‘Akılsız’ telefonların dönüşü muhteşem olur mu?

Sessiz bir isyan büyüyor: Akıllı telefonlar “out”, akılsız telefonlar yani dumb phone’lar “in”. Nokia 3310, 3210 ve türevleri, tozlu çekmecelerden çıkıp yeniden sahneye çağrılıyor. Üstelik bu, sadece nostaljik bir geri dönüş değil; dijital çağın en ciddi karşı hareketlerinden biri.

Sürekli bildirim alan, ekran kaydıran, iki dakikada bir telefonuna bakan hemen herkes aynı şikayeti dile getiriyor: Zihinsel bulanıklık. Odaklanmak zor, bir cümleyi sonuna kadar okumak zor, basit bir filmi bile telefona bakmadan izlemek zor.

Akademik araştırmalar ve kamuoyu yoklamaları da gençlerin önemli bir bölümünün ekran süresinden rahatsız olduğunu gösteriyor. Gen Z yetişkinlerinin yaklaşık yüzde 28’i, Y kuşağının yüzde 26’sı “dumb phone” almaya ilgi duyuyor; genel ABD nüfusunda bu oran yüzde 17.

Telekomünikasyon karşılaştırma sitesi WhistleOut’un 2025 verilerine göre, Gen Z akıllı telefon kullanıcılarının yüzde 39’u kapaklı, sade bir telefona geçmeyi “ciddiye yakın biçimde” düşünüyor. Yani mesele sadece romantik nostalji değil; beyin, kendine daha az uyaranlı bir hayat arıyor.

TAMAMEN KOPMAK DEĞİL, HİBRİT BİR HAYAT

Bu akım, akıllı telefonları topyekün çöpe atmak anlamına gelmiyor. Gençler giderek “akıllı telefon + dumb phone” ikilisine yöneliyor.

Gündüz iş için akıllı telefon, sosyal medya ve dikkati azaltmak için küçük, sade bir telefon. Bazısı hafta içi “smart”, hafta sonu “dumb” kullanıyor. Bazısı sosyal medya ve mail için tableti tercih edip, ceplerine sadece arama ve SMS atan cihazları koyuyor.

Bu modele, teknolojisiz bir oruçtan ilhamla “Appstinence” deniyor:
App (uygulama) + abstinence (kaçınma). Yani “Uygulama perhizi” diyebileceğimiz bir kavram. Gençler, retro telefonlarla sosyalleşip sosyal medya kullanımını azaltmayı bir meydan okuma haline getirdi. “No filter, yes real life” diyerek, filtresiz ama gerçek hayata dönme manifestosu yazıyorlar adeta.

Telefonu kapatıp hayata dönme arzusu tatillere de yansıyor. Turizm dünyasında da yeni bir kavram var: Tech-free tourism yani teknolojisiz seyahat.

Meksika’daki Grand Velas Resorts, New York’taki Urban Cowboy Lodge gibi yerlerde misafirlere check-in sırasında iki seçenek sunuluyor: Oda anahtarı ve telefon “kilitleme” servisi. Bazı otellerde telefonlar resepsiyondaki kasalara emanet ediliyor. Karşılığında yoga seansları, meditasyon, orman yürüyüşleri ve en önemlisi: Gerçek, filtresiz insan sesi.

İlk 24 saat misafirlerin bir kısmı “Dünya mı durdu, bana niye kimse yazmıyor?” diye hafif panik yaşıyor. 48 saat sonra cümle şu: “Ben bu ekran yokken baya iyiymişim. Meğer hayat varmış.” Üstelik bu otellerde konaklamanın bedeli hiç de az değil!

Peki bu “akılsız” telefon akımı ekonomide neye dönüşüyor? Küresel pazar: 2025’te yaklaşık 3,6 milyar dolarlık hacme ulaştı. ABD: Şimdilik toplam pazarın yüzde 2’si gibi görünüyor, önümüzdeki yıl yüzde 5’lik pay öngörülüyor. Avrupa: Batı Avrupa’da satışlar yüzde 4 artmış durumda.

ÜNLÜLERİN DE CANI BİLDİRİM ÇEKMİYOR

Tabii Hollywood’un ve müzik dünyasının küçük isyanları da bu tabloya renk katıyor. Oyuncu Kate Beckinsale, kırmızı kapaklı LG telefonunu yıllardır bırakmıyor, iPhone’a hiç istek duymadığını söylüyor. Scarlett Johansson, e-posta hesabı hacklendikten sonra güvenlik kaygısıyla daha basit telefonlara yönelenlerden. Usta aktör Robert De Niro, hala basit bir telefon kullanıyor. Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı da tuşlu bir telefonla görüntülenmiş, sosyal medyada gündem olmuştu. Daha önce bir programda bu tercihini şöyle özetlemişti:
“Bu çok daha kolay, ulaşılamazım. İstemiyorum, ben sevmiyorum yenilikleri. Teknolojiyle çok mesafeliyim.”

Bugün pek çok gencin aradığı şey tam da bu: Her an, herkes tarafından, her kanaldan ulaşılmamak.

Feature phone’lar, yani bu “akılsız” dostlarımız, toplam mobil pazarın dev oyuncusu olmayacak elbette. Ama dijital yorgunluğa ve bitmeyen dikkat dağınıklığına karşı artan farkındalıkla birlikte, belirli kullanıcı grupları arasında popülerliğini sürdürecek gibi görünüyor. Hatta muhtemelen artacak.

Bu cihazlar, teknolojiyle daha bilinçli, daha kontrollü, daha “insan” bir ilişki kurmak isteyenler için güçlü bir alternatif.

Belki de en akıllı karar, zaman zaman “akılsız” görünmeyi göze almaktır.

***

BÖCEK İLACI DEDİĞİMİZ ŞEY ASLINDA KİMYASAL SİLAH MI?

Hamburg’dan İstanbul’a uzanan bir tatil yolculuğu, Böcek ailesi için feci bir trajediyle son buldu. Gıda zehirlenmesi sanılan şikayetler, Adli Tıp raporlarının işaret ettiği gibi, çok daha ağır bir gerçekle yer değiştirdi: Kimyasal gaz maruziyeti.

Bu olay, bir anda kişisel bir dram olmaktan çıkıp, hepimizin göz ardı ettiği kritik bir soruya dönüştü: Biz "böcek ilacı" dediğimiz şeyin ne olduğunu gerçekten biliyor muyuz?

KAĞIT ÜZERİNDE TARIM İLACI

Soruşturmanın merkezinde, alüminyum fosfür yer alıyor. Bu madde, gerçekte toksisitesi kimyasal silahlara yaklaşan bir fumigant (Oda sıcaklığı ve basıncında hızla gaz haline geçebilen, zehirli (toksik) kimyasal maddeler.)

Tablet, pellet ya da toz formunda satılan alüminyum fosfür (AlP), nemle temas ettiğinde ölümcül bir reaksiyon gerçekleşiyor ve fosfin gazı açığa çıkarıyor. Fosfin, akciğerlerden hızla emilip hücrelerin enerji üretim mekanizmasını bozuyor, kalp ve akciğere ciddi hasar veriyor. Ölüm oranı yüzde 40 ile yüzde 80 arasında değişiyor ve özel bir panzehiri yok.

Bu nedenle, FAO/WHO gibi uluslararası otoriteler, alüminyum fosfürü “yüksek derecede tehlikeli pestisit” sınıfına yerleştiriyor. Kağıt üzerinde "tarım ilacı" olsa da, pratikte bu, son derece tehlikeli bir madde!

DEPODAN OTELE UZANAN İHMAL

Alüminyum fosfür, Türkiye’de resmi olarak depolanmış tahılları ve siloları korumak için ruhsatlı ve teoride, uygulama lisanslı firmalarca, insan bulunmayan kapalı hacimlerde ve sıkı güvenlik protokolleriyle yapılması gerekirken; pratikte “Bu ilaç çok etkili, tahtakurusunu da, böceği de öldürür” zihniyeti devreye giriyor. Depoda kullanılması gereken ağır toksik kimyasal, şehirde sıradan bir haşere ilacı muamelesi görmeye başlıyor.

Böcek Ailesi’nin yaşadığı trajedi de kaldıkları otelde tahtakurusu için alüminyum fosfürlü ilaçlama yapıldığı ve gazın havalandırma boşlukları aracılığıyla aile odasına sızmış olabileceği iddiası ağırlık kazanıyor.

KÜRESEL UYARILAR

Gelişmiş ülkeler bu risk konusunda çoktan alarm vermiş durumda ve "en zehirli" çözümü değil, daha güvenli olanları tercih ediyor.

Mesela sülfüril florür… Haşere kontrolünde kullanılan bir diğer alternatif. Fosfin kadar akut toksik olmasa da, bu da sinir sistemini hedef alan toksik bir gaz ama kullanımı çok dikkatli yapılıyor. Batı ülkelerinde sulfüril florür, alüminyum fosfür gibi son derece kısıtlı ve sadece lisanslı, eğitimli profesyonellerin satın alabileceği ve uygulayabileceği bir kimyasal. Yani marketten öylesine alıp kullanamıyorsunuz.

Bir diğer yöntem Entegre Zararlı Yönetimi (IPM) bunlardan biri. Kimyasal kullanımını son çare olarak gören bir strateji. Bu yaklaşım, zararlı pestisitlere maruz kalma riskini önemli ölçüde azalttığı için, işçi ve halk sağlığı açısından önemli bir alternatif. Bu yöntem şu: Kültürel ve Fiziksel Kontrol: Hijyen, temizlik ve fiziksel bariyerlerle zararlıların yaşam alanını bozma. (Örn: Çatlakları kapatma, nemi azaltma, ürünleri ısı veya soğuk uygulamasına tabi tutma).Biyolojik Kontrol: Zararlıları yiyen veya parazitleyen doğal düşmanlarını (yırtıcı böcekler, parazitler) kullanma. Kimyasal Kontrol: Zararlı seviyesi diğer yöntemlerle düşürülemediğinde, en az toksik ve en hedef odaklı kimyasal çözümler (pestisitler) kullanılıyor. Alüminyum fosfür gibi ağır fumigantlar, IPM stratejilerinde neredeyse hiç yeri olmayan veya yalnızca çok sıkı denetimle kullanılan çözümler.

Kontrollü Atmosfer: Oksijenin düşürüldüğü ve karbondioksitin artırıldığı depolama yöntemi. Bu yöntem, insan sağlığı için toksik olmayan Nitrojen kullanılıyor ve gıda ürünlerini kimyasal kalıntılardan koruyor. Isı veya soğuk uygulamaları gibi fiziksel yöntemler, kimyasal kalıntı bırakmadığı için gıda ve insan sağlığı güvenliği açısından tercih ediliyor.

AB ve ABD’de alüminyum fosfür, konut içi ve otel gibi yaşam alanlarında kullanımı pratikte zaten kesinlikle yasak, sadece sertifikalı profesyonellerin erişebildiği sıkı kontrollü bir madde.

Böcek ailesinin hikayesi, sadece bir otel odasındaki feci bir geceden ibaret değil. Bu, "en zehirli" çözüme kolayca ulaşılabilmesi ve denetim eksikliği. Asıl sormamız gereken soru şur: Gıda güvenliği ve haşere kontrolü için gerçekten böylesine ağır kimyasallara bu kadar bağımlı olmak zorunda mıyız?

Dünyanın geri kalanı daha güvenli alternatifleri tercih biz bu maddeye bu kadar zayıf denetimle serbestçe izin verirsek, bir sonraki trajedinin ne olacağını kimse kestiremez.

YORUMLAR (18)
18 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.