1975 yılında sanat yolculuğuna başlayan Haluk Yüce, 1982 yılından itibaren odak noktasına aldığı kukla tiyatrosu ile geleneksel Karagöz ve kukla sanatı disiplinlerini modern bir bakış açısıyla harmanlıyor.
Marina Yüce ile birlikte sürdürdükleri çalışmalar, çocuk oyunları ve tiyatro etkinlikleri arayışındaki izleyiciler için Ankara'da özgün bir durak oluşturuyor.
Tiyatro Tempo ve Kukla, Karagöz, Gösteri ve Sahne Sanatları Derneği (KUKSADER) öncülüğünde düzenlenen festival, başkentlilerle buluşuyor.
KUKLA VE PANTOMİMİN BÜYÜLÜ BULUŞMASI
Lavarla'da yer alan habere göre, Haluk Yüce, 70'li yıllarda Ankara'daki yabancı kültür merkezlerini takip ederek pantomimle tanıştı.
Alman ve Fransız kültür merkezlerinde izlediği gösterilerde kukla ile pantomim arasındaki güçlü ilişkiyi fark eden sanatçı, bu heyecanı Ankara Sanat Tiyatrosu'ndaki çocuk oyunlarına taşıdı.
Salih Kalyon ve Ahmet Öner ile Ankara Çocuk Tiyatrosu'nu kuran Haluk Yüce, yardımcı yönetmenlik yaptığı dönemde kuklayı sahnede deneysel olarak kullanmaya başladı.
1982 yılında Karagöz ustasıyla tanışması, sanatçının geleneksel tekniklerde derinleşmesini sağladı.

TRT PROJELERİ VE ÇOCUKLARIN DÜNYASINDAKİ YERİ
ABD'deki Connecticut College'da kukla tiyatrosu üzerine yüksek lisans yapan Haluk Yüce, Türkiye'ye dönüşünde TRT bünyesinde önemli projelere imza attı.
Susam Sokağı'nın yerli versiyonu çalışmalarına dahil olan sanatçı, kukla yapımından içerik yönetimine kadar geniş bir sorumluluk üstlendi.
Çocukların kuklaları canlı bir varlık olarak kabul etme yeteneğine değinen Haluk Yüce, eğitimcilerin kuklanın gücünü bildiğini ancak yetişkin dünyasında bu sanatın bazen küçümsendiğini belirtti.
OYUNCU ENERJİSİNİ NESNEYE TRANSFER EDİYOR
Üniversitelerde ders veren Haluk Yüce, oyunculuk öğrencilerinin kuklaya olan mesafeli duruşunu 'görünmez olma' zorunluluğuna bağlıyor.
Oyuncunun kendi enerjisini kuklaya transfer etmesi gerektiğini vurgulayan Haluk Yüce, oyuncuların genelde ön planda olma isteğinin kukla sanatıyla çeliştiğini ifade ediyor.
"Kendi enerjinizi kuklaya aktarmanız gerekir ki kukla canlansın; bu durumda sizin geri planda kalmanız zor geliyor" diyen sanatçı, bu disiplinin büyük bir emek ve zaman gerektirdiğini ekliyor.

NİTELİKLİ ÇOCUK TİYATROSUNDA SAMİMİYET ŞART
İspanya'dan gelen Nil oyunu örneği üzerinden nitelikli çocuk tiyatrosunu tanımlayan Haluk Yüce, en önemli kuralın çocuğu küçümsememek olduğunu söylüyor.
Yapaylıktan uzak, içten bir oyunculuk sergilenmesi gerektiğini belirten sanatçı, yetişkin tiyatrosunda gösterilen özenin çocuk tiyatrosunda çok daha hassas şekilde uygulanması gerektiğini savunuyor.
Kukla tiyatrosunun, cansız nesnelere inandırıcılık yükleme gücü, hem oynatıcının hem de seyircinin hayal dünyasını ortak bir paydada buluşturuyor.
KUKLA TİYATROSUNDA ANLATIM DİLİNİN SINIRSIZLIĞI
Marina Yüce, kukla tiyatrosunun oyuncuya sunduğu fiziksel sınırları aşma imkanına dikkat çekiyor.
Batum Kukla Festivali'nde bir erkek gardiyan kuklasını oynatarak 'En İyi Kadın Oyuncu Ödülü' alan sanatçı, kukla sayesinde her türlü kimliğe bürünmenin mümkün olduğunu belirtiyor.
Haluk Yüce ise animasyon ve çizgi filmlerdeki yaratım özgürlüğünün kukla sahnesinde de geçerli olduğunu, soyut kavramların somut görsel imgelere dönüştürülebildiğini ifade ediyor.

DÜNYADA DEVLET DESTEĞİ VAR
Bulgaristan gibi ülkelerde nüfus oranına göre çok sayıda devlet kukla tiyatrosu bulunduğunu belirten Marina Yüce, Türkiye'de Karagöz gibi köklü bir geleneğe rağmen çağdaş kukla sanatının yeterli desteği görmediğini söylüyor.
UNESCO listesine giren Karagöz'ün önemine değinen sanatçılar, devlet kurumlarına sundukları iş birliği önerilerinin cevapsız kalmasından duydukları üzüntüyü dile getiriyor.
YURT DIŞINDA AYAKTA ALKIŞLANIYOR
Bu yıl 11.'si düzenlenen Ankara Uluslararası Kukla Festivali, sponsor bulma zorlukları ve seyirci ilgisizliği gibi engellere rağmen sanatseverlerle buluştu.
Marina Yüce, popüler kültürün ve televizyon figürlerinin tiyatro izleyicisi üzerindeki etkisinin, nitelikli sanat etkinliklerine katılımı azalttığını belirtti.
Gürcistan gibi ülkelerde ayakta alkışlanan oyunların, Türkiye'deki üniversite öğrencileri ve akademisyenler tarafından yeterli ilgiyi görmemesi, sanatçılar tarafından 'kültürel bir atalet' olarak değerlendiriliyor.


