Sinemalarda biri yerli 9 film vizyona giriyor. Filmlerde 1945’te Hiroşima ve Nagasaki’de çoluk çocuk 250 binden fazla insanın ölümüne neden olan atom bombasının babası Julius Robert Oppenheimer’ın hayatını konu alan ‘Oppenheimer’ ve 1960’larda çocuklara toz pembe bir dünyayı pazarlayan plastik bebeklerin ete kemiğe büründüğü ‘Barbie’ öne çıkıyor.
SALİHA SULTAN
Türkiye’de sinema salonlarında bugün biri yerli 9 film vizyona giriyor. Filmlerde Amerika’nın iki farklı yüzünü gözler önüne seren iki yapım öne çıkıyor: 1945’te Hiroşima ve Nagasaki’de çoluk çocuk demeden 250 binden fazla insanın ölümüne neden olan atom bombasının babası Julius Robert Oppenheimer’ın hayatını konu alan ‘Oppenheimer’ ve 1960’larda dünya çocuklarına toz pembe bir dünyayı pazarlayan bebeklerin beyazperdeye taşındığı ‘Barbie’. Her ikisi de gişe rekorları kırması beklenen filmlerin aynı anda vizyona girmesi ironik olsa da, sinema salonlarında izleyiciyi bu hafta ‘vahşi Batı’nın iki yüzünden birini seçmek ya da ikisini birden görmek bekliyor.
AMERİKA’NIN YENİ ‘KALBİ KIRIK KAHRAMAN’I
Bilim ve teknoloji dünyasında ‘nükleer bombanın babası’ olarak anılan, Manhattan Projesi başkanlığını yapan Amerikalı fizikçi ve üniversite profesörü Oppenheimer’ın yaşamını beyazperdeye Oscarlı yönetmen Christopher Nolan taşıyor. ‘Yılın en iyi filmi’ iddiasıyla servis edilen üç saatlik film, Oppenheimer’ın hayatını ve İkinci Dünya Savaşı sırasındaki atom bombasının geliştirilme sürecini konu alıyor. Yıldız oyunculu filmde Oppenheimer’a Cillian Murphy hayat verirken, Matt Damon kaba saba Korgeneral Richard Groves, Kenneth Branagh askeri danışman, Niels Bohr akıl hocası, Robert Downey Jr da Atom Enerjisi Komisyonu başkanı Lewis Strauss rolünde.
Florence Pugh, Oppenheimer’ın kalbini kırdığı sevgilisi Jean Tatlock’u canlandırırken, Emily Blunt da karısı Kitty rolünde. Tom Conti’nin ise Albert Einstein rolünde olduğu filmde, tarihteki en ünlü iki Yahudi olan Oppenheimer ve Einstein bir araya geliyor. Eleştirmenlerin şimdiden övgülere boğduğu film, Hiroşima’ya atılan atom bombasının ‘başarılı bir şekilde patlamasının’ ardından meslektaşları tarafından alkış yağmuruna tutulan Oppenheimer’ı şoka girmiş bir şekilde gösteriyor. Kısaca Nolan, yeni bilim kurgusunda kitlesel ölüm silahının mucidinden yeni bir kalbi kırık kahraman yaratmaya çalışıyor.
PLASTİK BEBEKLERİN GERÇEK HAYATLA YÜZLEŞMESİ
Başrollerini Margot Robbie ve Ryan Gosling’in paylaştığı Warner Bros’un ‘Barbie’ filmi de bu hafta vizyonun iddialı yapımlarından. Film vizyona girmeden önce Google, Barbie hayranları için bir Easter Eggs özelliği yayınladı. Özelliği görmek isteyenler Google’a oyuncuların ya da filmin ismini yazdıklarında ekranlarında pembe bir konfeti patlaması görecek. Greta Gerwig’in yönettiği ‘Barbie’, popüler Barbie moda bebeklerinden esinlenen bir fantezi komedi filmi.
Filmde Barbie ve Ken, mükemmel pembe barbie dünyasında hayatlarının en güzel anlarını yaşarken, insanlar arasında yaşamanın zevklerini ve tehlikelerini keşfettikleri gerçek dünyaya adım atma şansını yakalıyor. Robbie filmde gerçek dünyada konformist kişiliği sorgulanan klasik Barbie, Gosling ise gerçek dünyadaki erkek egemenliğinden etkilenen Ken rolüne hayat veriyor. Özetle, gişede bu hafta Nolan’ın Batı’nın karanlık yüzünü gösteren ‘Oppenheimer’ı, Gerwig’in Batı’nın pazarlama dehası ‘Barbie’si kapışıyor. Her iki filmin gişe performansları ve alacakları Oscar ödülü adaylıkları şimdiden merak konusu.
JAPON ANİMASYON SERİSİNE YENİ HALKA
Animasyon sevenleri ise beyazperdede bu hafta iki yapım bekliyor. Çocukların ve animasyon tutkunlarının beğenisini kazanacak ‘Prenses ve Dracula’ (How to Save the Immortal), yeraltı büyücüsü tarafından alınmakla tehdit edilen Ölümsüz Drybone’nun mücadelesini konu ediniyor. Resident Evil serisinin yeni filmi ‘Resident Evil: Death Island’ da, Biyoterörizm Güvenlik Değerlendirmesi İttifakı ajanı Chris Redfield ve ekibinin açıklanamayan bir enfeksiyon salgınını araştırırken başlarından geçenleri konu ediniyor.
Haftanın tek yerli yapımı ‘Mühr-ü Musallat 2: Yasak Düğün’ ise korku tutkunları için vizyonda. Metin Kuru’nun yönetmenliğini yaptığı film ailesinin kendisine yaptığı uyarıları dikkate almayan bir kadının yaşadıklarını konu ediniyor. Haftanın bir diğer bilim kurgu filmi olan Uyanış (Chariot), her şey için çok geç olmadan hastasının sorununu çözmeye çalışan bir doktorun hikayesini konu ediniyor.
ATOM BOMBASININ İCADI PERDEDE BOMBA PARANOYASINI DA TETİKLEDİ
ABD’nin 1945’de Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı ve nesilleri etkileyen atom bombalarının neden olduğu toplu kıyım ve savaşın bitişiyle başlayan Soğuk Savaş süreci sinemada nükleer bomba temalı filmlere zemin hazırladı. Bombaların dumanı hala tüterken film endüstrisinde konuyu doğrudan ele almaya çalışan ilk film 1947 tarihli Hollywood filmi ‘The Beginning or the End’ oldu.
Melodramatik kurguyla harmanlanan film ABD başkanının bombayı atıp atmamak konusunda ahlaki olarak mücadele ettiği sahneler eşliğinde yapılan toplu kıyımı vatanseverlikle örtmeye çalıştı. Arch Oboler’in nükleer kıyametin ardından hayatta kalan beş Amerikalının öyküsünü anlattığı 1951 tarihli ‘Five’ filmi, ‘bomba ertesi’ filmlerinin ilk temsilcisi ve türün klasiği olarak biliniyor.
Onu ‘Day the World Ended’ (1955), ‘On the Beach’ (1959), ‘The World, The Flesh and The Devil’ (1959) ve ‘Panic in Year Zero’ (1962) gibi nükleer felaket filmleri izledi. Amerikalı yönetmen Robert Aldrich’in baş yapıtı olan, atom bombası paranoyasını işleyen ‘Kiss Me Deadly’ (1955) kara filmi ise Fransız Yeni Dalgası’nın stilistik öncüsü olarak kaydedildi.
Felaketi yaşayan Japonya ise dramını ilk olarak beyazperdeye Hideo Sekigawa’nın yönettiği, patlamadan sonra hayatta kalan çocuklara odaklanan ‘Hiroşima’ ile yansıttı.
