Kur’an’ı Kur’an yapan unsurlar

Kur’an’ı Kur’an yapan unsurlar

Kur’an’ın kaynağı ilahi vahiydir. İhtiva ettiği gaybî haberlerin varlığı, harika üslûbu, bin sene sonra ancak keşfedilebilen birtakım ilmî gerçekleri, tek bir suresinin benzerinin ortaya konulamayacağının ilan edilmesi, gerçekten de şimdiye kadar kimsenin böyle bir şeyi ortaya koyamaması da bunu göstermektedir.

19-05/24/niyazi-1558708804.pngRamazan’ın Kur’an ayı olması haysiyetiyle Kur’an’ın kendisinden de bahsetmeyi, bu ayın yüklediği bir görev olarak düşünüyoruz. Bu yazımızda özellikle Kur’an’ın bir ilahi vahiy olduğunu ve bu vahyin hem lafız hem mana olarak Kur’an olduğunu irdelemeye çalışacağız. 

  • Kur’an’ın kaynağı ilahi vahiydir.

Bunu şöyle ispat etmek mümkündür: 

  1. “Kur’an’ı Rahman öğretti” mealindeki ayetin ifadesinde, vahyin metni doğrudan Allah’a izafe edilmiştir.
  2. “Kur’an’ın Allah’ın kelâmı olduğu” hususu, Müslümanlarca şüphesizdir.
  3. Kur’an’ın ihtiva ettiği  gaybî haberlerin varlığı, harika üslûbu, bin sene sonra ancak keşfedilebilen birtakım ilmî gerçekleri ders vermesi, bütün insanlar ve cinler toplansa bile Kur’an’ın bir benzerini, hatta tek bir suresinin bir benzerini ortaya koyamayacaklarını ilân edip meydan okuması ve gerçekten de şimdiye kadar kimsenin böyle bir şeyi ortaya koyamaması gibi tarihî belgelerin şahadetiyle Kur’an, lafız ve manasıyla Allah’ın kelâmıdır.
  4. Ayrıca...
  5. Kur’an’ı elinde bulunduran Hz. Muhammed’in (a.s.m.) çocukluğundan beri telkin ettiği dürüstlüğüyle çevresinde “Muhammedü’l-Emin” unvanıyla anılır olması;
  6. Kur’an’da “Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana belli olmadan ve yalan söyleyenleri bilmeden niçin onlara izin verdin?”, “Ey Peygamber!.. Hanımlarının rıza sını arzu ederek neden Allah’ın helâl kıldığı şeyleri kendine haram kılıyorsun” mealindeki ayetlerde olduğu gibi kendisini azarlayan ayetlerin bulunması;
  7. İfk hadisesinde olduğu gibi, bazen en çok muhtaç olduğu bir zamanda, vahyin kendi arzusunun hilâfına bazen bir aydan fazla gecikmesi;
  8. Hz. Zeynep’le evlenmesi konusunda olduğu gibi, bazen vahyin kendisinin iradesini hiçe sayan hükümleri ihtiva etmesi ve Hz. Peygamber’in (a.s.m.) bütün hepsine boyun eğmesi;
  9. Kitap, vahiy nedir bilmeyen ümmî bir çevrede yetişmesi ve kendisinin de okuma yazma bilmeyen bir ümmî olması gibi hususlar, onun risaletinin açık belgeleridir.
  10. Bununla beraber, herkesin saygı duyduğu, bir tek sözleriyle savaş ve barışın tahakkuk ettiği o günkü büyük edipleri kendi edebiyatına secde ettiren Kur’an gibi bir edebiyat şaheserini sahiplenmemesi, aksine kendi ürünü olmadığını bütün âleme ilân etmesi, doğruyu olduğu gibi itiraf etmekten başka neyle izah edilebilir?

Denilebilir ki peygamberlik mertebesi çok daha büyük olduğu için, Hz. Muhammed (a.s.m.) bir lider olarak Kur’an’ı Allah’a nispet etmekle, ıslahını istediği insanlara daha kolay söz geçirebileceğini düşünmüş olabilir.  

  • Bu şüphenin yersizliği şöyle izah edilebilir:
  1. a) Hz. Muhammed’in (a.s.m.), bir yandan kendisine nispet ettiği, bir yandan da Allah’a nispet ettiği sözler söz konusu olmuştur. İtaat edilmesi yönünden kendisine mâl ettiği sözlerin, Allah’a izafe ettiklerinden eksik tarafı olmadığı gibi, rabbine nispet ettiği sözlerin de kendisine mâl ettiği sözlere göre -bu açıdan- üstünlüğü yoktur. O, insanlardan bu her iki nevi sözlere de itaat etmelerini müsavi olarak istemiş ve gerçekten Müslümanlar tarafından da bunlara aynı derecede itibar gösterilmiş, teşriin birinci kaynağı Kur’an, ikinci kaynağı kendi sözleri olan sünnet kabul edilmiştir. Asr-ı saadetten beri tahakkuk etmiş İslami hayatın büyük bir kısmının kaynağı sünnettir.
  2. b) Eğer Kur’an’ı Allah’a izafe etmekle, daha fazla bir güç, bir nüfuz hedeflenseydi diğer bütün sözlerini de O’na izafe etmesi gerekmez miydi?
  3. c) Efendimizin (a.s.m), hayatı boyunca konuştuğu binlerce sözleri (hadis) ortadadır. Kendisine izafe ettiği sözlerinin -üstün bir edebiyat abidesi olmasına rağmen- Kur’an’ın ifadelerine yetişemediği hususu, Müslüman edebiyatçıların ittifak ettiği bir konudur. Buna göre, aynı şahıs, 23 yıl boyunca nasıl olur da birbirinden çok farklı olan iki konuşma stilini sürdürebilir?
  4. d) Bununla beraber, tek bir sureyi veya birkaç ayeti bile Allah’a izafe etmekle risaletini de tescil edip peygamberlikten beklenen itibarı da görmüş olurdu. Böyle olunca insanların en zekisi ve en akıllısı olan bu zat, niçin Kur’an’ın geri kalan altı bin kadar ayetini kendisine izafe etmedi? Hâlbuki bir lider için, özellikle tek sermayeleri edebiyat ürünleri olan Arapların bir lideri için bu fırsat nasıl elden kaçırılabilir?
  5. e) Peygamberlik davasının riski daha ilk günlerde kendini gösterdiği hâlde, eşsiz bir edip ve filozof olarak ortaya çıkmamanın hangi mantığı olabilir?
  6. f) Hz. Muhammed’in (a.s.m.), normal sözlerini insanların hafızasına havale etmesine karşılık, Allah’a izafe ettiği sözlerin hemen kaydedilmesini emretmesi ve kendisinin de titizlikle onları ezberlemesinin hikmeti, peygamberlik şuurunun dışında neyle izah edilebilir?
  7. g) Daha işin başında iken bu davadan vazgeçmesi karşılığında teklif edilen mal, mülk, kadın, makam ve mevki gibi, âdeta dünyalık adına ne varsa bütün saltanatı elinin tersiyle itmek, hangi liderin yapacağı iştir? Üstelik daha ilk günden itibaren kendisine herkesten fazla külfet yükleyen ve fakir bir hayata mahkûm eden; yurdunu, ailesini, yakınlarını terk etmeye mecbur bırakan bir davanın peşinde olduğunu bile bile…
  8. h) Hz. Peygamber’i (a.s.m.) en yakından tanıyan ve onun bütün davranışlarını inceden inceye tetkik eden en yakın akrabası olan “âl-i beyt”in ve en yakın arkadaşları olan sahabenin, gerek hayatında ve gerekse vefatından sonra, onu daima en doğru, en dürüst bir insan kabul etmeleri ve Allah’ın elçisi olduğuna dair hiçbir tereddüt göstermemeleri, onun risaletinin doğruluğuna güneş gibi bir şahittir.

Bediüzzaman Said Nursî’nin ifade ettiği gibi, Hz. Muhammed (a.s.m.), “Tevrat ve İncil gibi semavî kitapların yüzlerce işaratı ve irhasatın binler rumuzatı ve hatiflerin meşhur beşaratı ve kâhinlerin mütevatir şahadetı ve şakk-ı kamer gibi binler mucizatının delâlâtı ve şeriatın hakkaniyeti ile teyit ve tasdik edildiği gibi, şahsında gösterdiği eşsiz ahlâk-ı hamidesi ve vazifesinde gösterdiği nihayet güzellikteki seciyye-i galiyesi ve bütün hayatında gösterdiği kemal-i emniyeti ve kuvvet-i imanı ve itminanı ve davasındaki samimiyetini gösteren fevkalâde takvası, fevkalâde ubudiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metaneti, davasında nihayet derecede sadık ve doğru olduğunu güneş gibi aşikâre gösteriyor.” 

Bu konuyu, “vazifesinde ciddiyeti, sözündeki doğruluğu, özünde disiplini gösteren” şu ayetlerle bitirelim: 

“Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki hiç şüphesiz, o (Kur’an), çok şerefli bir elçinin sözüdür.” “Ve o, bir şair sözü değildir. Ne de az iman ediyorsunuz! Eğer (Muhammed) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, şüphesiz, onu kıskıvrak yakalardık, sonra onun can damarını koparırdık (onu yaşatmazdık); hiçbiriniz de buna mâni olamazdınız. Doğrusu o (Kur’an), takva sahipleri için bir öğüttür.” 

 

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN