıştı.

Cumhuriyet; şehri ele alırken camiyi, şehrin tekkesini ve medresesini İstanbul’u anlatanların kaleminde görmeye pek tahammül edemiyordu. Oysa cemiyet ve insan çok defa camide, medresede ve tekkede kıvamını buluyordu. Bu şehir, bu şekilde inşa edilmişti ve buna başka ilaveler dâhil edebilirsiniz. Bunlar kaleme alınan İstanbul’a müteallik metinlerde bizi büsbütün doyuracak bir muhtevaya da malik değildi ve bunlara işaret varsa da öteye, derine geçecek kadar boyutlu da değildi. Revnakoğlu, İstanbul’u zihnimizde hakiki çehresiyle yeniden inşa edebileceğimiz bu üç boyuta ve kademe kademe bu üç boyutu saran musikiye, hat sanatına, mimariye temas eder.

En önemlisi şehir insanla kimyasını buluyordu ve Revnakoğlu; muhayyel değil, musavver değil, ete kemiğe bürünmüş Müslüman Türk’ü anlatıyordu. Revnakoğlu’nun İstanbul’u binlerce yıllık Oğuz Türkü’nün en son harikasıydı. Osmanlı, Oğuz Türkçesini devlet diline dönüştürmüş, İstanbul’u da Oğuz’un en görkemli şehri hâline getirmişti. Oğuzistan her hâlde Dersaadet’ti. Hakikaten Orta Asya steplerinde Oğuz’a ait bir şehrin bakiyesini bile bulmak müşkil iken İstanbul böyle bir yerdi. 

İSTANBUL’U ANLATIRKEN BİR MEDENİYETİ HER CİHETLE ANLATIYOR 

Peki hocam, bildiğimiz kadarıyla Revnakoğlu’nun arşivinde 400’e yakın dosya var ve Revnakoğlu’nun el yazısı tabiri caizse demir leblebi. Siz bu dosyaları çalışırken ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Şimdiye kadar Revnakoğlu epey didiklendi ama bütünü kimse göremedi. Bunun sebebi neydi? 

Arap harfli metinlerin özelliğidir, manaya hâkim değilseniz yazı ne kadar berrak olursa olsun siz onun cahili kalırsınız. Arap harfli metinler ancak mevzuya hakimseniz size örtüsünü açar. O ıstılaha, o kültüre, o insanlara, o inceliklere, o şehirlere, o bahse kademe kademe her şeye hâkim olduğunuz nispetçe Osmanlı Türkçesine ait metinlerin altından kalkabilirsiniz. Siz bir lise talebesine Latin harfli bir metni uzatırsanız o metnin hiçbir kelimesini bilmediği hâlde metni size dosdoğru okuyabilir. Arap harfli metinlerde de sadece mana okuması yapabilirseniz lafız ortaya çıkar.  

Revnakoğlu, İstanbul’u anlatırken bütün bir kültürü, bütün bir medeniyeti her cihetten anlatır. Bu itibarla meşâyih, tarikatlar, medrese kültürü, şiir, edebiyat, tarih… Aklınıza ne gelirse bir bütün olarak anlatır. Revnakoğlu’nun metinlerine nüfuz edecek kişinin behresinin bu malumatta zengin olması iktiza eder. Hem el yazısının sıkıntısı hem de bahsettiğim mevzuların çeşitliliği, tecrübesizleri kendisinden uzak tutar.

Ne kadar cesaretiniz olursa olsun sizin ilmi kudretiniz ne ise Revnakoğlu’nun hattının size seslenmesi ancak o nispette olur. Bir Kalenderhane’yi okuyacağınız zaman bütün Kalenderlik tarihini bilmeniz gerekir. Yenikapı Mevlevihanesi’ni doğru okuyabilmek, mesnevihanlık müessesesine, mesnevihanlara, Mesnevi’ye, Mevlevilere ve Mevlevi kültürüne hâkim olmanızı gerekir. Revnakoğlu’ndan insanların uzaklaşmasının sebebi Revnakoğlu’nun her mevzuya temas edişidir. Yemek kültüründen, hafız-ı kütüplere, bir bestekârdan, bir çingeneye kadar her şeye temas eden Revnakoğlu’nun ansiklopedik bir cephesi vardır.

Çok defa kendisi için notlar tutan ve çok defa bu notları bir kompozisyona aktarmayan Revnakoğlu’nun nispetine yaklaşmaya cehdeden bir teşebbüse ihtiyaç vardı ve gençlerin ya da tek bir mevzu etrafında temerküz etmiş dimağların altından kalkabileceği bir yük değildi bu. Şehrin sokak sokak isimlerine aşina olmanız gerekir Revnakoğlu’nu anlamak için. Binlerce yer ismi geçiyor. Bu yer isimlerini nasıl okuyacaksınız? Bunların kadim karşılıkları var. Revnakoğlu’nun ardından o mekânların peşine, o sokakta yaşayan sakinlere ulaşmanız gerekiyor. İstanbul’a tutkulu değilseniz, İstanbul’u duymuyorsanız bu nasıl mümkün olacak? 

DÖNEMİNİN BİRÇOK EDEBİYATÇISI İLE MÜLAKİ OLMUŞ 

Revnakoğlu, döneminin birçok edebiyatçısı ile mülaki olmuş. Akif’ten Abdülhak Hamid’e, Ahmed Rasim’den Osman Cemal’e kadar… Türk edebiyatının da birçok cüzüne girmeniz gerekir bu itibarla. Zikri, adabı, erkanı; biraz Arapçayı biraz Farsçayı ama en çok İstanbul Türkçesini ve Arap harflerinin arkasını görmeniz gerekiyor. Bu insanı yorar.  

Bu 377 büyük dosyadan müteşekkil arşiv. Bu arşivin indeksi yok, içindekiler yok, muhteviyatı yok, şahıs kadrosu yok… Ceffelkalem dosyaların üzerine yazılan üç beş başlıkla muhtevanın çok defa alakası yok. Dosyanın içinde 1000 madde varsa kapağında 3 madde başı var.

Mütebakisine erişmek için sayfa sayfa bütün bu dosyaları belki yüzlerce kez devretmeniz gerekiyor ve biz hızlı yaşıyoruz. İnsanlar bir çırpıda makaleyi, birkaç yılda kitabı vücuda getirmeye çalışıyor. Bir an önce piyasaya çıkarmaya gayret ediyor. Revnakoğlu, insanın ruhunu, canını, zamanını seve seve vakfettiğinde ete kemiğe bürünen bir adam. Bizim sabrımız da yok.  

Revnakoğlu’ndaki bütün malzeme, bir ahenk içinde yer almıyor. Sayfalar, o 377 dosyanın içinde kaybolmuş. 8 sayfa not almış, bu 8 sayfa farklı dosyaların içinde karşınıza çıkabiliyor. Bir de Revnakoğlu’nun hattı meselesi var. Bir efsanedir gidiyor. Evet, Revnakoğlu bazen farklı alıntılar için farklı bir hat kullanıyor. Ama eğer yazı silik değilse çok kolay bir yazı.

Fakat bunu sizin bir ihtiyaca dönüştürmeniz, buradaki bilgi bana lazım diye ihtiyaç psikolojisi ile dikkat kesilmeniz gerekiyor. Herhâlde bir de Revnakoğlu’nun vokabülerine, anlattığı dünyanın kelime servetine, kavram, muhit, kültür dünyasına aşinaysanız yazı çözülüyor. Latin ile mi yazmış Arap ile mi karıştırıyorsunuz, bazen o seviyeye geliyor.

MASA BAŞINDA DEĞİL DEĞİŞİMİN İÇİNDE YAŞAYAŞARAK YAZILAN METİNLER 

Revnakoğlu, İstanbul’u ve İstanbul’un birçok veçhesini anlatıyor. Revnakoğlu’nu önemli kılan nedir? 

Her şey… Normalde bir kitap kaleme alınır ve o kitabın yüzde biri hadi bilemediniz yüzde beşi bakirdir. Revnakoğlu’nun yüzde 95’i orijinaldir. Bunun yanında Revnakoğlu, İstanbul’u o büyük değişimi içinde yaşayarak yazmış. Eski zaman İstanbul’unu, masa başında oturup anlatmamış.

Henüz İstanbul’da 400 tekke yaşarken onların şeyhleri, halifeleri, müridleri, muhipleri, sokağı, pazarı, çarşısı canlıyken bütün bunlarla muhatap olup, bunları duyup, bunları yazan adam… İçerden konuşan, içerden anlatan kalemdir Revnakoğlu… Bunu anlatırken de mensup olduğu mizacı, dâhil olduğu muhiti merkeze almamıştır. Muhitler üstü bir adamdır. İstanbul’un yaşayan bütün Bektaşileri, Mevlevileri, mevlithanlar, musikişinasları, müezzinleri vs… toplamış, cemetmiş.

Eskiden birden fazla tarikattan hilafeti olan ve ayin yürütebilenlere “câmiu’t-turûk” denirdi, tarikatları bünyesinde cemeden anlamında.  İstanbul mecazen tarikatlarsa İstanbul’un son cami-i turûku Revnakoğlu’ydu. İnsanların kalbine bakıp kalbini duymak ve bize notlar ile bunları aktarmak… Bu meleke istiyordu, zaman istiyordu, tutku istiyordu, ömür istiyordu; mezar mezar bütün bir İstanbul’u zapt etmeyi lüzumlu kılıyordu. Revnakoğlu üşenmemiştir, mezar mezar İstanbul’un telkinini ve tekfinini yapan adamdı.

KOÇU’NUN İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ TOPLAMADIR 

Bildiğimiz kadarıyla İstanbul’u döneminde en geniş anlatan ve hâlâ bile başucu eseri olan Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’nden ayrılan yönleri nelerdir Revnakoğlu’nun? 

Koçu; tekkenin, medresenin içine girmez. Şeyhle oturmaz, müderrisle halleşmez. Revnakoğlu tekkenin arşivini bile alan adamdır. Koçu’nun yaşam tarzı buna müsait değildir. Reşat Ekrem Koçu’nun ansiklopedisi toplamadır. İçinde birçok yazarın maddeleri vardır ama Koçu’nun ansiklopedisi diye anılır ve bir yanılgıya da yol açar bu durum. Büyük bir kalemdir Koçu, çok kudretlidir. Revnakoğlu’nun anlattığı İstanbul Koçu’da; Koçu’nun anlattığı İstanbul, Revnakoğlu’nda yoktur. Ahmed Rasim’in anlattığı ikisinde de yoktur. Koçu ve Ahmed Rasim’in anlattığı İstanbul’u biliyorduk ama Revnakoğlu eksikti. Yapboz Revnakoğlu ile tamamlanacak.  

ŞEHRİN GÜNDELİK YAŞAMINA YER VEREN TEK YAZAR  

Revnakoğlu, İstanbul’un gündelik yaşamını verme bakımından nerededir? 

Bu hususta Revnakoğlu tektir. Osman Cemal, semai kahvelerini ve semai şairlerini anlatır, Revnakoğlu ise sadece iki semai şairini anlatır. Kaynağı da Osman Cemal’dir. Bizans İstanbul’u yoktur Revnakoğlu’nda, etnik unsurların yaşadığı İstanbul yoktur, Abdülhak Şinasi’nin anlattığı Boğaziçi yoktur ama İstanbul bir külldür. İstanbul'un hangi mevzuunu ele alırsa Revnakoğlu o mevzunun ilk konuşanı oluyor, ilk referans olacak malzemeyi o veriyor. İstanbul'a dair ne yazılacaksa bundan sonra Revnakoğlu’na bakmak elzemdir. Bu kayıp halka ile kültür tarihimiz büsbütün yeniden ele alınmalıdır. 

HİKÂYENİN BİTTİĞİ YERDE REVNAKOĞLU VAR 

Revnakoğlu’nda tekkelerin okuyucunun anladığı anlamda mistik bir dünyası var mıdır? Siz nasıl bir âlem gördünüz Revnakoğlu’nda? 

Dağcıysanız dağa bakar, yüksekliğine göre hazırlık yapar tırmanırsınız. Revnakoğlu’nun yüksekliği belli değil. Revnakoğlu’nda bir tepeye çıktığınızda “Tamam, zirveyi buldum!” diyorsunuz ama bakıyorsunuz ki daha yüksekte birçok tepe var. Revnakoğlu’nda yaşadığım şey buydu. Her defasında sizi sarsıyor, her defasında şaşırtıyor. Eğer Revnakoğlu bu evrakı yayınlamış olsaydı İstanbul başka türlü bir şehre dönüşmüş olacaktı, işlenmiş olacaktı. Müesseseler tarihinden, sufiliğe, kaybolan tarihî mirasımıza kadar birçok şey müphem kalmayacaktı.  

Revnakoğlu’nun tarihçi kimliğinin oluşumunda Mezarlıklar Müdürlüğü’nde arşiv uzmanı olarak çalışıyor olması etkendir. Hikâyenin bittiği yerde o vardır. Zamanı avuçlarının içinde tutan adamdır Revnakoğlu. İstanbul yapılıp yıkılırken o kenardan izlememiş. O hercümercin o hayuhuyun içinde bulmuş kendisini. Her kaybolan taş, her yıkılan mabed için dilekçe kaleme almış.

Elinde kazma kürek korumaya, kollamaya, saklamaya teşebbüs eden adamın hikâyesidir onun yaşamı. Koşmuş, bir davanın ardında koşmuş. Bu dava kâh mücerred kâh müşahhas bir davadır. Acıyı duymuş. Bütün kadim İstanbul’un en güzel insanları ölürken onların elinden tutacak kadar yakın olmuş o insanlara. O insanlar öldüğünde mezarlarının başında konuşmalar yapan adamın adıdır Revnakoğlu.

Ardından o insanlar için yazı yazan adam da odur. Akif’in meçhul kalan şiirini, tarihçi Raşid Efendi’nin konağını bulan adam da o… Belli ki bütün bu sırları notlarına döken adam, bu sırları akranları gibi paylaşmaktan, o zevki başkalarının da duymasından endişe etmiş, o güzel hikâyeleri kendisine saklamış gibidir. Ancak istediği malzemeyi dışarı çıkarmış, yayınlamış. En güzelleri saklamış.  

Revnakoğlu İstanbul’un tarihini geriye taşıyan bir tarafı da var anlaşılan. Tarihçi Raşid Efendi Konağı meselesi nedir? 

Raşid Efendi Konağı’nı 1940’larda kaleme aldı, taş taş mezar tespit etti, İstanbul’un en eski konağının hikâyesini kaleme aldı. Konakla ilgili birçok başvuruda bulundu. Fatih’te konuşmalar yaptı bu konak hakkında. Yetmedi 1950’lerde Raşid Efendi’nin konağını ve mezarını ifşa etti.

On yıl boyunca bu hikâyeyi anlattı ama bugün bu meseleyi kimse bilmiyor. Bu konuda hepimiz elan ümmiyiz. Revnakoğlu, bu konak hakkında çırpınmış ama döneminin İstanbul’u sağır kesilmiş. İnşallah bu cemiyet, Revnakoğlu’nun bu çırpınışını bu kitap vesilesi ile duyar.  

OKUYUCULARIN BAŞINA GELMİŞ EN İYİ TALİH OLACAK 

Şimdilerde iki cildi çıkıyor Revnakoğlu’nun… Devamı ne kadar olacak? Planınız nedir? 

Bütün İstanbul mevzubahisse herhâlde on cildi geçerdi külliyat. İslam Ansiklopedisi gibi alır başını giderdi. Fatih Belediyesi Suriçi İstanbul’una talip oldu. Bu da 500’er sayfalık 4 cilt demek ve bir de indeks cildi. Revnakoğlu’nun notlarından tasarruf ettim mi? Üç fotoğrafsa ilgili konu bazen bir fotoğraf koydum. Vesikaların bazılarını hacimden dolayı almadım, bazen not tekrarlarından feragat ettim. Revnakoğlu referans değeri kazansın diye ondan nakilleri muhafaza ettim.  

Ben Revnakoğlu’nun anlattıklarının arkasından gittim, sokak sokak, mekân mekân… Revnakoğlu’nun sınırsız bir ummanı andıran müsvedde yığınlarını bir tasnife, bir çerçeveye dâhil etmem gerekiyordu. Bunu da bir İstanbul haritası üzerinde gerçekleştirdim. İstanbul haritasını aldım, o yığın yığın malumatı sokak sokak, mekân mekân yaymaya çalıştım.

Arzum şuydu: İstanbul’un bir kapısından içeri dâhil olup öbür kapısından çıkan insan, Suriçi İstanbul’unun altı asırlık hikâyesini duysun istedim. Duysun, anlasın ve artık başlayacağı yer hiçlik mertebesi olmasın istedim. Bu beş ciltlik Fatih kısmını okuyan kişi Türk medeniyetini de okumuş olacak. Şehir medeniyetini, insan medeniyetini, müesseseler medeniyetini, kavramlar medeniyetini, kisveler medeniyetini, sesler medeniyetini de okumuş olacak.

Bunu bir tür rehbere dönüştürdüm ama hiç tecrübe edilmemiş, taze, yeni bir rehber formatına. Eğer okuyucular inşa ettiğim rehber zaviyesinden şehre girip çıkarlarsa bu, hayatları boyunca başlarına gelmiş en büyük talih olacak. İnsanı, cemiyeti, şehri, dili duya duya kitabî olanı ameli hâle dönüştüre dönüştüre şehri keşfedecekler. Hasılı şehri keşfetmek demek, onun kıymetlerini büsbütün görmek demek.

Osmanlı çökerken o son sesi muhteşemdi. Cumhuriyet’i inşa eden ilk kadrolar da Osmanlının son seslerinin Cumhuriyet’i inşa eden ilk seslerle ahengini bu kitapta bulacaklar. Bu kitap aynı zamanda vesikalar kitabıdır.  

İki cilt 1000 sayfaysa bana kazandırdığı bir 1000 sayfa daha var. Revnakoğlu’yla beraber bende de bir İstanbul şekillendi. Revnakoğlu’nun bıraktığı İstanbul’u âna kadar taşıdım kendimde. Revnakoğlu göçerken Dersaadet apartmanlar şehri olmamıştı.

Ben, onun bıraktığı yerden şehrin bu fena hâlini takip edebildim. O mekânın Revnakoğlu’ndaki hâlini okudum, fotoğrafını gördüm ve bugüne taşıyan tecrübesini de ben yaşadım. Bu travmaların en kötüsüydü. Bazen okuduğumun tutsağı oldum. Revnakoğlu’nu okuyan da onun tutsağı olacaktır ümidindeyim.  

SULTANAHMET’İN GÖRÜNMEYEN DÜNYASINI İŞLEMİŞ 

Fatih’i barındıran 5 cildin ilk ikisi şimdi çıkıyor. Kalan 3 cilt de bu yıl sonuna kadar yayımlanacak. 3. cilt İstanbul’un en az bilinen muhitine odaklanıyor. Fatih’in en az bilinen ama herhâlde en zengin cephesi; Topkapı, Şehremini, Samatya, Yedikule, Koca Mustafa Paşa, Yenikapı, Aksaray… 3 ve 4. ciltte bu cepheler, bütün zenginliği ve bütün haşmetiyle yer alacak.

Bu bölgeler büsbütün meçhuldü. Fatih deyince Fatih Camiini merkeze alıp katman katman daire çizilmiş ancak sol halkalar, Yedikule’ye uzanan, Mevlanakapı, Belgradkapı, Silivrikapı’ya uzanan istikametler, Haseki, Samatya muhiti neredeyse hiçbir şehir rehberine, neredeyse hiçbir sufi metnine, hiçbir İstanbul metnine sirayet etmiş değil.

Buralarda kalem sükût etmiş. Revnakoğlu oradaki irfanı, o kallavi irfanı ama hepimizi şaşırtacak müktesebatı yığmış. Ardından daha merkezi olarak Sultanahmet’in görünmeyen dünyasını Revnakoğlu işlemiş. Görünen dünyası Sultanahmet Camii Şerifi, Ayasofya Camii Şerifi, İbrahim Paşa Sarayı ve diğerleri… Revnakoğlu merhum bunun ötesinde yüzlerce sayfa tutan, Sultanahmet ve etrafının mistik cephesini tasvir etmiş. 3 ve 4. ciltler bilinmeyenleri ile bu istikamette hulasa ediyor. 3 ve 4. cilt bugün hem kaybolan mimariye hem de hikâyeleriyle neredeyse hiçbir kalemin yazıya aksettirmediği, cem etmediği bir mistik cepheye temas edecek.

5. ciltte Bektaşi Haydar Cemil Baba’nın şiirlerinden Behçet Baba’nın semailerine, Malatya Somuncu Baba tekkesinin son şeyhi Penâhi’nin manzumelerinden müteşekkil orijinalleriyle vesikalar ve tüm ciltlerin indeksi yer alacak.  

Bu beş ciltten, Fatih'ten sonra Revnakoğlu'nun İstanbul'u devam edecek mi? 

Bu yıl içerisinde yayımlanacak Fatih’i hâiz 5 cilt tamamlandıktan sonra da Eyüp, Haliç, Kasımpaşa, Sütlüce istikameti, müstakil bir Beyoğlu, Beşiktaş, Ortaköy ve Sarıyer, Beykoz, İstinye, karşılıklı Rumeli Anadolu Hisarları ile Boğaziçi, Üsküdar, Kadıköy, Yakacık, Kozyatağı vs. cepheleri ile bunun dışında daha cüzi malzemeyle Zeytinburnu, Bakırköy, Topkapı ile de bu çalışmaya devam etmek niyetindeyim. Revnakoğlu’nda hiçbir yerde bulunamayacak Silivri, Çatalca gibi yerlerin de malumatı da bulunuyor. Bu bölgelerin hafızası tek tek Revnakoğlu ile kaydedilmiş.

Anadolu Kavağı, Rumeli Kavağı havalisi de mezar mezar belgelenmiş. Allah muvaffak ederse Revnakoğlu’nun İstanbul’undan eksik bir parça kalmayacak. Bütün bu parçalar tamamlandığında Revnakoğlu'nun hayali de bir nebze olsun gerçekleşmiş olacak. 

Öne Çıkanlar
YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN