Entelektüel, hakikat ve iktidar
Bir kayboluş yaşıyoruz sanki! Sağda da, solda da, dindarlarda da... Bir devrin kapanışı, bir insan tipinin yok oluşu kastettiğim. Toplumda hakikatin, adaletin, hukukun, vicdanın sesi olan entelektüeli yitirdik!.. Onlara kendi irfanımız içinde âlim mi demeli, mütefekkir mi, münevver mi bilmiyorum ama yok artık!..
Michel Foucault, seçme yazılardan oluşan “Entelektüelin Siyasi İşlevi” (Çev. I. Ergüden, O. Akınhay, Ferda Keskin, Ayrıntı, 2016) adlı kitabında, entelektüeldeki bu köklü değişim ve dönüşüme değinir. Kitapta entelektüel deyince, söz eninde sonunda dönüp dolaşıp onun hakikat ve iktidarla münasebetine geliyor. Gerçekten de öyledir! Kadim manasıyla entelektüel, -Doğu’da da Batı’da da bilge kişi; bilgili değil, bilgin de değil, bilgiyi bilgelik potasında eriten kişi, bir tür ermiş, bir tür âsi, bir tür tâbi, gerektiğinde uyumsuz ve yalnız- evrensel anlamda sadece hakikate tâbi olandır. İşte bu özelliği onu eninde sonunda, savunduğu ‘evrensel hakikat’i perdeleyen, silen ve kendini hakikatin yerine koymak isteyen iktidarla karşı karşıya getirir. Çünkü geleneksel anlamda entelektüel, hakikati temsil eder, vicdanın sesidir. Bu vasfı ise onu hakikatten, adaletten sapıldığında eleştiriye yöneltir. O hâlde eleştiri de entelektüelin en bariz vasıflarındandır. Bu bağlamda Foucault’nun “Entelektüel, hâlâ hakikati görmemiş olanlara, hakikati söyleyemeyenler adına, hakikati söylüyordu: entelektüel, vicdandı, bilinçti, belâgatti.” (s. 31) sözleri özlü bir tanım. Peygamberlerden sofistlere, filozoflara, mutasavvıflara değin süren bir kafile…
19 ve 20. yüzyılda evrensel adaleti ve hukuku temsil eden entelektüel, yerini solcu entelektüellere bıraktı diyor Foucault. Her ne kadar belli bir sınıfın, proletaryanın mücadelesini yüklense de, onlar da, Foucault’nun deyişiyle “uzunca bir dönem boyunca hakikat ile adaletin efendisi olma kapasitesini taşıyan biri olarak konuşmuş[lardır]” (s. 45)
Bağlandıkları felsefe, inanç, ideoloji bir yana, kendilerini, eserlerini ‘ideal bir dünya-toplum’ modeline vakfettikleri için ‘bilge entelektüel’ tipinin bizdeki en önemli örnekleri Yunus veya Mevlâna gibi mutasavvıflardır. Zaman içinde onların yerini, evrensel adalet, hukuk ve hürriyet için ‘siyasî alan’da mücadele eden Namık Kemal, Mehmet Âkif, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl, Cemil Meriç gibi şahsiyetler aldı. Dikkat edilirse edebiyatta tanınmış bu isimlerin çoğu -hatta bunlara sonraki yıllarda Sezai Karakoç ve İsmet Özel’i de katabiliriz- Michel Foucault’nun geleneksel entelektüel tanımı içinde yer alırlar. Çünkü savundukları hakikat, adalet uğruna gerektiğinde eleştiriden kaçınmamış, iktidarlarla kıyasıya mücadele etmişlerdir. Ama herhâlde 1980’den sonra, hem dünyadaki hem ülkemizdeki değişime paralel olarak Türkiye’de de -sağ, sol veya dindar fark etmeksizin- Foucault’nun geleneksel entelektüel tanımına uyan şahsiyetler giderek kayboldu!.. Bunun eksikliğini açık biçimde daha çok da edebi eleştiride -bir hakikate, bir dünya idealine bağlanmayan, metni salt bir biçimden ve teknikten ibaret gören eleştiri ruhsuz ve değersizdir bence- eğitim kurumlarında ve medyada görmekteyiz.
Artık sadece hakikate tâbi, evrensel adaleti ve vicdanı temsil eden, gerektiğinde iktidarı eleştiren geleneksel entelektüel yok! Onların yerini Foucault’nun da belirttiği gibi belli alanlarda -örneğin sosyolojide, tıpta, psikolojide, uluslararası ilişkilerde- uzmanlaşmış “spesifik entelektüeller” aldı. Bunların niteliği bilgin-uzman olmaları. Yine Foucault’dan alıntıyla özetleyeceğim. Bu yeni tip entelektüel, “artık herkesin değerlerini taşıyan, adaletsiz hükümdara ya da onun bakanlarına karşı çıkan, çığlığını mezardan bile duyuran kişi değildir. (…) Sonuç olarak … artık ebediyetin sözcüsü değil, yaşam ve ölüm stratejistidir. Günümüzde ‘büyük yazar’ figürünün fiilen yok olmasına tanıklık etmekteyiz.” (s. 80)
İsmet Özel’in “Mataramda Tuzlu Su” adlı şiiri bence paha biçilmez bir ‘yalnızlık’ı, ufkumuzdan yitip giden o ‘geleneksel entelektüel’i anlatır.
Uzadı ama Julien Benda’nın “Aydınların İhaneti”ndeki şu fıkra da günümüzdeki duruma örnektir: Bir subay, sırayı bozan bir eri tokatlayınca, Tolstoy; “Utanmıyor musun?” der, “İnsana hiç böyle muamele edilir mi? İncil okumadın mı sen?..” Subay cevap verir; “Beni İncil değil, askerî yönetmelik ilgilendirir.”
Hakikat yok artık yönetmelik var!..














