Devlet uysal ve uslu bendeler ister…

Bizde neden dünya çapında, güçlü bir entelektüel veya sanatkâr yok?.. Bunun birçok sebebi var elbette. Ama bunlardan birini ele almaya çalışayım bugün…

Yahya Kemal’in ‘Siyasî Hikâyeler’ (İstanbul Fetih Cemiyeti, 2014) adlı bir kitabı var. Eserdeki hikâyelerde olaylar ‘saray çevresi’nde geçiyor, şahıs kadrosu da bu çevreye mensup. Usta şair, yılların tecrübesiyle Osmanlı’da devlet mekanizmasının nasıl çalıştığını bilirdi, Ece Ayhan’ın deyişiyle ‘temeli, mekiği çözmüş’tü. Bu bir bahs-i diger!.. Dönelim esere… Hikâyelerde şair, tâbir caizse ‘devlete çaktırmadan’ –çünkü Beyatlı devletle karşı karşıya gelmekten her zaman ürkmüştür- bizde devlet çarkının nasıl döndüğünü, bu çarkta ilişkilerin nasıl yürüdüğünü ve devletin insandan ne beklediğini anlatır. Aslında bu metinler, sadece Osmanlı’yı değil, evrensel anlamda ‘devlet’in bazı ‘ortak vasıflar’ını yansıtıyor.

***

“Dâmad Mehmed Paşa” (s. 57) adlı hikâye, bunun için iyi bir örnek. Yahya Kemal, bu hikâyede bir kişinin (Mehmed Paşa) devlette ikbal merdivenlerini nasıl tırmandığını anlatır. Böylece aslında devletçe ‘makbul görülen insan tipi’ni tasvir eder; dolayısıyla zımnen, devletçe ‘makbul görülmeyen’ tipe de işaret eder…

Hikâyede olaylar, Damad Mehmed Paşa’nın cenaze merasimiyle başlıyor. Büyük ve oldukça kalabalık bir merasim; “bütün Âl-i Osman Devleti orada…” Bu merasim dahi Paşa’nın ‘makbul’ görüldüğünün işareti. Ama bu devlet, Âkif’in cenaze merasimine katılmamıştı! Demek devletçe ‘makbul’ görülmüyordu!. Gerçi ‘profesyonel entelektüeller’ onu da ‘makbul şair’e dönüştürüyorlar ya!.. Bu da bahs-i diger! Hâsılı cenazeden sonra yazar, Hoca Neşet Efendi’ye Paşa’nın nasıl bir adam olduğunu sorar. Paşa’ya özel dersler veren ve onu yakından tanıyan hoca, başlar anlatmaya… Daha ilk derste öğrencisinde bir gariplik olduğunu fark etmiştir. Neşet Efendi’nin tespitleri, aslında devlet katındaki ‘makbul insan’ tipinin de vasıfları. Şöyle: “İki dersten sonra şâkirdimin ne dirâyette olduğunu anlamakta gecikmedim. Söylediğimi asla anlamıyordu. Durgun ve dalgın kitaba bakıyordu. Emsile’den öğrettiğim ilk fiillerden birini sorduğum vakit bir kabahat işlemiş gibi susuyordu. Durgun, alık, okumaktan canı sıkılan bir çocuk olduğu belliydi.” (s. 60)

***

Hâsılı, Hoca Neşet, birkaç dersten sonra çocuğun asla okuma öğrenemeyeceğini görmüş ve dersi bırakmaya karar vermiştir. Ama Şeyhülislâm Abdullah Vassâf Efendi’nin ısrarı ve tavsiyeleri üzerine devama mecbur kalır. Devam da nasıl devam?.. Neşet Efendi de böylece –tavsiyelere uyarak- devletin ‘makbul hoca’sına dönüşüyor; sarf ve nahiv dersinden ve çocuğa soru sormaktan vazgeçiyor, sadece ilmihal’le yetiniyor, Siyer ve İslâm tarihini menkıbe tarzında anlatıyor vs… Dersler ‘makbul seviye’ye inince ‘cemaat’ de çoğalmış; Hoca’nın deyişiyle “sâmiler artmış”, bir gün lala, sonra vekilharç ve harem ağalarıyla halka genişlemiş. Neticede bu “sükûtî, çok sükûtî çocuk” büyümüş, Saray’a damat olmuş, Rakka, Kandiye ve Erzurum Beylerbeyliğine atanmış... Ne ikbal değil mi! Oysa şâkird, “Kandiye’yi değil, Kandiye’deki konağını idareden dahi âciz”dir. Ama devlet kuşunun kanatları altında, ömrünü “kâh Üsküdar’daki, kâh Yerebatan’daki Sarayı’nda Saliha Sultanı’yla beraber geçirmiştir.” (s. 69)

Peki Damad Paşa hangi vasfından dolayı devletçe ‘makbul’ görülmüş ve ikbal merdivenlerini hızla tırmanmıştı? “Vakûrâne sükût” efendim, vakûrâne sükût! Hikâyenin sonundaki; “Devlet, uysal ve uslu bendeler ister.” (s. 70) cümlesi her şeyi açıklıyor.

Uysal ve uslu insandan, Gramsci’nin deyişiyle en fazla ‘organik aydın’ olur. İşte baştaki sorunun birinci cevabı!..

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum