Muhalefetin meşruiyeti

İktidar partisinin giderek kan kaybettiği bir süreçte… Hatta bir yıl önceki yerel seçimde çeyrek asırdır yönettiği İstanbul ve Ankara’yı bile kaybettiği bir süreçte...

Diğer yandan, hem bu son seçimin sonuçlarının hem de kamuoyu araştırmalarının Cumhur ittifakı oylarındaki erimeyi apaçık gösterdiği bir süreçte… Üstelik iktidar partisinden ayrılan kadroların iki ayrı iddialı parti olarak seçmen tabanı için alternatif oluşturduğu bir süreçte… Ama bütün bunlara rağmen iktidarın asker, polis, istihbarat, yargı vs. gibi devlet kurumları üzerindeki kontrolünün zayıflamak bir yana giderek güçlendiği bir süreçte… İşte böyle bir süreçte son yerel seçimde İstanbul ve Ankara’yı kazanmış olan ana muhalefet partisinin iktidarı ele geçirmek için bir askeri darbeye ümit bağladığına inananlar var.

“Nasıl böyle bir şeye inanılabilir” diye hayret edenler var bir de… Oysa siyaset inanç işidir. İnanmak da iradi bir eylem. Hiç kimse hiç kimseyi zorla bir şeye inandıramaz. İnanmayı istemek ve hazır olmak gerekir. Bir fikrin hoşumuza gitmesi (ve -mantıklı olması değil- “aklımıza yatması”) lazım doğruluğunu kabul etmemiz için.

Demek ki siyasetçiyle seçmenin inanç/güven ilişkisi de tek taraflı değil. Siyasetçi inandırıyor, seçmen inanıyor değil… Biri kandırıyor, öbürü kanıyor değil. İnanmaya hazır bir kitle bulamazsanız hiçbir doğruyu kabul ettiremezsiniz. Size her halükârda inanmak isteyen bir kitle varsa da ne söylerseniz inanır. Nitekim bir bakan vatandaşların kendisine “AK Parti’ye o kadar güveniyoruz ki Cumhurbaşkanımız çıksa, şuradan Ay’a kadar 4 şeritli yol yapacağım dese, Vallahi inanırız” dediğini aktarmıştı.

***

Ama elbette siyasetçi “bu insanlar ne söylesem inanıyor nasıl olsa” diyerek yan gelip yatacak değil. Önce hitap ettiği toplumsal kesimin neye inanmaya “ihtiyacı olduğunu”, ardından neye inanmasının “mümkün olduğunu” iyi analiz edecek ve son olarak bu doğrultuda inandırıcı bir “hikâye” kurgulayıp anlatacak. Hikâyeyi kendisinin kurgulaması şart değil, eski bir hikâye de bugüne uyarlanıp yeniden dolaşıma sokulabilir. Önemli olan hâlâ alıcısının olduğuna ve işlev göreceğine emin olmak.

Bu kadarla da iş bitmiyor... Ayrıca “ana hikâye”nin içinde bir dizi “alt hikâye”nin de kurgulanması veya düzenlenip yeniden dolaşıma sokulması gerekir. Bu çerçevede “Darbeci CHP” hikayesi kurgusu sağlam ve her zaman iş görebilen bir “alt hikaye”dir.

Çünkü CHP’nin 27 Mayıs darbesinin ortağı olduğuna dair yaygın bir kanaat vardır sağ kesimde. Sonraki süreçte de darbe zihniyetinden uzak durabilmiş değildir CHP. Tamam, 12 Mart ve 12 Eylül belki CHP tarafından onaylanmamıştır ama her ikisi de sağ iktidarlara karşı gerçekleştirildiği için sağ tabanın kolektif hafızasında bu partiyle özdeşleştirilmiştir. 28 Şubat sürecinde ise CHP’nin sergilediği tavır hiç de demokrat olarak nitelenecek şekilde değildir. Aynı şekilde AK Parti iktidarının ilk yıllarında Cumhuriyet mitingleri, parti kapatma davası, 367 safsatası ve 27 Nisan “e-muhtıra”sı gibi olaylardaki tavrı da sağ kesimde CHP’ye ilişkin “anti-demokrat” algısını güçlendirmiştir.

***

Bugünkü parti yönetiminin bambaşka bir siyasi zihniyete sahip olduğunu, asker ve sivil bürokrasinin desteğini değil halkın taleplerini esas almayı savunduğunu, dinle veya dindarlarla çatışır görünmekten kaçındığını biliyoruz. Bu anlayışla girilen İstanbul ve Ankara seçimlerinde alınan sonucun CHP’deki yeni siyasetin kalıcı hale gelmesine ve parti içindeki itirazları etkisizleştirmeye yol açmış olduğu da ortada. Ne var ki CHP henüz toplumun geniş kesimlerine hitap edecek yeni bir “hikâye” yazabilmiş değil. (Diğer muhalefet partileri ve hususen AK Parti’den kopan kadroların oluşturduğu Gelecek ve DEVA partileri için de aynı durum geçerli.)

Ortada yeni bir hikâye olmadığı için eski hikayeler algıları belirliyor. Onun için İstanbul İl Başkanı’nın ağzından çıkan laflar hiç alakası olmasa da “darbe iması” olarak kabul edilebiliyor.

CHP’nin bugünkü yönetimi yalnızca kendi klasik tabanına değil hitap etmek zorunda olduğu geniş kitlelere de ulaşabilecek “yeni bir hikâye” anlatamazsa eski CHP algısını da yenileyemez. Böyle olunca meşruiyeti sınırlı kalabilir. AK Parti’nin iktidarının ilk yıllarında olduğu gibi. Demek ki mesele sadece seçim kazanmakla da bitmiyor. Toplumun genelinde meşruiyetinizi temsil eden yaygın bir hikayeniz de olmalı.

Zaten bu yüzden CHP’lilerin bu tartışmalara ilişkin temel kaygısı “darbeci” retoriğinin fiili bir duruma yol açma riski. Yani “kazanacağımız seçim de sandık darbesi falan denilerek elimizden alınır mı, iktidarı teslim almamız güç kullanılarak önlenir mi” endişesi… Bu endişelerin -haksız olmasa da- yersiz olduğunu söylemek gerekir. Türkiye toplumsal olgunluk anlamında o aşamaları geçmiş bir ülke. Ne var ki muhalefet partilerinin ancak özgün hikayelerle toplumun karşısına çıkmaları eski hikayelerin etkisini ortadan kaldırabilir. Bunu da unutmamak gerekiyor.

YORUMLAR (73)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
73 Yorum